Karagürûh (I)
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazar
Bir Azerî gazetesini okurken “karagürûh” tâbirini gördüm, alakamı çekti. Gürûh Farsçadır; cemaat, bölük, takım, zümre, grup, topluluk mânâsına gelir. Yazılarımda Arapça “Gürûh-i lâ yüflihûn” tâbirini zaman zaman kullanırım, iflâh olmaz topluluk demektir.
Karagürûh kara, necis, pis, uğursuz bir zümreye verilecek ne güzel ünvandır. Maalesef zamanımızda İslâm ve Türk dünyasında nice karagürûhlar türemiştir. Allah ülkelerimizi, milletlerimizi, devletlerimizi bu şerirlerin şerlerinden muhafaza buyursun.
Osmanlı devlet-i ebed-müdetini karagürûhlar yıkmıştır. Onların dini imanı para, maddî menfaat, dünya zenginlikleri, nefs-i emmâre, ihtiras ve azgınlıkları, şehevatın her türlüsüdür. Kimi dinsizlik, ilhad, zındıklık adına bayrak kaldırır, kimileri din adına. Rivayât ve vasıtalar muhtelif (çeşitli) olsa da maksut (amaç, gaye) birdir: Akçe devşirmek, mal mülk edinmek, zengin olmak, saltanat sürmek, riyaset elde etmek, ün ve alkış kazanmak.
Karagürûh Türkiye’de son onbeş yirmi yıl içinde çok güçlendi, çok azdı, çok kudurdu. Onların ecdâdı vaktiyle Osmanlı devletini yıkmışlardı, şimdikileri cumhuriyetin mezarını kazmak için bin türlü şenaat, rezalet, namussuzluk, rüşvet, irtikâb etmektedir.
Bunlarda vatansverliğin, hamiyetin, namus ve şerefin zerresi yoktur. Memleketi babalarının çiftliği, halkı da kul ve köle olarak görürler. Vatanseverlik edebiyatı yapmalarına aldanılmamalıdır. Onlar bu vatanı, bu halkı, bu devleti; mandırasını ve ineklerini çok seven bir mandıracı gibi/kadar sever. Vatana, halka, devlete olan muhabbetleri garazsız ivazsız değildir, menfaat karşılığıdır.
Renkleri, meşrebleri, kökenleri, ideolojileri, dünya görüşleri ne olursa olsun soymakta, talan etmekte, ganimet toplamakta, eşkıyalıkta, haram yiyicilikte hepsi bir ve müttefiktir. Aralarında devamlı hırlaşma da olur. Yağma ve talan hususunda anlaşamazlar, bütün ülkeyi zimmetlerine geçirseler doymazlar. Onlar öylesine aç köpeklerdir ki, kendileri şu Arz verilse yanında Kamer’i de (ayı) isterler.
Fahr-i Kâinat Resûl-i Kibriya aleyhisalatü vesselam şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu mala (servete) doymaz. Bir vâdi dolusu malı olsa, ikincisini ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” Karagürûhu ne kadar güzel anlatır bu hadîs. Resûlullah Efendimiz insanların efsahıdır, yâni en güzel konuşanıdır. O’nun unvan ve lakablarından biri de “Efsahü’l-Arab”tır. Bir iki satırlık kısa hadîslerde ne büyük ilimler, hikmetler mevcuttur.
Karagürûh yakın tarihimizde Türkiye’ye ne gibi kötülükler yaptı? Bunlar saymakla tükenmez. Kısaca özetlense yine de kocaman bir kitap olur. Bazılarını sayayım:
1. Edebî-yazılı Türkçeyi batırdılar, bitirdiler, bundan yüz yıl kadar önce iki yüz bin kelimelik bu zengin lisanı birkaç bin kelimeli bir aşiret, kabile, ilkel kavim lisanı seviyesine indirdiler. Eski güzel lisanımızdaki binlerce kelimeyi kökleri Arapçadır, Farsçadır diye attılar, yerlerine uyduruk, Moğalcadan gelme, çirkin sözcükler türettiler, onların da çoğu tutmadı ve Fuzulî’lerin, Bakî’lerin, Nedim’lerin, Ziya Paşa’ların, Namık Kemal’lerin o güzelim lisanı şimdi ahenkten ve musikiden mahrum rekâketli, takırtılı tukurtulu bir arı ve özdil oldu. Olanak, olasılık, imge, simge, betik, kent, irdelemek…
Yazılı ve edebî lisan bir toplumun medeniyet, kültür, tefekkür (düşünce) sanat âlet ve vasıtasıdır. Lisan yozlaşınca, lisan elden gidince her şey çöker. Kuru zekâ para etmez, zekâ ancak ve ancak zengin bir lisan kültürü ile hizmet görebilir. Türkiye’nin düşmanları, zengin edebî-yazılı Türkçeyi körletmek suretiyle bu ülkeye ve bu millete en büyük kötülüğü yapmışlardır. Bu kötülük bilmeyerek, gaflet ile mi yapıldı? Hayır hayır, kasıtlıdır, müteammiden işlenmiştir bu cinayet, bu “dil-kırım.”
2. Karagürûh Türkiye’nin, Türkiye milletinin tarihine de nice suikastler etmiştir. Onlar, hakikî tarihi karanlıkta bırakıp onun yerine sun’î, yapay, uyduruk, mitolojik, prefabrik bir tarih uydurmuşlardır. Onlar milletimizin, devletimizin, ülkemizin büyüklerini, ecdadımızı kötülemişler, yerin dibine batırmışlar, sahte kahramanları ise göklere çıkartmışlardır. Tarih bir toplumun kollektif (mâşerî) hâfızasıdır.Yozlaşır, tahrife uğrarsa millet hâfızasını kaybetmiş olur ve yabancılaşır. Tarihine, atalarına söğüp sayan bir topluluk iflâh olur mu hiç?
3. Onlar bu memleketin, bu milletin millî sanatına, millî mimarîsine, millî olan her kültürel değerine sanki savaş ilân etmişlerdir. Japonya Batı âleminin, Batı medeniyetinin pozitif ve tecrübî ilimlerini, silâhlarını, tekniğini, nice sosyal kurumlarını taklid ve iktibas etti ama kendi hüviyetinden, kendi millî sanat ve geleneklerinden asla tâviz vermedi, onları horlayıp aşağılamadı. Japon canı istediği zaman kimono giyiyor. Japon; son derece zor ve çetrefil Japon yazısı ile okuyup yazıyor; Japonya’da bu alfabe ile bir tanesi günde 13.5 milyon satan günlük gazeteler çakartılıyor. Japonya’da dört yüzden fazla üniversite var, bu ilim ve teknik merkezleri o ülkeye nice Nobel ödülü kazandırmış; teknik ve ilimde harikalar meydana getirmiştir. Japonlar kendi millî ikebana, çay hazırlama, okçuluk, bahçecilik, cüceağaç sanatlarını kıskançlık ve hassasiyetle muhafaza etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktıktan sonra yapılan bütün baskılara ve sinsî çürütme suikastlarına rağmen kendi hüviyetlerine bağlı kalmışlardır. Japonya Asya’nın doğusunda, Türkiye batısında bir ülkedir. Onlar millî kimliklerine bağlı kalarak yüceldiler, biz Batı’nın tamamını iktibas etmek (almak) istedik ve geriledik, battık, dejenere olduk. Bu gerileme ve batışta, karagürûh’un yanlış reçeteleri, bozuk ideolojileri büyük rol oynamıştır.
4. Karagürûh ahlâk tanımaz, bütün faziletlere ve ahlâk değerlerine yabancıdır. Onlar için paranın, malın, servetin helâli ile haramı arasında hiçbir fark yoktur. Onlar bir milyon dolar haram parayı, bin dolar helâl paradan değerli görürler. İşte Türkiye’yi bu kafalar batırmıştır. Karagürûh daha okulda öğrenci iken kopya çekerek, okulu asarak, ders çalışmayarak vatan ihaneti stajına başlar. Hayata atıldıktan sonra da zengin olmak, çok para kazanmak, makam ve mevkii elde etmek için her haltı yer. Karagürûhta iffet ve namus kavramı mevcut değildir. Milletin kadın ve kızları onun nazarında birer seks, zevk, şehvet âletidir. Karagürûh yaban domuzlarına benzer. Bu zararlı hayvanlar bir bahçeye, bostana, tarlaya girdiklerinde sadece bir kısım mahsulü yemekle kalmazlar, geri kalanlarını da çiğneyerek, kırıp dökerek, ezerek, tarümar edip bitirirler. Geceleyin yaban domuzlarının uğradığı bir bahçe sabahleyin savaş meydanı, yangın yeri gibi görünür. Karagürûh ülkemizi yaban domuzları gibi tahrip ve talan etmiştir. 07 Ekim 2002