Cuma

 

Yıllardan beri korkunç bir kavram kargaşası içindeyiz. Bazıları bilmezliklerinden ve câhilliklerinden dolayı, bazıları da hinoğlu hinlikleri yüzünden her şeyi birbirine karıştırıyor. Aşağıda madde madde bazı önemli hususlara işaret etmek, birtakım vahim yanlışlıkların üzerinde durmak istiyorum.

(1) Devlet ile rejim ayrı şeylerdir. Bu ikisinin özdeşleştirilmesi, hattâ daha da ileri gidilerek rejimin devletten de önemli görülmesi, onun üzerinde tutulması vahim bir hatâdır. Korunması gereken devlettir. Rejimler (düzen veya sistem de diyebiliriz) eskiyince, ihtiyaca cevap veremeyince değiştirilir, tâdil ve islah edilir. Dokunulmaması, sarsılmaması gereken devlettir, rejim değil. Bir kesim aydınlar başkanlık sistemine geçmek istiyor. Böyle bir istek suç değildir, ayıp değildir. Yeter ki, zor kullanarak, gayr-i meşru yollardan hareket edilmesin.

(2) Bazıları laiklik prensibini devletle, rejimle özdeş hale getirmiştir. Cumhuriyetimiz kurulduğunda anayasasının ikinci maddesinde “Devletin dini, İslâm dinidir” yazılıydı, laiklik falan yoktu. Sonra bu madde 1928’de kaldırıldı, fakat 1937’ye kadar anayasaya laiklik ilkesi yazılmadı. Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce anayasaya, CHP’nin altı oku ile birlikte konuldu. Laiklik hiçbir evrensel insan hakları beyannamesinde ve metninde bir hak veya vazife olarak, bir değer olarak kabul edilmemiştir. Sadece Fransa anayasasında yazılıdır, bir de bizde.

(3) Bugünkü haliyle Türkiye’de asla ve asla gerçek bir laiklik yoktur. Devletin 70 bin camii olacak; yüz binden fazla imamı, müezzini, müftüsü, vaizi olacak, bunlar bütçeden maaş alacaklar; bin kadar İmam-Hatip okulu, on yedi İlahiyat fakültesi olacak; kabinede din işlerine bakan bir devlet bakanı bulunacak; devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunacak… Böyle laiklik olur mu? Bu sisteme laiklik diyene ben deli derim. Bizdeki sistem laiklik değil, “Devlet dini” sistemidir (Din devleti ile karıştırılmamalıdır).

(4) Bazıları “Laiklik olmazsa demokrasi de olmaz” diyorlar. Bu da yanlıştır. İngiltere’de laiklik yoktur. Orada hükümdar aynı zamanda Anglikan kilisesinin de başıdır ve pekâlâ demokrasi vardır, hem de en gerçek ve saf şekliyle.

Artık kavram kargaşasını ortadan kaldırmalı; devlet, cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hukuk, insan hakları neyse onları o şekilde kabul etmeliyiz.

Demagoji, tehdit, yaygara ile bir yere varılmaz. Devlete, hukuka, demokrasiye, cumhuriyete hepimiz topyekûn sahip çıkalım.

Camiye Hüsnihat Levhası

Elli seneyi geçen bir zamandan beri cuma namazlarına gidiyorum. Bazı hatip efendiler, Peygamber makamı olan minberden cemaate seslenerek meşruta, hoparlör, kalorifer, makina halısı, boya, badana, yaldız, cami helası, inşaat malzemesi için para istiyorlar. Namazdan sonra cami kapısına çirkin, genellikle bir ayağı kırık berbat bir masa konuluyor ve bunun üzerinde makbuzlu veya makbuzsuz para toplanıyor. Bu elli seneyi aşan zaman zarfında bir tek camide bir kere olsun cemaatten şu şekilde para istenildiğine şahit olmadım:

– Muhterem cemaat,

camimize çok

güzel bir hüsn-i hat levhası yaptırılacaktır.

Bu yazı zamanımızın büyük hattatlarından filan zata yazdırılacak, filan tezhipçi tarafından etrafı süslenecek, kıymetli ve sanatkârâne bir çerçeve içine konulacaktır.

Sizden bunun masraflarını karşılamak üzere cem’an şu miktarda yardımda bulunmanızı rica ediyoruz…


Evet maalesef ömrüm boyunca bir camide cemaatten böyle kıymetli, böyle güzel, böyle sanatlı, böyle münasib, böyle öğülecek bir eser için para istendiğine, para toplandığına şahit olamadım.

Yapılan işler hep meşruta

(imamevi),

hep cami helâsı, hep hoparlör, hep kalorifer, hep ışıldak, zırıldak, fırıldak türünden şeylerdir.

Camilerimize hiçbir sanat kıymeti olmayan, estetik boyutu bulunmayan âdi çiniden mihraplar yaptırılıyor. Yahu bir camiye de ağaçtan işleme sanatkârâne bir mihrap yaptırılsa olmaz mı?

Sanki zamanımız Müslümanları ve din görevlileri sanata, iç mimariye, kıymetli ve güzel eşyaya boykot ilân etmişlerdir.

Ya Rabbi, şu hoparlörler ne iğrenç âletler. Akustik denilen bir teknik ve sanat var. Onun kurallarına riayet edilmeden camiye rastgele hoparlör yerleştiriliyor. Namaz esnasında sonuna kadar açılıyor, bilmem kaç desibellik mâdenî korkunç sesler çıkıyor. Cami diskotek midir?

Işıklandırmanın da tekniği ve sanatı vardır. İbadet mahalleri çok çiğ, çok parlak, çok aydınlık ampullerle aydınlatılırsa namazda huşu ve hudu olmaz. Cami, fotoğraf atölyesi yahut televizyon yayın salonu değildir. Işık az olacak, solgun ve titrek olacak ki, insan kendini ibadete verebilsin.

Camilerin kapılarında süpürgeler, faraşlar, kovalar, naylon torba sandıkları, acayip yazılar… Kapılara asılmış “Müslüman kardeş pabucunu öyle tutma, böyle tut emi” şeklinde geri zekalıca levhalar. Sanki sevapmış, bir haltmış gibi altına “Şu telefon numarasından bedava temin edilebilir” diye yazmışlar. Dostlarımdan mühendis Ferruh bey telefon açmış, “Efendim cami kapısında ilanınızı gördüm, 43 numara iyi bir ayakkabı almak istiyorum” diye sormuş. Geri zekalılar, “Burası ayakkabı dükkânı değil, biz hayır için o levhayı astık” demişler. Bunların haline kahkahayla gülünür. Şu din-i mübin-i İslâm kimlerin eline kaldı!

Cami haline getirilmiş tarihî Bizans kiliseleri var. Yabancı turistler gelip ziyaret ediyor, geziyor. Onları gördükçe utanıp yerin dibine geçiyorum. O güzelim mimarî eserleri, sanat âbideleri o kadar bakımsız, o kadar harap, o kadar seviyesizce dekore edilmiş ki…

Geçen gün çok eski, çok tarihî bir caminin önündeki eski mermerlerin kaldırılıp, yerlerine en âdisinden, en kalitesizinden dümdüz, kabak gibi mermerler döşenmiş olduğunu gördüm. Zerre kadar kültürleri, kuş kadar akılları olsaydı eski, yıpranmış, aşınmış, asırlar görmüş o tarihî mermerleri tahrip edip de yerine hiçbir kıymeti ve sanatı olmayan taşlar koymazlardı.

Din işleri, cami işleri, islâmî hayır hasenat işleri, mukaddes hizmet ve faaliyetler Ümmet-i Muhammed’in en kaliteli, en güçlü, en üstün, en kültürlü, en ehliyetli, en faziletli, en sanatkâr tabakası tarafından yürütülmelidir.

Din baronlarının, mukaddesat bezirgânlarının umurunda mı bunlar. Onların tek derdi batasıca nefisleri için para ve itibar temin etmektir. 10 Temmuz 1999