Kelle Sayısı mı, Keyfiyet mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
Dünyada bir buçuk milyar Müslüman yaşıyor. Yahudilerin sayısı ise on beş milyondur. Sabataycılar gibi crypto Yahudileri, iki kimliklileri de hesaba katsak, sayıları yine fazla bir miktara ulaşmaz. Peki, sayıca bu kadar az olmalarına rağmen Yahudiler niçin büyük bir güce sahiptir? Niçin dünya işlerinde galip geliyorlar? Çünkü onlar sayıca az, lakin keyfiyetçe kat kat güçlüdür.
İslâm dünyasında bazı sığ kafalılar; kurtuluşun, yücelmenin, hürleşmenin, üstün ve galip hale gelmenin sadece kelle sayısı ile halledileceğini sanıyorlar. Ne büyük gaflet!
Müslümanlara açıkça söylenmiştir. “Siz bu memlekette seçimleri yüzde doksan bir çoğunlukla kazanmış olsanız yine iktidar olamayacaksınız, yine iktidar size verilmeyecektir…”
Yüz yıl boyunca çeşitli fenlerde Nobel kazanan Yahudilerin sayısı yüzlercedir. Kaç Müslüman Nobel kazanmıştır? Sanırım iki kişi. Türkiye, yüz yıl boyunca bir Nobel bile alamadı.
Balık, bir canlı türünün genel adıdır. Birkaç gram gelen küçük hamsi de balıktır, ağırlığı bir tona yaklaşan ton da balıktır; aralarında ağırlık farkı vardır.
Ümmetlere, cemaatlere, milletlere vasıf, güç, ağırlık, üstünlük kazandıran bazı hususlar vardır. Sayayım: İlim, irfan, ahlâk, fazilet, hikmet, akıl ve zeka, ruh asaleti, disiplin, sanat…
Bugünkü Yunanlılar kadim çağların Sokrat’larının, Eflatun ve Aristo’larının torunları olmadıkları gibi Müslümanlar da Fatihlerin, Selahaddinlerin torunları değildir.
Son Filistin faciasında koskoca Arap âlemi, bunca askere ve silaha sahip olduğu halde zulüm ve haksızlığa karşı hiçbir eylem yapamadı, sadece seyirci kaldı. Niçin? Çünkü nice kaleler içten fethedilmiştir. Amerika ve İsrail nice İslâm ülkesini sömürge haline getirmiştir.
Bazıları hâfız orduları yetiştirerek meseleyi halledebileceklerini sanıyor. Hafızlığa karşı değilim. Hafızlığı büyük bir ünvan, büyük bir şeref kabul ederim. Ancak dünya hakimiyeti ve gücü, hürleşme, kurtuluş hafızlarla, hafızlıkla gerçekleşmez. On milyon dindar vatandaşı hafız yapsanız yine de bir arpa boyu yol alamazsınız.
İslâm dünyası önce bir tek adama muhtaçtır. Meselâ bir Selahaddin Eyyubî’ye. Sonra ona vezirlik, havarilik, kurmaylık edecek on iki kadar büyük ve güçlü insana. Sonra beş on bin kaliteli uzmana. Büyük medyacılara, büyük mimarlara, büyük hukukçulara, büyük politikacılara, büyük ediblere, büyük sanatkarlara, büyük düşünürlere, büyük araştırıcılara.
Türkiye Müslümanları, bırakın dünya çapında, Türkiye standartlarında bile üstün şahsiyetler ve üstün kadrolar kuramamıştır. Ben en küçük rütbedeki Müslümanı bile severim, ona büyük kıymet veririm ama kurtuluş işleri, dünya hakimiyeti işleri kırsal kesim ve gecekondu halkıyla, varoşlarla, seyyar satıcılarla, küçük esnafla, ilkokul tahsilli yığınlarla halledilebilecek işlerden değildir.
Medya, dengeli ve medenî ülkelerde Dördüncü Kuvvettir, bizde ise Birinci Kuvvet. Peki Müslümanlar, bilhassa günlük gazete sahasında niçin büyük varlık gösteremiyor, birinci ligde oynayamıyor?
İslâm âleminin yücelmesi, kurtulması, hürleşmesi ancak büyük ve güçlü Müslümanlarla olur. Biz yıllardan beri büyük, güçlü, vasıflı, tesirli, üstün Müslüman yetiştirmek için değil; şucu, bucu, ocu yetiştirmek için çalışıyoruz. Her Müslümana mezhep lazımdır ama din kardeşimin şu veya bu mezhebe bağlı olması konusunda taraf tutamam. Hanefî daha takvalıysa o üstündür, Şafiî daha takvalıysa o üstündür. Din baronları, cemaat başkanları yakın tarihte büyük, güçlü, üstün, vasıflı Müslümanlar yetiştirmek için değil; kendi cemaat, hizip, fırka ve kliklerine taraftar yetiştirmek için çalıştılar. Bu, çok yanlış bir metoddu. Cezasını hepimiz çekiyoruz.
Müslümanların şimdiye kadar Amerika’nın, Avrupa’nın, Japonya’nın bin üniversitesinde bir milyon vasıflı, güçlü, üstün, işe yarar, işbilir, iş bitirir, tesirli, ağırlıklı Müslüman okutması ve yetiştirmesi gerekirdi. Saydığım sıfatlara ve hasletlere sahip kaç kişi yetiştirebildik?
Bazen bir romancı, bir şair bile, tek başına bir ordu kadar hizmet edebilir. Her biri bir ümmete bedel müstesna şahsiyetler gelip geçmiştir tarihte. Finlandiya denilince akla iki büyük şahsiyet gelir. Biri müzisyen Sibelius, diğeri mimar Aalto’dur. Bu iki sanat adamı küçük bir ülkeyi büyük hale getirmiştir.
İslâm dünyası niçin bir Nelson Mandela, bir Rahibe Tereza yetiştiremedi. Mendala, tam yirmi sekiz yıl ırkçı ve faşist Güney Afrika rejiminin korkunç bir hapishanesinde cehennemî bir mahpusluk hayatı sürdü, gık demedi, pes etmedi, çıktıktan sonra, kaldığı yerden mücadelesine devam etti ve halkını kurtardı, ülkesinin başına geçti.
Rahibe Tereza hayatını Hindistan’da sürünen cüzzamlılara, sokaklarda yatıp kalkan, sokaklarda ölen zavallı insanlara hizmet ile geçirdi. Nobel armağanı kazandı, kazandığı paranın tamamını hayır işlerine verdi.
Ateist ve cehennemlik Jean Paul Sartre’a Nobel’in edebiyat ödülü verilmek istendi. Elinin tersiyle itti, “Ben Nobel kabul etmem” dedi.
Fransa’da Akademi’ye üye yapılmak istenen üç cizvit papazı, “Biz şan ve şeref ünvanı kabul etmeyiz” diyerek üyeliği reddettiler.
Küçük ve ucuz Müslümanlarla büyük işler yapılmaz. Büyük dâvalar için büyük, okkalı, vasıflı adamlar lazımdır. Her recül, Rical’den değildir.
Asırlar önce eski Müslümanlar büyük ve küçük cihad yapar, düşman ülkelerine sefer eder, ganimet toplarlarmış. Şimdi birtakım sefiller, kendi ümmetlerinin ahmaklarını tokatlayarak, kaz gibi yolup, inek gibi sağarak efsanevî servetler edinmişlerdir. Böyle süfeha ile ne kurtuluş olur, ne hürleşme, ne de yücelme!
Biz Müslümanlar Rab olarak Allah’ı, Nebî ve Resûl olarak Muhammed aleyhissalatü vesselamı, Kitab ve düstur olarak Kur’ân-ı Azimüşşanı, din ve nizam olarak İslâm’ı, Şeriat olarak Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi kabul etmiş, bunlardan razı olmuş insanlarız. Samimî ve ihlâslı isek Allah’ın emir ve yasaklarına, Kur’ânın düsturlarına, Resulullah’ın Sünnet-i seniyyesine, önceki asırlarda gelmiş sâlih Müslümanların örnek davranışlarına ve ahlâkına uymak zorundayız.
Dini imanı para ve menfaat olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan moloz unsurlarla bir yere varamayız.
Ya vasıflı adamlar yetiştireceğiz, onlardan müteşekkil güçlü ve üstün kadrolar kuracağız, yahut sürünmeye devam edeceğiz. 14 Mayıs 2002