Cumartesi

 

Tanzimat devrinde hazırlanmış Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin başındaki kavaid-i külliye (100 temel ve genel prensip), sadece hukuk konusunda değil, evrensel düşünce ve bilgelik konusunda da çok önemli bir metindir. Hangi branşta olursa olsun, yüksek tahsil yapan bütün Müslüman gençlerin bu kavaid-i külliye’yi, ehliyetli bir hocadan okumaları ve öğrenmeleri gerekir. Tıp, veterinerlik, ziraat, edebiyat, tarih, mühendislik… velhasıl her konuda üniversite tahsili yapan gençlerimizin bu gibi hikmetli bilgilere ihtiyacı vardır.

Müslüman düşünürlerin günümüzde de birtakım kavaid-i külliye denemeleri yapmaları, bunların, çok yüksek derecede ehliyeti ve liyakati olan küçük heyetler tarafından tedkiki yapıldıktan ve son şeklini aldıktan sonra basılmaları ve başta üniversite gençliği olmak üzere bütün halka öğretilmesi de gereklidir.

Ehliyetim olmamakla birlikte, bu sahada herhangi bir çalışma yapıldığını görmediğim için bir miktar kavaid-i külliye denemesini arza cesaret etmiş bulunuyorum:

* Birincisi: Maddî ağırlıklar bir araya getirilip çoğaltılabilir. Meselâ bin adet yarım kiloluk pirinç paketleri bir araya getirilince 500 kilo pirinç olur. Lakin bin adet yarım adam bir araya gelince bir adet tam adam etmezler.

* İkincisi: Muktedir olmayanlar, seçimleri kazansalar ve iktidara geçseler bile, gerçek mânasıyla iktidar olamazlar.

* Üçüncüsü: Sadece kemmiyet üstünlüğü, kelle sayısı çokluğu ile demokrasi olmaz. Keyfiyet, vasıf üstünlüğü yoksa kemmiyet üstünlüğü bir şeye yaramaz.

* Dördüncüsü: İhlâs ya yüzde yüz olur, ya olmaz. Bir kimse için “O yüzde doksan dokuz ihlâslıdır” demek saçma bir sözdür.

* Beşincisi: Temiz ve inançlı yüksek tahsil gençlerine ayda bir miktar burs (para) vermekle onların yetişmesi, olgun ve iyi vatandaşlar olması sağlanmaz. Böyle burslar fakir (veya fakir olmayan) gençlerin geçim masraflarına katkıdan ibarettir. Yetiştirmek, her genç için paralel ve alternatif bir eğitim uygulamakla olur.

* Altıncısı: Her sahada,

yeterli

miktarda

vasıflı, güçlü

ve

üstün

elemanlara sahip olmayan bir toplum hür, aziz ve haysiyetli bir hayat süremez.

* Yedincisi: Müslüman mâlik ve sahip olmak için değil, OLMAK için yaşar, çalışır.

* Sekizincisi: Lüks, israf, aşırı tüketim, aşırı konfor, gösteriş mübtelâsı olan bir Müslüman toplum dejenere olur, çürür, dağılır ve yıkılır.

* Dokuzuncusu: İnsan kişiliğinin üç boyutu vardır. 1. Bilgi ve kültür… 2. Ahlâk ve aksiyon… 3. Estetik ve güzellik… Bu üç boyutta yeteri kadar varlığı olmayan fertler ve toplumlar geri kalır.

* Onuncusu: İslâm medeniyeti ile bugünkü Batı medeniyeti temelde birbirine zıttırlar ve birbiriyle uyuşup bağdaşmaz.

* Onbirincisi: Müslümanlarla Ehl-i Kitab arasında Amentüde ittifak yoktur, aksine aralarında büyük ve derin ihtilâflar vardır.

* Onikincisi: Uyanmamış fertler ve toplumlar yatakta uyudukları gibi ayakta da uyurlar.

* Onüçüncüsü: Bir İslâm ülkesi ve toplumu için en büyük felâket, en zararlı haşarat din sömürücüleridir. Din sömürücüleri harbî düşmanlardan daha tehlikelidir.

* Ondördüncüsü: Bir Müslüman toplumun dindarlığının derecesi orada yapılan dindarlık edebiyatı ve propagandası ile değil, sergilenen dindarlıkla anlaşılır ve ölçülür.

* Onbeşincisi: Akıllılık ile akılcılık birbirinden ayrıdır. Akılcılık akıllılık değildir.

* Onaltıncısı: Dünya ile cennet birbirinden ayrıdır. Bu fanî dünyayı sahte bir cennet yapmak için çalışanlar İslâm’ı anlamamış kimselerdir.

* Onyedincisi: “Zamanındaki imama biat etmeden ölen kimse, sanki câhiyet ölümü ile ölmüş olur” hadîsini her Müslümana iyice öğretmek ve ezberletmek gerekir.

* Onsekizincisi: İtikad, fıkıh ve ahlâk konusunda ehl-i sünnette müttefakun aleyh olan (üzerinde kesin bir şekilde birleşilmiş bulunan) meseleler tartışılamaz, bunlardan sapma kabul edilemez.

* Ondokuzuncusu: Parça bütünden büyük olamaz.

* Yirmincisi: Hiçbir fırka, hizip ve cemaat İslâm’la özdeşleştirilemez.

* Yirmibirincisi: İslâm sekülerleşmeyi kabul etmez. Din ile hayat birbirinden ayrılamaz.

* Yirmiikincisi: İslâm elbette köylülerin de dinidir, ancak İslâm kesinlikle bir köylü dini değildir.

* Yirmiüçüncüsü: Feminizm, Batı dünyasında çıkmış İslâm dışı bir ideolojidir. Müslümanlar bu ideolojiye iltifat etmez.

* Yirmidördüncüsü: Bir doktrin, inanç sistemi ve ideoloji olarak “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” İslâm’a zıttır.

* Yirmibeşincisi: Aklı olmayanın dini de yoktur, aklı olmayan mükellef değildir. Ancak, vahiy akıldan üstündür.

* Yirmialtıncısı: Ateistlerin aydınlığı Müslümanların karanlığıdır.

* Yirmiyedincisi: En iyi, en hayırlı ticaret; Allah ile, mal ve canla yapılan ticarettir.

* Yirmisekizincisi: “Cemaat rahmet, tefrika azaptır.”.

* Yirmidokuzuncusu: Müslümanlar çeşitlilik içinde sarsılmaz bir vahdet teşkil ederler. Vahdetin olmadığı yerde çeşitliliğin kıymeti yoktur.

* Otuzuncusu: Şeriatsız tarikat ve tasavvuf olmaz.

* Otuzbirincisi: İslâm’ın ilk asrında tasavvuf kelimesi yoktu, tasavvufun kendisi vardı. Sonra tasavvuf kelimesi çıktı, kendisi gide gide kayboldu.

* Otuzikincisi: Tasavvuf ve tarikat olgunlaşmak, iyi insan ve iyi Müslüman olmak demektir. Olgunlaşmanın olmadığı yerde tasavvuf ancak bir ism ve resmden ibarettir.

* Otuzüçüncüsü: Ucu Resûllerin Seyyidine kadar ulaşmayan bir icâzete sahip olmayan kimse ne din âlimi olur, ne de tarikat şeyhi.

* Otuzdördüncüsü: İslâm’ın temel ve zarurî hükümlerinden birini inkâr eden kimse dinden çıkmış olur.

* Otuzbeşincisi: Az veya çok din bilgisine ve kültürüne sahip olan Müslüman oryantalistler icazetli din âlimi değildir, bunların fetvalarına ve ruhsatlarına itibar olunmaz.

* Otuzaltıncısı: İslâm’da ruhban sınıfı yoktur, fakat ulema sınıfı vardı. Gerçek ve icazetli uleması olmayan bir İslâm toplumu ayakta duramaz.

* Otuzyedincisi: İmamlar namaz kıldırma memuru değildir. İmamları namaz kıldırma memuru olarak kabul eden bir İslâm toplumu dejenere olur, çöker.

* Otuzsekizincisi: Para bir değer ve amaç değildir, araçtır. Parayı temel değer haline getiren bir İslâm toplumu vahim bir şekilde bozulmuş demektir.

* Otuzdokuzuncusu: Bir İslâm toplumu namazı terk eder ve şehvetlerine (sadece cinsel şehvet değil, en geniş mânasıyla bütün şehvetler) uyarsa zelil, rezil ve esir duruma düşer.

* Kırkıncısı: Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) için “O bir postacıydı, dini tebliğ etti, işi bitti…” demek sapıklıktır. O yücedir. O’nun ruhaniyeti ümmetle beraberdir. Sünnetinin ve hâdislerinin hükmü yürürlüktedir. Kendisinden sonra başka peygamber gelmeyecektir.

* Kırkbirincisi: Gerçek, icazetli, ‘âmil âlimler ve yine gerçek ve icazetli şeyhler Peygamberin vekilleri, vârisleri, halifeleri durumundadır. Peygamberin sünnetine uymayanlar vekil, vâris ve halife olamaz.

* Kırkikincisi: Allah’ın yardımına nâil olabilmek için Müslümanın önce kendisine yardım etmesi gerekir.

* Kırküçüncüsü: Din istismarı (sömürüsü) yapmak, kadın satmaktan daha iğrenç ve alçakça bir kötülüktür.

* Kırkdördüncüsü: Müslümanları aldatan, Müslümanların büyüklerine hürmet etmeyen, küçüklerine sevgi beslemeyen, Müslümanları dolandıran, Müslümanlardan topladıkları hizmet paralarını zimmetlerine geçirenler bizden değildir.

* Kırkbeşincisi: Dinî hizmet ve faaliyetler, boş zamanlarda yapılan hobilere benzemez. Bu gibi hizmet ve faaliyetleri hobi gibi düşünen ve yapan Müslümanlar zelil ve rezil bir duruma düşer.

* Kırkaltıncıs: Ümmet için YETERLİ sayıda VASIFLI, GÜÇLÜ ve ÜSTÜN uyarıcı ve hizmet erbabı olmazsa o ümmet çökmeye mahkumdur.

* Kırkyedincisi: Müslüman bir toplum emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasını bilkülliyye terk ederse, onun içinde binlerce kişi peygamberler gibi ibadet etseler de azab-ı ilahiye duçar olur.

* Kırksekizincisi: Hazret-i İsa’nın “Ben Allah’ın izni ve yaratması ile ölüleri dirilttim, lakin ahmaklar için yapabileceğim birşey yoktur” sözü kulaklarımıza küpe olmalıdır.

* Kırkdokuzuncusu: Helalpara ile haram para bir olmaz. Helal ve bereketli az para, miktar itibarıyla ondan bin misli çok olan haram ve uğursuz paradan hayırlıdır. Haram ateştir.

* Ellincisi: İslâm’da ilk çıkan bid’at, insanların doyasıya yiyip de semirmeleri olmuştur. Müslüman acıkmadıkça sofraya oturmaz, doymadan önce sofradan kalkar. Zengin ve imkânlı olanların aşırı şekilde yedikleri, fakirlerin ise ihtiyaç ve sıkıntı içinde kıvrandığı bir Müslüman toplum hastadır.

* Ellibirincisi: Bir Müslümanın iyi ve gerçek bir Müslüman olup olmadığı, onun para ve menfaat ile ilgili tutumundan anlaşılır. Para konusunda emin, dürüst, doğru, güvenilir olmayan bir kimse; gece gündüz namaz kılsa, oruç tutsa da iyi Müslüman değildir.

* Elliikincisi: Asıl fazilet ve üstünlük, düşmanların kabul, teslim ve şahadet ettiğidir.

* Elliüçüncüsü: Emanetler (işler, hizmetler, memuriyetler, makam ve mevkiler, riyasetler, vazifeler) ehil ve layık kimselere verilmezse çöküş, çürüyüş, gerileyiş ve yıkılış olur.

* Ellidördüncüsü: İslâm’ın önündeki en son ve en büyük engel Müslümanlardır. 29 Ocak 2006