Kaos
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
Yirmibeş yaşlarında sakallı genç bir delikanlı, yanında sıkmabaşlı bir kız var. Sokakta, onca insanın içinde birbirlerine sarılmışlar, iki yengeç gibi yampiri yampiri yürüyorlardı. Kızın tesettürlü olması gösteriyordu ki, bu iki genç İslâmcı kesime mensuptur. Fakat hallerinden, tavırlarından görgüsüzlük, edebsizlik, terbiyesizlik akıyordu. Onları tramvayla bir yere giderken görmüştüm ve hayli canım sıkılmıştı.
Yarın bu genç hayata atılacak, bir iş sahibi olacak, evdeki hanımı kapalı giyinecek, işyerindeki sekreteri mini etekle gezecek.
Çivisi çıkmış bir dünyada yaşıyoruz. İlâhiyat profesörü çıkıyor ve “Peygamber postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir; Sünnet’in ve hadîslerin önemi yoktur” diyebiliyor. Gulattan bir Bektaşî çıkıyor, Mevlevî şeyhi cübbesine bürünüyor ve karılarla erkekleri birlikte sema ettiriyor, kimseden saklamadan alâmeleinnas (herkesin ortasında) rakı içiyor, “Demci Dede” oluyor. İslâmcı bir zat, Hürriyet gazetesine, “Müslüman bir iş adamı mini etekli sekreter çalıştırabilir, içki içebilir, bunlar çeşitlilik ve zenginliktir” diye beyanda bulunabiliyor.
Türkücünün biri, âyet tercümelerini çalgıyla terennüm edecekmiş. Bazı makamlardan fetvasını almış. Bu kafayla giderlerse ileride camilerin mihrabına birer piyano koyarlar, bazı Hıristiyanlar gibi çalıp okuyarak ibadet etmeye yeltenebilirler.
Din hayatında dehşet verici bir kaos var. Her kafadan bir ses çıkıyor. İlkokul mezunu balıkçı, kayıkçı, işçi, esnaf, köfteci, cami önünde enam ve koku satan kişiler ictihad yapıyor, fetva veriyor. İtikad fesadı aldı yürüdü. Adam başına sarık sarmış, sakal bırakmış, lâkin ilmi yok, kendini Şeyhülislâm Ebussuud Efendi sanıyor. Arap dünyasından, Pakistan’dan, İran’dan bir sürü dinî reçete, çare, çözüm, görüş, metod ithal edildi. Bazı üniversiteli Müslüman gençler, mut’a nikâhı ile evleniyormuş. Yani bir haftalığına, bir aylığına, bir seneliğine, kira kontratı yapar gibi nikâhlanıyorlarmış. Şeriat, fıkıh, İslâm hukuku böyle bir şeye izin veriyor mu? Onu düşünen yok.
Dindar Müslümanlar beş yıldızlı, lüks, şatafatlı, içkili, fısklı fücurlu, domuz etli otellerde iftar-showlar veriyor, düğünler yapıyorlar. “Böyle şey olur mu?” diye sorulursa, “Biz yaptık ve pekâlâ oldu” cevabını veriyorlar.
Müslümanların yayınladıkları bazı gazeteler evlere şenlik. Artistler, şarkıcılar, türkücüler, playboylar… Bazı Müslüman televizyonlar İslâm ahlâkına aykırı yayında, lâik ve çağdaş kanallara taş çıkartıyor.
Müslümanların bir kısmı Demirel’in adını duyunca öfke ve hınçtan kıpkırmızı kesilirken, başka bir kısım dindarlar da, “Demirel’siz yapamayız, Demirel’in başımızda kalması şarttır” diye yayın yapıyorlar.
İslâm’a uymayı düşünen kaç kişi çıkar? Şimdi herkes İslâm’ı kendi siyasî tercihine, kendi meşrebine, kendi menfaatine, kendi heva ve hevesine uydurmaya çalışıyor.
Bir cemaatin gavsi, kutbu, reisülevliyası öbür cemaatte “Bırakın şu adamı, o da kim oluyormuş?” oluyor.
“…inneke Hamîdün Mecîd”deki Hamîd ve Mecîd’i Sultan Abdülhamid ve Halife Abdülmecid sanan cahil teyzenin bile kendine göre kurtuluş reçetesi, peşin hükümleri var.
Elifi görse direk sanacak cahiller, Guénon’un çetrefil, demir leblebi kitaplarını okuyorlar. Anlayabilirler mi o zor eserleri? Anlayamazlar ama kendilerini ve başkalarını aldatıyorlar.
Ümmet-i Muhammed’in içinde, bu kaosa, bu çılgın gidişe dur diyecek bir Hüccetülislâm İmamı Gazalî var mı? Olsaydı risaleler, kitaplar yazarak Ehl-i İslâm’ı uyarmaya çalışırdı.
Gaflet, gaflet, gaflet… Toz duman, iğtişaş, fitne fesat… Sen ben kavgaları, menfaat çekişmeleri, “Biz iyiyiz, başkaları kötüdür” hezeyanları. Nefsaniyet, benlik, enâniyet… Para için her haltı yemeler, riyaset için didişmeler, bir sürü boş şeyler.
Büyükler hep âhirete yürüdü. Bediüzzaman yok, Süleyman Efendi yok, Ömer Nasuhi Bilmen yok, Necip Fazıl yok, Ali Fuad Başgil yok, Mehmed Zâhid Efendi yok, Sami Efendi yok. Hiç adam kalmadı demiyorum ama sağ olanlar ne yapıyor? Niçin halk ve gençlik uyarılmıyor? Niçin emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmıyor? Niçin yamukluklar tenkit edilmiyor, Müslümanlar uyarılmıyor?
Tam bir fetret içindeyiz. Müslümanların uyanması, birleşmesi, Şeriat’a uygun hareket etmesi din baronlarının işlerine gelmiyor. Onlara para lazımdır, alkış ve bağlılık lazımdır. Uyanık, şuurlu, firasetli Müslümanları aldatmak, soymak, istismar etmek mümkün mü? Kaz gibi yolmak, inek gibi sağmak için dindar kitlelerin cahil kalması gerekir.
Dinsizler, ateistler, münafıklar Müslümanların bu perişan halini gördükçe seviniyorlar. Bilmiyorlar ki, bu kaos yüzünden büyük bir çöküş ve yıkılış olursa enkazın altında onlar da kalacaktır.
İçteki ve dıştaki küfür ve şer merkezleri tarafından Müslümanların arasına sokulmuş casuslar, ajanlar, provokatörler, manipülatörler bölmeye, şaşırtmaya, çekiştirmeye, mü’mini mü’mine düşman etmeye olanca gayretleriyle devam ediyor. Daha ne kadar sürecek bu fitne ve fesat?
Zavallı Müslümanlar, siz ne zaman uyanacaksınız? Ne zaman birleşecek, başınıza bir İmam-ı Kebir seçip ona itaat edecek, merkezî ve üniter bir hiyerarşi içinde yer alacaksınız?
“Benim şeyhim en büyüktür, öteki şeyhler pek küçüktür” diyen ahmak ne zaman kendine gelecek?
“Benim şeyhim her şeyi bilir” diyen cahil ve azgın adama, bu sözün şirk olduğunu hatırlatacak bir makam yok mudur?
Müslümanlar ne zaman sorgulama yapacaklar, başlarındaki adamlardan hesap isteyecekler? “Yahu bu katrilyonları, bu trilyonları nasıl kazandın?” diye soran biri çıkmayacak mıdır Karun gibi zenginleşen din baronlarına?
Kuralına uygun olarak ticaret yapan, şirket ve holding kuranlara bir şey dediğimiz yoktur ama sırf yurt dışındaki saf ve cahil Müslüman işçilerden para toplamak için uyduruk naylon holdingler kurularak trilyonlar devşiren sahtekârlara “Dur!” diyecek yok mudur?
Ayda birkaç yüz milyon lira maaş aldığı ve başka meşru bir geliri ve rantı bulunmadığı halde her yıl otuz milyar liralık yeni bir daire alan herife, “Bunun parasını nereden buldun?” diye soracak biri çıkmayacak mıdır?
Bazı sorumsuz, vicdansız, yetersiz, densiz kişiler İslâm dinini kumaş, kendilerini makas zannediyor, heva ve heveslerine göre kesip biçiyor. Bunlara engel olacak bir güç, bir irade yok mudur?
Offf!.. Memleket gırtlağa kadar pisliğe battı, kirlenmedik bir şey kalmadı. Kaçacak bir yer de yok. 19 Şubat 2000