Salı

 

Pek içaçıcı değil ama sezgilere dayanan korkularımı açıkça yazmak istiyorum. Türkiye Müslümanları kara, zorlu, zahmetli, sıkıntılı günlere doğru yürüyor. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş…Düne, bugüne bakarsak yarın hakkında tahminlerde bulunabiliriz.

Otuz beş senedir “Herşey iyi olacak… Pembe günler gelecek… Zafer yakındır… Sıkıntılar geçecek… Düze çıkacağız…” edebiyatını işittik. Lâkin beklenen kurtuluş, selâmet, felâh, saâdet bir türlü gelmedi. Gerçi arada bazı açıkgözler köşeyi döndü, küçük bir zümre epey voli vurdu, fakat çoğunluğu teşkil eden Müslüman ahalinin üzerine güneş doğmadı.

Türkiye Müslümanları son otuz beş sene içinde selâmete ve emniyete kavuşabilirlerdi. Bunun için de bazı şartları yerine getirmeleri, birtakım esbaba tevessül etmeleri (sebeplere yapışmaları) gerekiyordu. Bu yapılmamıştır.

Şimdiye kadar birkaç kere yazdım, tekrar ediyorum:

Birtakım adamlar ve klikler Müslümanları satmışlardır…İslâmcı görünen ve geçinen bazıları İslâm dâvâsına hıyânet etmişlerdir…

Müslüman kütle, nâdir istisnâlar dışında son otuz beş yılı gaflet ile geçirmiş, nur topu günlerin kanına girmiştir.

İslâm dâvâsının ekini, henüz gök iken ve başak vermemiş iken birtakım din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları tarafından biçilmiş ve bunca emek boşa gitmiştir.

Bazı uğursuz, musibet, meymenetsiz, şerli adamlar yüce dinimizi, mukaddes dâvâmızı rant kaynağı haline getirmişler; maddî ve mânevî ganimet devşirmeye kalkmışlar ve sonunda nice çileli hizmetleri berbat etmişlerdir.

İslâm dini ve dâvâsı nasıl yücelir? Elbette ki, Allah’ın kitabı olan Kur’ân-ı Azimüşşana uyarak, o kitabı düstur edinerek… Kur’ân’dan sonra Resûlullah’ın (Salât ve selâm olsun O’na) Sünnetine uymak gerekirdi. Üçüncü olarak da, Sâlih Selefler dediğimiz (Allah onlardan razı olsun) din büyüklerinin izlerinden yürüyerek, metodlarını tatbik ederek.

Maalesef bazı İslâmcılar bunları bıraktılar ve nefs-i emmârelerine uyarak Nemrud’luk, Firavun’luk yollarını seçtiler. Yüce dinimiz veŞeriatımız yalanı şiddetle yasak ediyor, onu kebâirden (büyük günahlardan) sayıyordu; onlar bol bol yalan söylediler ve Müslümanları aldattılar.Yüce dinimiz emanetlerin (işlerin, makam ve mevkilerin, hizmetlerin) ehil ve layık olanlara verilmesini emrediyordu. Onlar bu emri de çiğnediler ve emanetleri ehil olmayan yakınlarına, eşlerine dostlarına, avanelerine dağıttılar. Din-i Mübin-i İslâm söz verildi mi, bunun mutlaka tutulmasını emrediyor. Onlar bu temel ilkeyi de çiğnediler; yapamayacakları şeyleri bol bol vaad ettiler ve yapmadılar.Dinimiz istişâreyi (danışmayı) emrediyordu. Onlar ümmetin işlerini ehil ve mutemen (güvenilir) müsteşarlara (danışmanlara) sormadılar, kendi kafalarına göre bir sürü yanlış iş ettiler. Dinimiz ve Şeriatımız birlik, beraberlik, ittifak, vifak içinde bulunmamızı emrediyordu. Onlar Ümmet-i Muhammed’i bin hizbe, fırkaya, cemaate, parçaya böldüler ve hezimete sebebiyet verdiler.

Evet son otuz beş yıl zarfında İslâm dâvâsı birtakım bayağı, düşük, yetersiz, harîs, ehliyetsiz, çapsız insanlar ve gruplar tarafından mıncıklanmıştır. Din ve mukaddesat paraya, servete, maddî menfaate, şöhrete, makam ve mevkiye, riyâsete, halkın alkışlarına âlet edilmiştir.

Son otuz beş yıl içinde milyonlarca din kitabı bastırılmış, lakin bunların içindeki bilgilerle amel edilmemiştir.Her eve Kur’ân meâli, tercümesi, tefsiri, girmiş; lâkin Kur’ân hayata uygulanmamıştır. Peygamberin hadîsleri okunmuş, lâkin onlardaki hükümler, öğütler, yasaklar hayata geçirilmemiştir.Evliyaullahın menkabeleri kitaplaştırılmış, lâkin bu menkabelerden ders ve ibret alınmamıştır.

“Nadir istisnâlar…” demiştim. Yakın tarihimizde ihlâs ile, garazsız ivazsız, dünyevî bir ücret talep etmeden ve almadan, sırf Allah’ın rızasına dönük olarak İslâmî hizmetler yapanların ellerinden ve eteklerinden öperiz. Onlar bizim baştacımızdır, veliyyinimetlerimizdir. Meşrebleri ve metodları ne olursa olsun, onlara derin ve samimî hürmet besliyoruz ve kendilerini rahmetle anıyoruz, ruhlarına Fatiha’lar gönderiyoruz. Bediüzzaman’ı, Abdülhakim Arvasî’yi, Erbilli Esad Efendi’yi, İskilipli Âtıf Efendi’yi, Silistreli Süleyman Efendi’yi, Erzurumlu Ömer Nasuhî Efendi’yi, Muhammed ZahidEfendi’yi, Adanalı Sami Efendi’yi ve diğer büyükleri tâzim ve hasretle anmaktayız. Onların yolundan giden, onlar gibi ihlâs ve istikametle hizmet eden, onların yaptığı gibi, dinî hizmetlerin ücretini âhirette Yüce Allah’tan bekleyen büyüklere minnet ve teşekkürümüz sonsuzdur. Şefaatleri üzerimize sâyeban olsun!

Zühdsüz, yâni dünyaya ve dünya menfaatlerine sırt çevirmeden gerçek islâmî hizmet yapılamaz. Hem dine hizmet edecek, hem din ticareti ile zengin olacak, makam ve mevki elde edecek…Böyle bir şey mümkün değildir.

Resûlullah Efendimiz “Ben yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. Bütün İslâmî hizmet ve faaliyetler, Resûlullah’ın yüksek ahlâkının ışığında, O’na uyarak, O’nu taklid ederek yapılabilir. O’nun ahlâk ve sünnetine uymayan hizmetler, zâhirde hizmet gibi görünseler de, aslında hezimettir.

Birtakım gafil Müslümanlara haber veriyorum: Böyle giderse ülkemizde de Amerikalılara yüzde yüz bağımlı bir uydu sistem kurulacak ve şu vatan Müslümanlara zindan yapılacaktır. Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi için, ABD ordusunun ülkemizi işgal etmesi ve bir Amerikan generalinin “Türkiye Genel Valisi” tâyin edilmesi gerekmez. Bu işi seve seve yapacak adamlar ve klikler vardır.

Amerika’nın iki yüzü vardır.Olumlu yüzünde nesli tükenmeye yüz tutmuş bir kuş veya nebat cinsi için çalışıp çabalamak, para harcamak gibi iyi şeyler vardır; öbür yüzünde ise fâcialar, zulümler, kandökücülük görülür. Halk yığınlarının haberi yok ama Afganistan’da binlerce mâsum Müslüman feci şekilde katledilmiştir. Irak’ta, Amerikan ambargosu yüzünden bir milyondan fazla mâsum ve zavallı çocuk, gıdasızlık ve ilâçsızlık dolayısıyla ölmüştür. Şu satırları yazdığım sırada kardeş ve komşu Irak’ın tepesine gökten ölüm bombaları ve füzeleri yağıyor… Küba’daki Guantanamo AmerikanÜssü’nde altıyüz elli Müslüman esir, hayvan muamelesi görüyor, onlara Uluslararası Cenevre Sözleşmesi’nin tanıdığı haklar verilmiyor. Kızılhaç’ın o üssü kontrol etmesine imkân tanınmıyor. 26 Mart 2003