Karışık
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Salı
Evvelki salı günü akşama doğru Fatih’te Nezafet Hanım’ın lokantasında yemek yedim. Yanımda biri vardı, karnımızı iyice doyurduk, iki kişi için beş milyon lira ödedim.
Akşam ezanı okundu, Fatih Camii’ne gittik. Sadece bir buçuk saf cemaat vardı. Yazıklar olsun! Fatih gibi nüfusu kalabalık, dindarı bol bir yerde bu kadar az cemaat olur mu? “Onlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular…”
Eminönü Belediyesi’nin Cankurtaran Tren İstasyonu yanındaki sosyal tesislerin erkeklere ait mescidine, onbir hüsn-i hat levhası astırdım. Bir buçuk senedir, ha bugün ha yarın derken bu iş de bitmiş oldu. Şimdi sırada bitişikteki kadınlar mescidine birkaç levha asmak var. İnşaallah önümüzdeki seçimlerde (yapılabilirse) Eminönü’nü Saadet Partisi kazanır da, zikri geçen mescidler açık kalır.
Yıllarca önce alıp bir kenara koymuş olduğum dört renkli litografya baskısı, bir Medine-i Münevvere resminin renkli fotokopisini yaptırttım. Bunu paspartulu bir çerçeveye koydurup bir yere asacağım. Bundan yüz sene önce yapılıp basılmış eski Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevere resimleri ne kadar güzeldir. Şimdi o kutsal şehirlerimiz berbat gökdelenlerle, beton heyulalarla dolduruldu. Keşke Yemen’deki bazı şehirler gibi Mekke ve Medine de tarihî ve kültürel yapıları bozulmadan korunmuş olsaydı.
Benim esas işim, mesleğim, faaliyet saham yayıncılık ve kitapçılıktır. Maalesef buna vakit ayıramıyorum. Geçen senenin baharında beş yeni kitap çıkartmıştım. Sözde her ay beş altı kitap yayınlayacaktım, fırsat bulamadım. Şu anda birkaç yeni kitabın yayın hazırlıkları içindeyim. Çıkartabilirsem, özel kütüphanesi olan veya böyle bir kütüphane kurmak isteyenlere destek vermek maksadıyla, bir imza günü yaparak gerçekten çok ucuz bir fiyatla sunacağım. Yeni kitaplar, Türkiye nüfusuna nisbetle çok az sayıda basılabildiği için pahalıya mal oluyor, yüksek fiyatla satılıyor, bittabi herkes alamıyor. Zaten Müslüman kesimde zenginler, varlıklılar kitap almaz ve okumaz. Öğrenciler, dar gelirliler içinde az sayıda kitap meraklısı vardır, onların da maddi gücü yetişmez. Müslüman cephenin kodamanları kitap, kültür, düşünce, sanat, medeniyet işlerine önem verseler bir-iki milyon liraya satılacak ucuz kitap serileri yayınlatabilirler. Çok az kâr konur, sürümden kazanılır.
Bundan yirmi sene kadar önce haftada en az üç gün Sahaflar çarşısına gider, torba torba eski kitap alırdım. Rahmetli Necati Bey’in dükkânı karmakarışıktı ama adeta bir hazine idi. Rafları karıştırır, yığınları eşeler, hayli kitap bulurdum. Ardından zorlu bir pazarlık… Sonra bunları eve götürür, güzel bir çay demler, gözden geçirmeye başlardım. Kitap okumak, bilgi edinmek ne büyük bir nimet, ne büyük bir zevk, ne büyük bir mutluluktur. Sözle anlatmak mümkün değil, yaşamak gerek… Artık Sahaflar çarşısında, eski usul sahaf dükkânı kalmadı gibi. Beyoğlu’nda, Kadıköy’de sahaflar var, onların da çoğunun fiyatları bizim kesemize uygun düşmüyor. Ayda bir kere Galatasaray hamamının karşısında Hasan Bey’in eski kitap dükkânına gidiyorum. Bir iki torba kitap alıp eve dönüyorum. Zaten ev de dolmuş vaziyette. Duvarlarda levha asacak boş yer kalmadı, kütüphanelerin rafları lebalep dolu. Kıyıda köşede öbek öbek kitap var. Karışıklık oluyormuş, varsın olsun. Kitapsız, kültürsüz, sanatsız, medeniyetsiz, fikirsiz bir nizamı ve intizamı, kitaplı ve kültürlü bir nizamsızlığa tercih etmem.
Bu kış biraz kar yağdı, fazlaca soğuk oldu diye, şehirde hayat günlerce sanki durdu. Geçen gün Sultanahmet’ten Eminönü’ne kadar yürüdüm, yolların kenarında karlar duruyordu. Asfaltların bir kısmı delik deşik olmuştu. Birkaç ay önce yapılan bazı kaldırımlar bozulmuştu. Kötü iş yapan müteahhitlere ve yaptırtan belediyelere rahmet okumuyorum.
Antika kitap ticaretiyle meşgul olan bir dostumuz, birkaç hafta önce Kadıköy’de bir yerden elli bin dolara İran’da Safevîler devrinde yazılmış müzehheb bir Kur’ân-ı Kerim satın almış. Kadıköy meydanından geçerken birkaç kişi yolunu kesmiş, Mushaf-ı şerifi elinden zorla alıp kaçmışlar. İstanbul maalesef Çamlıbel’e döndü. Eskiden eşkıya dağlarda, ıssız yollarda, kırsal kesimde faaliyet gösterirmiş. Şimdi şehir merkezlerinde kol geziyor. Ülkemizde güven kalmadı.
Sinema filmi ve şarkı CD’si satan birkaç dükkâna gittim. Hayret, birtakım müstehcen, iğrenç porno filmleri serbestçe satılıyor. Bunların satışı yasak değil midir? Yasaksa nasıl satılıyor? Bu satışlara kimler göz yumuyor? İstanbul Valisi Beyefendinin dikkatlerine arz ederim.
Akşehir’den yeni gelen bir dostum anlattı. O taşra şehrinde tam dört tane “Ne alırsan bir milyon liraya” dükkânı açılmış. Bu ticarethanelerde birkaç işe yarar, lüzumlu şeyler dışında yüzlerce çeşit faydasız şey satılıyormuş. Açıkgöz ve çalışkan Çinliler arılar ve karıncalar gibi gece gündüz çalışarak bin türlü saçma sapan ıvır zıvır eşya üretiyorlar, bunları gemilere yükleyip bütün dünya ülkelerine, bu arada bize gönderiyorlar ve halkımız kapış kapış satın alıyor.
Gazetenin birinde okudum, çok güldüm. İktisadî kriz dolayısıyla ihracatta patlama olmuş. Dışarıya neler satıyormuşuz bir bilseniz. Kurbağa eti, tavuk bacağı gibi marjinal şeyler. İhracat deyince insanın hatırına otomobiller, elektronik eşya, bilgisayarlar, makineler, tezgahlar gelir. Tavuk bacağıyla, kurbağa etiyle ne kazanılabilir ki? Tekstil ve konfeksiyon sahasında biraz varlık gösterebiliyorduk, 2005 yılında gümrük sınırları kalkacakmış ve Çin, ucuz kumaşlarıyla, konfeksiyon mallarıyla piyasayı silindir gibi ezip geçecekmiş. Son otuz yılı üretmeden, adam gibi çalışmadan, helal ve verimli kazançlara yönelmeden geçirdik. Faiz, avanta, rant, saadet zinciri, titancılık, definecilik gibi hülyalar peşinde koştuk, rüzgâr ektik fırtına biçiyoruz. “Biz Japonya ve Almanya gibi iktisat ve sanayi devleriyle aşık atamayız…” diyen ukâlalara sormak gerek: “Japonya ve Almanya kadar olamazsak da, Güney Kore, Tayvan, Singapur kadar da olamaz mıydık?..”
Üniversite gençliği arasında bir anket yapılmış, gençler birinci madde olarak “Para!..” demişler. Bundan otuz sene önce yapılan bir ankette ise, o zamanın gençliği mutluluğu birinci madde zikretmiş. Otuz sene içinde büyük bir inkılâb olmuş. Parayı en büyük değer, en birinci gaye olarak kabul eden bir gençlikten ne hayır gelir? İnsanı insan yapan bir takım ulvî değerler ve faziletler vardır.Para, geçinmek için, yaşabilmek için elbette lüzumludur. Lüzumludur ama asla bir değer ve amaç değildir. O sadece bir vasıtadır. Parayı değer olarak gören toplumlar dejenere olurlar ve sonunda yıkılırlar.
İleride bu konuda uzun bir yazı yazacağım. Bugün birkaç cümle ile konuya temas etmek istiyorum. Türkiye Yahudi cemaati, birtakım Musevî işadamlarının ve para babalarının bazı AKP’lilerle çok sıkı fıkı, içli dışlı olmalarından büyük rahatsızlık ve tedirginlik duyuyorlarmış. Bilhassa Bay P…. ve Bay A…..’nun fazla ileri gittiklerini, kendileri yüzünden Yahudi cemaatinin başının ileride belaya gireceğinden endişe duyuyorlarmış. Şahsi istihbaratıma göre, bazı kodaman İslâmcıların Mahdum beyleri, birtakım Yahudilerle çok yağlı ballı ticarî ilişkiler içindeymişler. 25 Şubat 2004