Salı

 

BİR taşra şehrinden telefon geldi, bir öğrenci, tarih hocalarının Osmanlı padişahları hakkında yaptığı konuşmadan dolayı çok üzülmüş, kafası karışmış, bilgi istiyordu.

“Tarih hocanız ne dedi?”diye sordum. Osmanlı padişahları için “Onlar cariye peşinde koşarlardı. (Affedersiniz) Oğlancı idiler. Şöyle ahlâksız, böyle rezil adamlardı…” meâlinde konuşmuş.

Bunu duyunca, onun tarihçi değil, kazurat veya idrar tahlili yapan biri olduğunu anladım.

Düşünebiliyor musunuz? Adam Türkiye’de bir üniversitede tarih okutuyor ve bu memlekette altıyüz küsur yıl devleti idare etmiş olan hükümdarlar hakkında bula bula “Onlar cariye peşinde koşardı, onlar oğlancıydı, onlar sarhoştu, onlar şuydu buydu…” şeklinde lâflar ediyor.

Padişahlar, diğer hükümdarlar, devlet büyükleri nasıl anlatılır, nasıl değerlendirilir?

-Devleti nasıl idare etmişlerdir?

-Ne gibi fütuhatlar yapmışlardır?

-Ülkeye, halka nasıl davranmışlardır?

-Tebaaya adaletle muamele etmişler midir?

-İlmi, irfanı, sanatı korumuşlar, teşvik etmişler midir?

-Ülkede can, mal, ırz, namus, din, vicdan güvenliğini sağlamışlar mıdır?

-Ahlâka, fazilete, hikmete (bilgelik), dine hizmet etmişler midir?

-Birer insan olarak ilim, edebiyat, şiir, sanat konusunda eser vermişler midir?

-Ne gibi mimarlık âbideleri bırakmışlardır?

Ve bunlar gibi konular.

Bizim Bay tarihçinin yaptığı iş şuna benziyor:

Âlim, fazıl, yüksek bir şahsiyeti kötülemek için “Onun idrar torbasında sidik var, onun kalın bağırsağında kazurat var; binaenaleyh o sidikli ve b…lu bir adamdır!..”

Bizim padişahlarımız, hepsi aynı derecede olmasalar bile inançlı, ahlâklı, faziletli, dindar, hamiyetli, hayırsever, âdil devlet başkanları idi. İnsanoğlu kusursuz olmaz. Onların da kusurları, yanlışları olmuştur. Ancak hiçbir Türkiyeli, Osmanlı devletinin hakanları hakkında “Onlar cariye peşinde koşarlardı, onlar şöyle veya böyleydi…” şeklinde bayağı, âdi, aşağılık bir üslup ve ifade kullanmamalıdır.

-Osman Gazi son derece ahlâklı, faziletli bir hükümdardı.

-Orhan Gazi de öyleydi.

-Sultan Murad Hüdavendigâr velî bir padişahtı.

-Sultan Yıldırım Bayezid yüksek bir hükümdardı. Timur’a esir düşmemiş olsaydı İstanbul’u o alacaktı.

-Bâni-i sâni-i devlet Sultan Çelebi Mehmed genç yaşında harikalar meydana getirmiş ve Timur darbesinden sonra dağılan devleti tekrar toparlamıştır.

-İkinci Murad hikmetli bir padişahtı.

-Fatih Sultan Mehmed, cihan tarihinin az gördüğü büyük hükümdarlardandı. Kendisi hem büyük bir kumandan, hem de en az beş lisan bilen, Divan’ı olan, İstanbul’a dünyanın her yerinden âlimler, sanatkârlar getirtmiş deha sahibi bir sultandı. Venedikli Yahudi Dönmesi Yakub Paşa onu zehirlememiş olsaydı, Roma’yı alacaktı.

-İkinci Beyazıt velî bir padişahtı.

-Yavuz SultanSelim, kısa süren saltanatı esnasında büyük fütuhat yapmış, Hilâfeti uhdesine alarak İslâm birliği yolunda büyük adımlar atmıştır. Kendisinin Farsça divanı, Alman Kayzeri İkinci Vilhelm tarafından Berlin’de bastırılmıştır.

-Kanunî’ye Batılılar Muhteşem Süleyman diyorlar. Dünya tarihi, onun gibi büyük bir padişahı az görmüştür.

Kanunî’den sonra gelen padişahlar, öncekilerin evsafında değildi ama her biri mü’min, hayırsever, âdil kimselerdi.

Tarihine sahip çıkmak isteyen her Müslüman Türkiyeli onları rahmetle anmalıdır.

Bir Fransız bilgesi, “Pirene dağlarının bir tarafında kahraman, öbür tarafında haydut…” diyor.

Venizelos bizim için kötü bir adamdır. Yunanlılar için büyük adamdır.

Papaz Makaryos Rumların nazarında büyüktür, kahramandır; bizim gözümüzde ise zalimdir, entrikacıdır, Kıbrıs Türklerinin hukukunu çiğnemiştir.

Biz Türkiyeliler, tarihî büyüklerimize Rumların, Bulgarların, Haçlıların gözüyle bakarsak yanmışız, bitmişiz demektir.

Üniversitede tarih okutan bir zatın vazifesi tarihçilik yapmaktır. Kazurat ve sidik tahlili yapmak değildir.

İsimleri tarih kitaplarına, ansiklopedilere geçmiş nice büyük ve ünlü kişinin özel hayatları kusurlarla, ayıplarla doludur ama tarihçiler, ansiklopedi yazarları, araştırıcılar bu gibi konuları işlemezler.

Bizim kültürümüzde “Ölülerinizi hayırla anınız” ilkesi ve öğüdü vardır.

Padişahların saraylarında cariyelerin bulunması, eski devirlerin hukukuna, kültürüne, ahlâkına uygundur. Birtakım kurum ve adetleri değerlendirirken, o devrin kültürel ve sosyal konteksti içinde mütalaa etmek gerekir.

Padişahlarımızı kötüleyeceğiz, onların yerine Marx, Lenin, Stalin, Mao, Ho Şi Minh gibi adamları mı baştacı edeceğiz? Olur mu böyle şey?

Yirminci asrın en büyük tarih felsefecisi Arnold Toynbee, Osmanlı devleti için “Eflatun’un ideal Cumhuriyet’ine realitede en fazla yaklaşmış sistem Osmanlı devletidir” (Tarih üzerine bir Etüd kitabında) diyor. Padişahların cariyelerinden falan bahs etmiyor.

Halkımız asırlar boyunca padişahları velî bilmiş, onlara hürmet etmiştir.

Jön Türkler’in, Sabataycıların, Siyonistlerin, Masonların, Dinsizlerin beğenmediği Sultan İkinci Abdülhamid Hân devrildikten sonra, devlet on sene içinde battı. Padişahlar şöyle kötüydü, böyle kötüydü diye ucuz edebiyat yapmak kolaydır ama “Sultan Abdülhamid’i beğenmeyip devirdiniz, sonra da devleti batırdınız” ithamına cevap vermek çok güçtür.

Osmanlı padişahları aleyhindeki iddiaların çoğu yalan ve iftiradır.

Hiçbir toplum, hiçbir millet atalarını, tarihini, büyüklerini, geçmişini kötüleyerek pâyidar olmamıştır.

Osmanlı padişahları Müslüman Türkiyelilerin velinimetleridir. Biz onların, beşer olmaları hasebiyle işlemiş oldukları günahlara, yapmış oldukları hatâlara bakmayız.

Padişahlarımıza saldıran tarihçiye soruyorum:

Onlara iftira ediyor, onları cariye peşinde koşmakla, oğlancılık yapmakla suçluyorsunuz. Peki, sizin büyükleriniz kimlerdir? Venizelos, Makaryos, Arslan Yürekli Rişar, Marx, Lenin,Stalin veya Mao mudur?

Tarihi olmayan yeni yetme, türeme küçük ülkeler ve devletler bile kendilerine tarih yazarken bizim millî mefâhirimize saldırmamız yakışık alır mı?

Baylar bayanlar! Lütfen biraz seviyeli, ciddî, tutarlı olalım. Kazurat ve idrar tahlili yapmayı uzmanlarına bırakalım, biz yüksek seviyede tarihçilik yapalım.

Popüler tarihçi Harold Lamb’ın “Muhteşem Süleyman” adında bir eseri vardır. Onun bir yerinde, Sultan Süleyman’ın Orta Avrupa’ya yaptığı bir sefer esnasında, Ruznâme defterine yazdırdığı şu cümlesi yer alır:

“Bugün, mezru (ekili) arazide atını otlatan bir sipahiyi idam ettirdim.”

Evet, yüzelli, ikiyüzbin kişilik bir ordu, beraberinde onbinlerce at, deve, manda, koyun olduğu halde, yüzlerce ağır top arabalarla çekilerek sefere gidiyor ve bu ordu, bir tarlayı, bir bahçeyi, bir ekini çiğnemiyor. İşte, yükseliş devrinde Osmanlı’nın adaleti, sağladığı güven böyleydi.

En fazla kötülenen padişah Sultan Abdülhamid Hân hazretleri, muhaliflerini sürerdi ama çoğuna taşrada bir memuriyet verir, ailesi ile birlikte orada huzur ve refah içinde yaşamasını sağlardı. Onun zamanında ana baba katili birkaç kişiden başka katil asılmamıştır. İdam cezasını umumiyetle müebbet hapse çevirirdi.

Birtakım kimselerin yerin dibine batırdıkları son padişah Sultan Mehmed Vahidüddin Hân, yurt dışına çıkarken hazineden bir şey almamış, çantasındaki şahsî parası bitince de, San Remo şehrinde 1926’da öldüğü zaman alacaklı esnaf cenazesine haciz koydurtmuşlardı.

İnsaflı olalım, vicdanlı olalım.

Tarihçilik cellatlık değildir.

Tarihçi, tarihî büyüklerin kazurat ve idrar tahlilini yapmaz. 29 Aralık 2004