PazartesiHİTLER 1939’da Polonya’ya saldırmamış ve Sovyetler Birliği ile birlikte o ülkenin bağımsızlığına son vermemiş olsaydı, 2. Dünya Savaşı patlamayacak ve bugün bambaşka bir dünyada yaşayacaktık.

Şimdi Amerika, başına gelen korkunç felâketten sora, gaflet ile 3. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlemeye hazırlanıyor. Hitler’in hesabında ve planlarında dev bir savaş yoktu. Südetler bölgesini ve Çekoslavakya’yı aldığı gibi Polonya’nın yarısını da kolayca alacağını sanıyordu. Zaten Almanya, İngiltere ve Fransa’ya savaş açmamış, bu iki devlet savaş kararı almışlardı. Hitler, çeşitli yollardan savaşı önlemeye çalışmış; İngiltere ve Fransa Polonya’yı boşaltması şartında direnmiş ve sonunda dünya kan ve ateş içinde kalmıştı.

Amerika Afganistan’a saldıracak deniliyor. Amerika bir dev, Afganistan küçük ve geri bir ülke. Lakin coğrafya bakımından Asya’nın İsviçresi olan bu ülkeye saldırmak kolaydır da, bir kere içine girildi mi, çıkmak çok zordur. Sovyetler Birliği’nin altı yıkılış sebebinden biri de Afganistan’daki talihsiz savaşıdır.

Amerika Vietnam’daki savaşı kazanabilmiş miydi? 600 bin asker gönderdi. Dehşetli silahlarla vurdu, yine de yenemedi ve bin türlü zarar, ziyan, yıkım ile çekilmek zorunda kaldı. Vietnam, denize sahili olan bir ülkeydi, Afganistan’ın denizi de yok.

Pakistan Amerika’ya yardımcı olacakmış, üs verecekmiş, hava sahasını kullandırtacakmış. Bunlar lafta ve teoride kolay, tatbikatta çok zor şeylerdir. Pakistan halkı, topraklarının başka bir İslâm ülkesini ve halkını yok etmek için kullanılmasına razı olmaz, böyle bir şeye izin vermez.

Rusya Federasyonu da Amerika’ya destek verecekmiş. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya’nın Afganistan’la müşterek sınırı kalmamıştır. Rusya demek, birtakım Orta Asya ülkeleri demek, mafya ve uyuşturucu demektir. Amerika böyle bir eşek arısı kovanına girerse bir daha zor çıkar.

Bizim medyamızdaki bazı gayr-i ciddi yazarlar ve düşünürler Amerika’nın başlıca hedefleri olarak Irak’ı, İran’ı, Libya’yı, Sudan’ı da sayıyorlar. Bunlar gülünç tahminlerdir. ABD, süper güç de olsa, dünyanın jandarması da olsa bu kadar ülkeye birden saldırmaz, saldıramaz. Çünkü bu ülkelerde konvasiyonel, klasik manada savaş olmayacak; iş kısa zamanda gerilla savaşına dönüşecektir.

Gelelim Türkiye’nin durumuna: Ülkemiz bu fırtınaya çok kötü bir zamanında yakalanmıştır. Ülkede her şey dibe vurmuş vaziyettedir. Siyaset bitmiştir, iktisat ve finans iflas halindedir, nice temel müesseseler çürümüştür. Tarih boyunca görülmemiş bir kaht-ı rical (adam yokluğu, beyinsizlik) hüküm sürmektedir. “Amerika’nın yanındayız, onu destekliyoruz” edebiyatını yapmak kolaydır ama, sonra ne olacak?

Amerika Irak’a saldırdıktan sonra, başkan Clinton “Bundan sonra yeni bir dünya düzeni başlıyor” meâlinde bir lâf etmişti. Dünya düzeni lâfla olmaz. Onun düzenden kasdettiği bir pax’tı, bir barıştı. Amerika, son on yıl içinde bu barışı sağlayamamıştır. İsrail’e bağımlılığı Amerika’nın en çürük tarafıdır.

11 Eylül’deki saldırı bazı Arap ülkelerinde duyulunca halk sokaklara dökülmüş, şenlik yapmış, kamplarda yaşayan birtakım Filistinli kadınlar helva pişirip dağıtmışlar. Niçin? Şu kadar adam öldü diye değil elbette. Kendilerine haksızlık yapan Amerika’nın vurulduğuna, prestijini yitirdiğine sevindikleri için.

İslâm dünyasında Amerika’ya karşı genel bir nefret ve kırgınlık var. Çünkü kendi sınırları içinde adalete önem veren Amerika, insanlık çapında âdil değil.

New York’ta otuz bin kişi ölmüş olabilir deniliyor. Masum insanların ölmesi, öldürülmesi, haksız yere kan dökülmesi çok kötü bir şeydir. Lakin Amerika Vietnam’da, Irak’ta çok kan dökmüştür. Filistin’de dökülen kanların vebali Amerika’ya aittir. Hiroşima ve Nagazaki’de tepelerine atom bombası atılarak vahşice öldürülen Japonların ahı şimdi aradan şunca yıl geçtikten sonra Amerika’yı yakıyor. İleride kimbilir daha neler olacak.

Dünya artık eski dünya değil. Medeniyet ve teknik ilerledikçe savaşlar, silâhlar, çarpışmalar, yangınlar daha şiddetli ve dehşetli oluyor. Kutsal kitaplarda haber verilen âhir zaman alâmetleri zuhur etti. Dünyanın ve insanlığın tepesinde kara bultular dolaşıyor. Yarınlarımız ne gibi hadiselere gebe, bilmiyoruz. Endişeliyiz, korkuyoruz, tedirginiz.

Müslümanlara dua etmelerini, imkânı olanların fakirlere yardım etmelerini, günahlardan ve azgınlıklardan vaz geçmelerini, tûl-i emeli terketmelerini tavsiye ederim.

Öyle günler gelebilir ki, yer yerinden oynar, evlerden (onlar da sağlam kalırsa) sokağa çıkmak imkanı bulunamaz.

Elli kadar tarım kuruluşu gazetelere ilan vererek, “Bu gidişle Kasım ayında ekmeksiz kalabiliriz” uyarısında bulunmuşlar, idarecileri tedbir almaya çağırmışlardı. Bu yıl, aşırı kuraklık yüzünden buğday yetişmemiş. Bir de savaş olursa ne yapacağız?

Ülkemizdeki kriz dolayısıyla milyonlarca vatandaş sıkıntı, sefalet, işsizlik, aşsızlık içinde kıvranıyor. İntihar edenlerin, çıldıranların, çoluk çocuğunu doğrayanların haberlerini medyadan öğreniyoruz. Dinden uzaklaşmış zengin tabaka bu faciaları umursamıyor. Bari gerçek, şuurlu, vicdanlı, merhametli Müslümanlar harekete geçsin. Zekatlar fakirlere, muhtaçlara verilmelidir. Tüzel kişilere (dernek, tarikat, parti, vakıf) zekat verilemez. Tüzel kişilere verilen zekatlar zekat sayılmaz.

Soğuk kış günleri kapımızda, imkânı olanlar fakir bir ailenin odununu kömürünü alırlarsa büyük sevap kazanırlar. Çocuklar, ihtiyarlar, hastalar ısıtılmamış bir evde kışı nasıl geçirecekler?

Allah’ın bize verdiklerinden biz de başkalarına bir miktar verelim. Kur’ân böyle tavsiye ediyor, Peygamber böyle öğüt veriyor. Vicdan da bunu emrediyor.

Dinsizlik, ahlâksızlık, din sömürüsü, münafıklık, azgınlık, kokuşma bizim eski güzel adetlerimizi, geleneklerimizi erozyona uğrattı. Gaflet, dalalet, sapıklık, azgınlık, fuhuş, zina, işret, riba, saçı bitmedik yetimlerin hakkını yemek, devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak, hileli iflaslarla ülkeyi ve devleti milyarlarca dolar zarara uğratmak Türkiye’nin temellerini sarstı. Allah encamımızı hayr etsin. 18 Eylül 2001