Pazartesi

Gezginler Kulübü tarafından yayınlanmış “Sefername” adlı gezi yazıları kitabını okuyorum. Edebiyat Öğretmeni Numan Tefek’in “Bir Senfonidir Anadolu” başlıklı yazısında şu satırlar yer alıyor:

(Yazar ve arkadaşları Ali bey ile Burcu hanım otomobille Ağrı Dağı’na doğru yol alıyorlar…) “Ağrı dağını döne döne çıkıyorduk. Ilgın’a varmak için sazlarla kaplı bir gölde mola verdik. Ali arabadan bir karpuz çıkarıp kesti. Karpuzu yerken Ağrı’yı izledik. Ağrı görkemin simgesi. Üzerinde hiç eksilmeyen bulut kütlesiyle pırıl pırıldı… Karpuzumuzu yiyip arabaya bindik ki, nereden çıktığını anlayamadığımız üç çocuk bıraktığımız kabukları yemeye başladı. Üçümüzün de içi acıdı. Üçümüz de yediğimiz karpuzu sindiremedik. Haram oldu.” (Sefername, İst. 2000, s. 453-4.)

Ağrı’nın güzelliğini şimdilik bir tarafa bırakalım da, yol kenarına bırakılan karpuz kabuklarını kemiren üç çocuğa bakalım. Yazar, “Nereden çıktığını anlayamadığımız” diyor çocuklar için. Demek ki, saklanmışlar ve yolcular gidince, atılmış kabuklara koşmuşlar.

Hatırlıyor musunuz, bundan birkaç yıl önce, yine doğu taraflarında mübarek Ramazan ayında çöplükten ekmek parçaları toplayan vatandaşların resimlerini sergilemişti medya.

Ülkemiz tezatlar kumkuması. Bir yanda, küçük fakat mutlu ve de putlu bir azınlığın korkunç israfı, sefahati, saçıp savurması; öbür yanda çöplüklerden ekmek toplayan, yol kenarına atılmış karpuz kabuklarını kemiren fakir ve sefil vatandaşlar.

Eski Roma’da da böyle aşırılıklar varmış. Zengin, zirvedeki, seçkin, yüksek tabaka mensuplarının ziyafetleri, tıkınmaları, israfları efsâne çapındaymış. Mükellef sofraların etrafındaki yatak gibi kanapelere uzanırlar ve saatlerce yerlermiş. Mideleri en nadide ve leziz yemekler ve şaraplarla dolunca biraz öteye giderler, boğazlarına bir tavuk tüyü sokarlar, midelerini boşaltırlar ve tekrar sofraya otururlarmış. Köleler, fakirler yoksulluk, zulüm, sefalet içinde ezilirken işte kaymak tabaka böyle yaşarmış. Sonunda ne olmuş? Roma batmış.

Ülkemizin Avrupa Birliği’ne dahil olması için hummalı bir faaliyet var. Birliğe girersek, Avrupalılar bize 100 milyar dolar hibe edeceklermiş. Başka yerlerden de para akacak, yardımların yekûnu 400 milyar doları bulacakmış. Peki bu paralar ne olacak? Elbetteki, büyük kısmı kapanın elinde kalacak, hortumlanacak, bunları devşiren ve üleşenler daha mükellef ziyafetlerde daha fazla yiyip içeceklerdir. Çöplüklere daha fazla ekmek atılacak, yol kenarlarında daha fazla karpuz yenecek; böylece fakir fukara da nasibini alacaktır.

Halkın sefalet içindeki kısmı çöplüklerden ekmek, yol kenarlarından karpuz kabuğu toplarken zengin, varlıklı, imkânlı Müslümanlar ne yapıyor? Zekatlarıyla, sadakalarıyla ezilenlerin, sürünenlerin yardımına koşuyor mu?

Dindar olmayanlar zekat vermez. Zekat ve sadaka, dindar Müslümanların, dindar olmayanlara bir üstünlüğüdür.

Fakülteye, İmam-Hatip okuluna, Büyük Millet Meclisi’nin toplantı salonuna başörtüsü ile girmek; bazı devlet müesseselerinde namaz kılmak yasak ama çok şükür zekat ve sadaka vermek henüz yasaklanmadı. Peki, birtakım sözde dindar, sözde sofu, sözde dinibütün Müslümanları, zekat ve sadaka ile fakirlerin yardımına koşmaktan alıkoyan nedir? Gaflet midir, hıyanet midir?

Dinî cemaatlerden biri, bağlılarından zekat parası topluyormuş ve bunları kendi hizmet ve faaliyetleri için harcıyormuş. Kur’ân, Sünnet, Şeriat, fıkıh buna izin veriyor mu? Kesinlikle vermiyor. Lakin bazı hazretler kendilerini Şâri yerine koyarcasına yeni hükümler çıkartıyor. “Hayır, zekatları fakirlere değil, bize vereceksiniz” diyorlar. Bu bir sapıklık değil midir? Kitab, Sünnet, ondört asırlık kesin icmâ, “Zekâtlar öncelikle fakirlere ve miskinlere verilecektir” diye emrediyor, bazı baronlarsa “Bize verilecektir” diye diretiyor. Yarın Rûz-i Ceza’da Mahkeme-i Kübrada bu zekat paralarının hesabını nasıl verecekler?

Zekatlar dernek, vakıf gibi hükmî şahıslara (tüzel kişilere) verilemez. Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Hava Kurumu zekat toplayamaz. Diyanet’in bu konuda kesin kararı vardır. Kutubmuş, gavsmış, allâme-i cihanmış, büyük mücahidmiş, hocaymış, Müslümanları kurtaracakmış… Ne olursa olsun, hiç kimsenin kesin şer’î hükümlere aykırı iş etmeye hakkı ve selahiyeti yoktur.

Din baronlarından bir zat kendisini âhir zaman Mehdisi ve nüzul etmiş İsa aleyhisselam sanıyormuş. Ne sanarsa sansın, fıkha aykırı zekat toplayamaz.

Lüks, israf, konfor, gösteriş, gurur, kibir, tantana, debdebe, şaşaa ve dünya sarhoşluğu içinde yaşayan bazı Müslümanlara seslenmek istiyorum. Bu gidişiniz iyi değildir. Lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks mefruşat (ev döşemesi), lüks otomobiller, lüks elbiseler sizin başınızı döndürmüş. Farkında değilsiniz ama iki putunuz var: Biri para, biri batasıca nefs-i emmareniz.

Müslüman kesimde de bir sürü türedi, sonradan görmüş, zenginlik budalası adam, kadın ve genç peydahlandı. Herifin trilyonları var ama bunlarla ilim, irfan, kibarlık, nezaket, edeb, terbiye, kültür, sanat, görgü satın alamıyor. Ne yapıyor? Hıncını lüks meskenler, lüks otomobiller, lüks yazlıklar, lüks hayatla almaya çalışıyor. Onlara haber veriyorum: Lüks bir otomobil kişiye hiçbir şey kazandırmaz, sadece günah kazandırır. Zerduz palan ursan eşek yine eşektir. Değersiz bir adam yüz bin dolarlık arabaya binse yine değersizdir.

Kur’ân ne diyor? “Allah katında en üstününüz en fazla takva sahibi olanınızdır” buyuruyor. Takva nedir? Allah’dan korkmak, çekinmektir. Allah’ın emir ve yasaklarına uymaktır. Ahkam-ı şer’iyeyi hayatına tatbik etmektir. Kitabımızda “Allah müsrifleri (saçıp savuranları) sevmez” buyuruluyor. Müslüman, zengin de olsa kanaat sahibi olmalı; lüksten, gösterişten, israftan uzak durmalıdır. Müsrifler şeytanın piçleridir. Müslüman, malına, evine, otomobiline, yazlığına, elbisesine, ayakkabısına mağrur olup da yer yüzünde kibirle gezmez. Biz öyle bir Peygamberin ümmetiyiz ki, insanlığın seyyidi (efendisi) olan ve en yüksek rütbeye sahip olan o yüce zatın vefatında zırhı Medineli bir Yahudi’de birkaç ölçek buğday (veya arpa) karşılığında rehin olarak bulunuyordu. Hanesi halkına birazcık yiyecek bulmak için zırhını rehin vererek buğday almıştı.

Yeni bir Ramazan gelecek ve nice gafil ve cahil Müslüman mübarek oruç ve nefs terbiyesi ayını tıkınma, israf, günah ayı haline getirecek. Beş yıldızlı sefahathanelerde iftar-show’lar verilecek; Kur’ân’ın, Sünnetin, Şeriatın, hikmetin, vicdanın uygun görmediği lüks yemekler patlayıncaya, çatlayıncaya kadar atıştırılacak. Müslümanlık bu mudur? Birtakım insanları kandırsanız bile Allah’ı kandırabilir misiniz? Peygamber bizim için, Kur’ân’ın ifadesiyle, güzel bir örnek ve model değil midir?

Aklınız varsa hemen, hiç vakit kaybetmeden koşun, kendisine zekat düşecek fakir, yoksul, ezilmiş, bîçare vatandaşları bulun ve onlara yardım edin, zavallıların dualarını kazanın. Sizi servetiniz değil, o hayır dualar kurtarır. 07 Kasım 2000