Katiller
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Salı
Kışlalı cinayetini, Müslümanların veya İslâmcıların işlemiş olması mümkün değildir. Çünkü: (1) Böyle bir cinayet İslâm’ın, Müslümanların, islâmî hareketin zararınadır. (2) Müslüman kesim böyle ustaca, mükemmel, iz ve delil bırakmaksızın cinayet işleyecek kabiliyete sahip değildir. İşte Müslümanların, İslâmcıların bütün işleri ortadadır. İslâmî kesimde beceriksizlik, vasıfsızlık hâkimdir. Faraza ahmağın biri böyle bir cinayet işlemiş olsa bile, ya oradan uzaklaşırken hüviyetini düşürür, yahut, kendisini ele verecek başka bir delil bırakırdı.
Cinayeti, bu kanlı ve iğrenç suçtan kendileri için siyasî yarar ve nüfuz umanlar işlemiştir. Tabiî bizzat değil, dolaylı şekilde, bu işi taşeronlara yaptırarak.
Bu cinayet Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday olmasını önlemek için işlenmiştir. Avrupa Birliği demek gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, temel insan haklarına riayet ve hürmet demektir. Bunu kimler istemez? Onlar bellidir. Türkiye’deki oligarşik sistemin, derin devlet tahakkümünün, çeteler ve mafyalar saltanatının devamını isteyenler vardır. Türkiye Avrupa Birliği’ne girdiği takdirde bugünkü sahte ve çarpık lâikliğin devam ettirilmesi mümkün olmayacaktır. Avrupa Birliği üyesi bir Türkiye’de başörtülü öğrencilerin üniversitelere sokulmaması düşünülemez. İngiltere’de, Almanya’da, İsveç’te başörtülü Müslüman kızlar üniversitelere nasıl tesettürlü olarak gidip okuyabiliyorlarsa, demokrat bir Türkiye’de de okuyabileceklerdir. İşte bazıları bunu istemiyor.
Kışlalı cinayetinin ardında Susurluk güçleri vardır. Diktatörlük heveslileri vardır. Uyuşturucu trafiğinin ve ticaretinin babaları vardır. Kışlalı’yı, Uğur Mumcu’yu havaya uçaranlar imha ve idam etmişlerdir.
Kışlalı için ağlayanların bir kısmının gözyaşları “Timsahın gözyaşları” cinsindendir. Onlar adamı hem öldürürler, hem de ardından sahte gözyaşları dökerler.
Türkiye’de darbe heveslileri vardır. Darbe bir kısım kimselere riyaset, saltanat, büyük maddî gelir, servet, şan, şeref, itibar sağlayacaktır.
Normal yollardan iktidara gelemeyeceklerini bilen bir takım moloz partiler, marjinal siyasî hareketler de bu gibi cinayetlerden medet ummaktadır.
CHP’nin, Kışlalı cinayetini nasıl istismar ettiğini gördük, ibretle seyrettik.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye adayı olması bir ideolojinin sonu demektir. Çünkü Avrupa’nın medenî, ileri, hukuka saygılı hiçbir ülkesi resmî ideolojili bir ülkeyi aralarına almak istemezler.
Papaz her zaman pilâv yemez. Türkiye’yi karıştırmak, halkı birbirine düşürmek ve sonra parsayı toplamak isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır. 2000 yılına kaç gün kaldı? 1960’tan beri köprülerin altından ne sular aktı. 1960 kafalılar hava alırlar.
Üzüntüsünü beyan etmek, taziyetlerini sunmak için konuşan Recai Kutan’ı protesto eden fanatik militanlardan ne hayır gelir?
Gelecek günler mühim hadiselere gebedir. Allah milletimizi, ülkemizi, devletimizi korusun.
1440’ta kurulmuş olan ve o tarihten beri faaliyetine devam etmekte bulunan Eton Koleji, bence sadece İngiltere’nin değil, dünyanın en önemli mektebidir. İngiltere’yi İngiltere yapan müesseselerden biri de bu eğitim yuvasıdır. Geçenlerde merak ettim, internetten Eton maddesini çıkarttım, şu anda önümde duruyor. Okulun günlük programı ile ilgili paragrafta şöyle deniliyor:
“Yazları saat yedide, kışın saat yedi buçukta “Sabah etüdü” yapılır. Bundan sonra kahvaltı saati gelir. Onu takiben yarım saatlik bir kilise din hizmeti vardır. Buna katılmak herkes için mecburidir.”
Bakın demokrasinin, hukuk sisteminin, temel insan haklarının beşiği olan İngiltere’nin en meşhur kolejinde her sabah kilisede âyin yapılıyor ve bütün öğrencilerin buna katılması mecbur tutuluyor. Orada bir kimse çıkıp da, böyle bir şey lâikliğe, uygarlığa aykırıdır demiyor. Böyle bir geleneği gayet tabiî karşılıyor.
Bizde, daha birkaç gün önce kalabalık bir cenaze töreninde cami avlusunda bazı kendini bilmezler “Kahrolsun Şeriat!” diye haykırmak densizliğinde bulunmuşlardır.
İngiltere’de milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Nice dindar kız öğrenciler üniversitelere tesettür kıyafetiyle, başları örtülü olarak gitmektedir ve orada onlara hiç kimse engel olmamaktadır. Bırakınız üniversiteleri, orada ilkokula giden bir küçük Müslüman kız bile başını örtebilir. Bilmeyen bir İngiliz, “Bu küçük kız başını niçin örtmüş?” diye sorar ve “Dindar bir Müslüman ailenin kızıdır, ebeveyni çocuklarının başını örtmeyi uygun görmüşlerdir” cevabını alınca, bunu saygıyla karşılar, “Böyle şey olur mu? Bu lâikliğe aykırıdır, olamaz nolamaz…” gibisinden nümayişler yapmaz.
Bugün bazı Müslüman ülkelerde medeniyet, lâiklik, çağdaşlık adına şiddetli dinsizlik baskıları yapılmaktadır. Tunus bunların başında gelir. Orada gençlerin, okumuşların, memurların namaz kılması sanki yasaktır. Yine genç hanımlar, öğrenciler, memureler başlarını örtemezler. Ancak yaşlı, gariban, marjinal birkaç kişinin namaz kılmasına, tesettüre riayet etmesine müsamaha edilmektedir (tolerans gösterilmektedir.)
Türkiye’de dindar Müslüman vatandaşların, inançlarına uygun bir hayat sürme, dinlerinin hayatla ilgili kurallarını tatbik etme hürriyetleri engellenmektedir. Devletimiz, anne ve babaların çocuklarına istedikleri din eğitimini vermeleri hakkını uluslararası andlaşmalarla kabul etmiş olduğu halde Müslüman çocuklara din ve Kur’ân eğitimi yasaklanmıştır. Okullardaki resmî ve ideolojik din dersleri ise, hakikî İslâm’a uygun değildir. Şimdiye kadar üniversitelerde tesettürlü kız öğrenciler zar zor okuyabiliyorlardı. Artık hiç okuyamıyorlar. Başları örtülü öğretmenlerin işlerine son verilmiştir. Dünyanın globalleştiği, insan haklarına saygının yaygınlaştığı bir devirde Türkiye eski komünist rejimlerde olduğu gibi bir din-devlet çatışmasına sahne olmaktadır.
Peki bu hal hep böyle devam edebilir mi? Asla edemez. Sonunda Müslümanlar haklarını elde edeceklerdir. Dünyanın gidişi, tarihin akışı bunu göstermektedir. 27 Ekim 1999