CumartesiAfganistan Başbakanı Karzai’nin kıyafetini ünlü ve büyük İtalyan modacılarından biri çok beğenmiş, “şâhane” sıfatını kullanmış. Bu haber bizdeki Batılılardan çok Batıcı bazı gazetecileri kızdırmış, alaylı ve öfkeli bir dille vermişler haberi.

Karzai’nin kıyafetiyle ilgili bu değerlendirmeden Batıcılarımız da, İslâmcılarımız da hisse ve ibret almalıdır.

Önce İslâmcılardan başlayayım.

Bizdeki İslâmcıların bir kısmı Batı kıyafetini, Batı modasını yüzde yüz taklit ediyor. Zengin (bazısı doların milyarlarıyla oynuyor), okumuş, ünlü, kodaman öyle İslâmcılarımız var ki, akıl almaz yüksek fiyatlara elbiseler, ayakkabılar, paltolar, gömlekler satın alarak gardroplar düzüyor. Üstlerinde başlarında iğneden ipliğe her şey yabancıdır. Batıdandır. Hele kravatları, hele kravatları… Peki bunca masrafa ve özene mukabil şık olabiliyorlar mı? Bence olamıyorlar. Olsalar bile Hüseyin Rahmi’nin gülünç “Şık”ı gibi bir şık haline geliyorlar.

Bir kısım sofularımız da, kendilerine göre, islâmî kıyafet budur diyerek bir moda geliştirmişlerdir. O da kaliteli değil, estetik değere sahip değil.

Peki bunca baskı altında Müslümanlar kendi kimliklerine, kendi medeniyet ve kültürlerine, kendi sanatlarına göre bir giyim kuşam cereyanı çıkartabilirler mi? Elbette çıkartabilirler. Bunun için öncelikle şu şartlar gereklidir:

1. Taklitçiler taklitçiliği bırakacak; giyimde, kuşamda, modada bir şahsiyete sahip olmak için çalışacak.

2. Gelenekçiler gecekondu, kırsal kesim, taşra, varoş zihniyetini bırakacaklar; şehirli medenî Müslümanlar olarak çareler, çözümler, arayışlar peşinde koşacaklar.

Moda, giyim kuşam, serpuş çok büyük bir sosyal ve kültürel olgudur. Biz elli yıl aklımızı hoca, hafız, imam yetiştirmeye taktık. Bunların yanında biraz da modacı, kıyafetçi yetiştirseydik ne iyi olurdu. İbni Haldun, “Mağlup milletler, galib milletlerin örflerini, âdetlerini, geleneklerini, hayat tarzlarını benimser” diyor.

Bazı İslâm ülkeleri ve toplumları Batı ile İslâm arasında, ortada kalabiliyor. Meselâ Fas’ta aydınlar hem Batı kıyafetlerini giyebiliyor, hem de kendi millî kıyafetlerini. Fas kralı cuma günleri namaza giderken sırtına beyaz bir maşlah geçiriyor, başına güzel bir fes takıyor. Pakistan giyim kuşam hususunda hâlâ islâmî-millî bir çizgidedir.

Umman kralının resimlerini görüyorum. Başında nefis bir sarık, sırtında millî Arap elbiseleri var. Belinde hançeri de eksik değil.

Paris’in meşhur modacıları Afrika, Hindistan, İslâm-Arap dünyasından ilhamlar alarak yeni “création”lar meydana getiriyor; bunları defilelerde teşhir ediyor ve büyük takdir topluyor.

Bizde Müslümanlar en yüksek seviyede, dünya çapında moda ve giyim kuşam sahasında bir şey yapamıyor. Bir şey yapmaktan geçtim, bu sahada yoklar.

Hor gördüğüm, değer vermediğim için söylemiyorum ama köy çocukları, kırsal kesimden gelenlerle böyle işler ve hizmetler yapılamaz. Moda işleri yüksek şehir medeniyeti çocuğu olmayı gerektirir. Bağdat Caddesi, Etiler, başka aristokrat semtlerde yaşayan yüksek burjuva tabakasına mensup ailelerden bazıları, istidatlı çocuklarını Paris’e gönderecekler, onları modacı olarak yetiştirecekler. Böyle yüz kişi okutulsa üçü veya beşi güçlü bir modacı olabilir.

Modacı olabilmek için genellikle hanedan bir aileye mensubiyet gerekir. Soykütüğünde müşirler, paşalar, valiler, rical-i devletten ünlü ve önemli adamlar olmalı. Çocukluğu ve gençliği, duvarlarında fermanlar ve imzalı yağlıboya tablolar asılı olan; vitrinlerinde Meissen porselenler bulunan, yerlerde kıymetli Uşak, Gördes, Acem halıları görülen köşklerde, yalılarda geçmiş olmalı. Daha ne şartlar gerek.

Bizim kendimize mahsus bir mimarîmiz, musikîmiz, ev döşememiz, mutfağımız, giyim kuşamımız vardır. Bunu bilmek ve buna sahip çıkmak gerekir. Bu bilince sahip olmayanlar elbette bir iş yapamaz.

İslâmî, millî kıyafet deyince elbette Askerî Müze’deki eski Bostancı kıyafetlerini kasdetmiyorum. Mimar Sinan bugün yaşasaydı, vaktiyle inşa etmiş olduğu eski camilerin benzerlerini yapmayacaktı; yepyeni, bambaşka binalar ortaya koyacaktı.

İslâm sanatının, kültürünün, estetiğinin kendine mahsus renkleri, şekilleri, çizgileri, tarzları vardır. Müslümanlar isteseler Avrupaî kıyafeti İslâmî motiflerle yumuşatabilir, millî hale getirebilirler. Nefis bir astragan veya başka kürkten bir kalpak (küçük olmalı), İstanbulin tarzı yakası kapalı ve dizlere kadar inen bir ceket, açık yakalı ceket giyiliyorsa millî kumaşlardan bir yelek pantalon ile şalvar arası bir giysi, yakasız bir gömlek…

İslâmcılık cereyanı Müslümanları varoşlaştırdı, yozlaştırdı, tamamen şahsiyetsiz bir hale getirdi. Bu yüzdendir ki, ben İslâmcı değilim. Müslümanlık bana yetiyor.

Gelelim Batıcılara: Onların durumu da hiç parlak değil. Bir Türk resmi yok, bir Türk mimarîsi yok, bir Türk modası yok, bir Türk hukuk tefekkürü yok, bir Türk şehirciliği yok. Bu kafa ile olmaz ki. Bizde hâlâ düşüncelere zincir vuruluyor. Benim gibi, kimseye zararı dokunmaz ve memleketini, halkını, devletini cidden seven bir okur-yazar vatandaş bile, son bir yıl içinde mahkemelerde sürünüp durdu. Suçum neydi? Devleti mi soymuştum, bütçeyi mi hortumlamıştım, nüfuz ticareti mi yapmıştım, saçı bitmedik yetimlerin hakkını mı yemiştim, banka mı batırmıştım?… Hayır, benim suçum fikir, görüş suçuydu.

Bırakın insanlar konuşsun, düşünsün… Bırakın düşünceler ve kanaatlar konusunda farklılıklar, çeşitlilikler, zenginlikler olsun. Türkiye’yi sevmek kimsenin tekelinde değildir. Hırsızlık ve yolsuzluk yapmamak ve memleketini sevmek şartıyla herkes konuşabilmelidir. Yasakçı tabucu, zorlayıcı bir zihniyet bakınız şu canım memleketi ne hale getirdi; şu halkı ne hallere soktu. 03 Mart 2002