Pazar

 

Evim Sultanahmet’te, canım sıkıldığı zaman Kapalıçarşı’ya gidiyorum. Kapalıçarşı’da ne yapılır? Son yıllarda bozulmakla birlikte, Kapalıçarşı hâlâ bir müze mahiyetindedir. Orasını sadece ana caddelerinden geçmekle tanıyamazsınız. Başlı başına bir âlemdir Kapalıçarşı. Ben orada neler yapıyorum?

(1) Bazen yemek yemeğe gidiyorum. Hayli lokantalar var orada. Havuzlu Lokanta (Şark Kahvesi’nin arka tarafında), Cebeci Han girişinde Pederazzi Lokantası (Örücüler Kapısına doğru giderken), Mahmut Paşa kapısına yakın Sıra Odalar mevkiinde daracık bir aralıktan geçilerek gidilen küçük lokanta… Geçenlerde bir ara sokaktaki başka bir küçük lokantada yemek yedim, yemekleri nefisti.

(2) Çay ve kahve içmek için… Ay Kafe’nin sahiplerini tanıyorum. Çarşıya gittiğimde oraya uğruyorum. Dünya çapında kaliteli bir kafe…

(3) Alış veriş yapmak için gidiyorum. Üzüldüğüm, sıkıldığım, içime kasavet bastığı zamanlarda yerli ve yabancı geleneksel sanat eserleri alarak kendimi tedavi ediyorum. En çok, Şark Kahvesi’nin üst taraflarındaki Afganistan Türkmenlerinin dükkanlarına uğruyorum. Neler almıyorum ki… Bir liraya hakikî taşlı yüzükler… Üzerleri işlemeli bakır ve sarı madenî eşya; çaydanlıklar, tepsiler, kupalar… Eski Çin ve Japon porselenleri… Asâlar… En son, üzeri gümüş kaplı büyük bir bakır çaydanlık ile hayli eski, işlemeli bir tepsi aldım, ikisine 75 lira verdim. Sonra Örücüler Çarşısı’na giderken sağ tarafta, bir ara sokaktan geçilen handaki parlatıcıya götürdüm; benden para almak istemedi, ısrar edince “bir bereket parası at.” dedi. Ben de 10 lira verdim… İç Bedestene yakın bir yerdeki bir dükkandan üzerindeki süslemeleri elle boyanmış hayli eski porselen bir Japon çaydanlığı aldım. Ona 15 lira verdim.

Böyle alış verişler beni mutlu ediyor. Şimdi, çok bilmişin biri sorabilir.

– Efendi!… Bu ne biçim zevk ve mutluluktur…

Ona derim ki:

– İnsan boş durmaz, faydalı, zararlı veya zararsız mutlaka bir şey yapar. Kimileri köprüye gider yazın sıcağında, kışın soğuğunda balık tutar, kimi fosur fosur nargile içer, kiminin aklı fikri tıkınmaktır, yer yer yer, öküz gibi yer, fil gibi yer… Kimi para kimi pul koleksiyonu yapar… Kimisi televizyonun karşısına geçer sersemleşinceye, aptallaşıncaya kadar seyreder… Kimi burnunu karıştırır, kimi dedikodu eder… Bendeniz de sanat ve kültür değeri olan eşyalar alırım. Bunlara fazla para vermem. Diyelim ki, otomobilinize 100 liralık benzin aldınız, bir hafta sonra duman olur gider… Pahalı bir yemek yediniz, o da gider… Benzinden, yemekten, giyimden kuşamdan, lüks harcamalardan tasarruf ederim, bu sayede bir yığın kitaba, hat levhasına, belgeye, madenî ve porselen eşyaya, cam ve opelin objelere, güzel kumaşlara sahip olurum. Sanırım en faydalısını ben yapıyorum. Bu ülkede, bu fakir gibi yüz bin meraklı olsa geleneksel el sanatlarımız ilerler, en az bir milyon kişi bunları üreterek, satarak, ihraç ederek ekmek yer, geçinir.

(4) Kapalıçarşı’da hiçbir şey yapmadan sadece gezebilirsiniz. İç Bedestene gidip oradaki küçük dükkanların vitrinlerine bakmak bile başlı başına bir zevktir. Kapalıçarşı küçük bir dünyadır, bazen bir halıcının önünden geçerken âniden dururum, vitrinde hârikulade bir halı teşhir edilmektedir.Benim param onu satın almaya yetmez, zaten halıya da ihtiyacım yoktur. Bakmak parayla değil, yasak da değildir. Halının renkleri “biz tabii boyalarız.” diye seslenirler… Antika eşya satan dükkanların vitrinleri birer müze vitrini gibidir. Eski Çin ve Japon porselenleri, opelin eşya, 19’uncu asırdan kalma renkli cam fânuslar, nefis işlemeleriyle göz kamaştıran gümüşler… Bağa eşya… Seyyar anahtarla kurulan antika saatler, tarihî çiniler, mermerden çeşme aynaları, sandıklardan çıkma eski zaman elbiseleri, kadifeler ve neler neler…

(5) Örücüler Kapısı’nın sağ iç tarafında Dr. Süleyman Bey’in el dokuması kumaş mağazası bulunur. Tıp doktorluğunu bırakmış, kendisini bu işe vermiş. Benim elimden gelse Süleyman Bey’e imkân sağlarım; beş sene içinde Türkiye’nin her yerinde onbinlerce el dokuması kumaş üreten tezgâh kurdurtur, bunların ürünleri ihraç edilir, nice vatandaşımız ekmek teknesine sahip olur. Kapalıçarşı’da Süleyman Bey’inkinden başka el dokuması kumaş satan dükkanlar da var. Buralara kültürlü, seviyeli turistler de geliyor. Bir iki ay önce Süleyman Bey’in dükkânında uzun boylu, gök gözlü, saçları açık renkli iki yaşlı kişiye rastladım. Şimdiye kadar hiç duymadığım bir lisanla konuşuyorlardı. Nerelisiniz diyesordum? Biz Eskimo’yuz dediler.Norveç’in kuzeyinde yaşıyorlarmış. Bakın, ta nereden İstanbul’a gelmişler, Kapalıçarşı’da Dr. Süleyman Bey’in el dokuması kumaş satan mağazasını bulmuşlar… Kimse üzerine alınmasın, biz Türkiyeliler maşallah hem yatakta uyuruz, hem ayakta uyuruz. Kapalıçarşı’daki el sanatı dükkanlarından bize ne?

Dr. Mustafa Ak Bey dostumuzun laboratuarında kan tahlili yaptırttım; zararlı kolesterolüm maalesef çok fazla çıktı. Perhiz yaparak normal seviyesine indirmiştim, son Ramazanda iftar ziyafetlerine çağırdılar, ben yemem dedikçe

“bir kereyle bir şey olmaz”

diyerek yedirttiler.

“Bir kereler”

çoğaldı, sonunda perhizim bozuldu. Şimdi tekrar perhize başladım. Hayvanî yağ tüketmiyorum. Kapalıçarşı’da Ay Kafe’nin sahibesi Uzay Hanım kolesterolü 15 günde normal seviyesine düşürecek şu formülü tavsiye etti:

Büyük bir su bardağına bir kaşık gerçek bal, bir kaşık gerçek elma sirkesi, üzerine su koyuyorsunuz, güzelce karıştırıp günde böyle üç bardak içiyorsunuz…

İnşaallah faydasını görürüm.

Damarları temizlemek, kanı arıtmak, kalbi takviye etmek için, şişeler içinde hazır satılan karabaş otu suyu ile melisa suyunu da kullanmakta yarar var. Balık yağı, ceviz, b1 ve B6 vitaminleri de kalp dostudur. Tabiat aleminde bütün hastalıkların ilaçları vardır. Eskiden insanlar bunları biliyor ve kullanıyorlarmış. Modern tıp ve ilaç endüstrisi bu bilgileri büyük ölçüde körletmiş. Zannımca şifalı tabiî ilaçların yüzde doksanı artık tanınmıyor, bilinmiyor. Eski kaynakları, kitapları araştırarak bunları yeniden kullanılır hale getirmek gereklidir.

Bizim tüketmediğimiz, çöpe attığımız nice şeyde ilaç ve şifa bulunmaktadır. Mesela, kiraz sapları… Bunlar kurutulur, sonra çayı yapılıp içilirse böbrek ve idrar yolu hastalıklarına iyi geliyor. İnsanın cildine temas edince yakan, kızartıp kabartan ısırgan, kanseri önleyen ve tedavi eden özelliklere sahiptir.

Siyah üzümün çekirdekleri kanser dahil bir çok hastalığa ilâçmış. Gönül arzu eder ki, ülkemizde tabiî (naturel) tıp konusunda araştırma enstitüleri kurulsun, unutulan binlerce çeşit tabî ilaç bulunsun ve bunlarla hastalar tedavi edilsin. Böyle bir şey kimyasal ilaç endüstrisinin işine gilmez. Çünkü kârlarına kazançlarına kesat gelir.

Bir ara bir doktorumuz zakkumdan kanseri tedavi eden bir ilaç çıkartmak konusunda tecrübeler yapmış, teşebbüse girişmişti, Ortodoks tıp kilisesi mensupları adamcağıza dünyayı dar ettilerdi. Duyduğuma göre Türkiye’de barınamamış, Amerika’dan dâvet almış, orada araştırma ve çalışmalarına devam ediyormuş.

Üç dört yıl önce gazeteler yazdı. Çanakkale’de bir adamcağızın kalbine giden üç damar tıkanmış, çok sıkıntı çekiyormuş, bazen nefes almakta zorlanıyormuş, perişan vaziyetteymiş; doktorlar açık kalp ameliyatı olacaksın, tıkanan damarların yerine vücudunun başka yerlerinden alınacak damarlar konacak demişler. Bu ameliyat çok ağırdır, saatlerce sürüyor, testereyle kaburga kemikleri kesiliyor… Çileli, zahmetli, ıstıraplı, riskli bir iş. Adamcağız cesaret edememiş, sonra Adana’da şifalı bitki suları ve yağlarıyla tedavi eden bir zatı duymuş, onun ilaçlarıyla bir kaç ayda sağlığına kavuşmuş. Daha sonra kendisini muayene eden doktorlar şaşırıp kalmışlar “Sen ne yaptın da damarların açıldı” demişler.

Konu uzadı… Kolesterol ve damar tıkanıklığı konusunda sıkıntısı olanlar, yine de bir doktordan izin almak şartıyla yukarıda verdiğim elma sirkesi, bal, karabaş otu, melisa suyu reçetesini kullansınlar. Tekrar ediyorum: Elma sirkesi ve bal mutlaka yüzde yüz saf ve tabii olmalı. 20 Şubat 2006