Kemal O Kadar Kolay mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Pazartesi
Nakşiler nakşî, Halvetiler halvetî, Nurcular nurcu, Şeyh Fehameddin efendiciler fehameddinci, Şeyh Nasrullah efendiciler nasrullahçı velhasıl her tarikat, her cemaat, her hizip, her fırka kendi bağlısını yetiştirirse Ümmet biter, Müslümanların başına kıyamet kopar.
Peki bunca cemaat, hizip, fırka, tarikat ne yetiştirecektir? Müslüman yetiştirecektir, Müslüman!
Bazı hocaefendiler ve şeyhler benlik davasına düşmüşler ve kendi bağlılarının sayısını yükseltmek için didinip duruyorlar. Bunlar faydalı didinmeler değildir. Bir tarikata, cemaate, meşrebe, mezhebe, gruba bağlanmak nasip meselesidir. Önemli olan Nakşî, Halvetî, Kadirî, şucu, bucu, ocu, filan veya falan şeyhe bağlı olmak değil; iyi, güçlü, vasıflı, üstün, said Müslüman olmaktır.
Bir Müslüman nasıl vasıflı, güçlü, üstün, iyi olabilir? Herhangi bir cemaate katılmakla, herhangi bir şeyhe intisab etmekle otomatik olarak bu sıfatlara sahip olabilir mi? Asla olamaz. Bunlar için zekâ, ilim, irfan, kültür, hikmet, sanat, edeb, görgü ve daha nice şeyler gerekir.
Bazı cemaatlere bakıyorum: Bir Müslüman kendilerine intisab edince onu yetiştirmek için hiçbir şey yapmıyorlar. Felsefeleri şu: Biz en hak cemaatiz, bizim başımızdaki zat en büyüktür. Sen bize katıldın, büyüğümüze bağlandın ya, artık Mevlâ’nı buldun, senden mutlusu yoktur… Böyle bir düşünce İslâm’ın ruhuna ne kadar zıttır. Zaten hiçbir gerçek tarikatta da böyle ucuz kurtuluş reçeteleri yoktur. Bunlar şeytanî vesveselerdir. Kurtulmak, yükselmek, Mevlâsını bulmak için ilim, irfan, hikmet, kültür, ahlâk, fazilet, büyük cihad, ibadet, takva, edeb gerekmez mi?
Sonra intisab (bir şeyhe veya cemaate bağlanma) konusunda da yanlış işler edilmektedir. Adamın biri geliyor, şeyhin elini öpüyor ve intisab etmiş, derviş olmuş oluyor. Bu iş bu kadar kolay mı? Böyle intisablar ancak ve ancak muhabbet bağlılığıdır, asla gerçek dervişlik değildir. Gerçekten derviş olmak isteyen kişi çilelere girecek, çok zor ve ağır mücahedeler yapacak, şeyhin murakabesi altında yetişecek, nice mânevî tâlimler yapacaktır. Onbin müridi olduğu söylenen şeyhin on müridinin bile olduğunu sanmam.
“Benim şeyhim en büyüktür, kutubtur, gavstır, sahib-i zamandır; öteki şeyhler çok küçüktür…” şeklinde konuşan adama ben derviş demem, şeddeli bir eşek derim. Hakikî bir derviş kendi şeyhine ne kadar hürmet gösteriyorsa, öteki hakikî şeyhlere de o nisbette hürmet etmeye mecburdur.
“Benim şeyhim her şeyi bilir…” Böyle diyenler de tecdid-i iman ve nikâh etsinler. Şeyhler her şeyi değil, kendilerine bildirildiği kadar şeyi bilirler. Her şeyi bilmek sadece Allahu Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine mahsustur.
Tarikatlar para toplamaya ve müntesib (bağlı) sayısının çokluğu ile öğünmeye âlet edilmemelidir. Tarikatların birinci vazifesi iyi, güçlü, vasıflı, üstün, olgun Müslüman yetiştirmektir. Şeyh uçuyormuş, şeyh uykuda ve uyanıklıkta cayır cayır rüya görüyormuş, şeyh sık sık miraca çıkıyormuş, şeyhin kerametlerinin haddi hesabı yokmuş, şeyh en büyükmüş… Bu edebiyat hiçbir Müslümanı bir yere götürmez. Bir şeyhin derecesi ve rütbesi önce iman, tashih-i itikad konusundaki hassasiyetinden, sonra namaz ve diğer ibadetlerinden, Şeriat’a bağlılığından, yüksek ahlâk ve faziletinden belli olur. Şeyh geçinen bir kimse elini sürerek bir ağacı altın etse, fakat bu adamda Şeriat’a aykırı haller bulunsa ben ona şeyh demem, müteşeyyih (sahte şeyh, şeyh taslağı) derim.
Allah’a şükürler olsun ki, bu abd-i âciz şeyh görmüşümdür. Allah hepsine rahmet eylesin, Allah (şefaat etme izni verirse) şefaatlerine nâil eylesin. Onlar ahkâm-ı şer’iyeye (Şeriat’ın hükümlerine), Peygamber’in Sünnetine uymakta çok hassas ve tizizdiler. Ahlâk, edeb, fazilet, incelik sahibiydiler. Nice insanın hidayetine vesile olmuşlardı. Müridlerinden, kendilerini sevenlerden para toplamazlardı. Onlar ellerinden geldiği kadar Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ahlâk ve edebine uymaya çalışırlardı.
Âmil (bildikleriyle amel eden) hakikî ve icazetli din âlimleri de böyleydi. İslâm ilimlerini ticarete, bezirgânlığa, para kazanmaya, servet yapmaya âlet etmezler, var güçleriyle ilim nurlarını yaymaya, Müslüman halkı uyarmaya çalışırlardı. Merhum Erzurumlu Ömer Nasuhî Bilmen hazretleri dersiâmdı, 1949’da İstanbul müftüsüydü, o tarihte CHP iktidardaydı, İsmet Paşa cumhurbaşkanıydı. Ezan okumak bile yasaktı (Tanrı Uludur diye bağırılıyordu) ve böyle bir hava içinde, İstanbul Üniversitesi kendisinin “Hukuk-i İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”nu (tamamı 6 cilttir) yayınlamaya başlamıştı. Üniversite rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, kitaba yazdığı önsözde, “İstikbalin kanun vâzıları (geleceğin kanun koyucuları) hazırlayacakları kanunları bu kitaptan çıkartacaklardır” diye bir cümle koymaktan çekinmemişti. Evet eski ulema böyleydi.
Bizans zamanında kiliseymiş, şimdi cami olarak kullanılıyor. Geçen cuma günü ikindi namazını o mâbette eda ettim. Binanın içindeki ve dışındaki bakımsızlık ve haraplık vicdanımı isyan ettirdi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu kadar geliri var, niçin tarih ve sanat kıymeti büyük olan bu esere gereken ilgiyi göstermez.
Haydi ismini de vereyim, Zeyrek camii. Dünyanın her yerinden kültürlü, uzman, meraklı Hıristiyanlar gelip bu yapıyı geziyor ve içlerinden bize küfür ediyor. Takdir edip âferin diyecek değiller a.
Müslüman kesimin başını çekenlerin de böyle şeylerle uğraştıkları yok. Eminönü’ndeki Ahi Çelebi camii yıllardan beri harap bir vaziyette duruyor, bir gün gelecek çökecek. Etraf triyoner hacılarla, Müslüman zenginlerle dolu. Bir dernek kurup da tamir ve restorasyonu için teşebbüse geçmiyorlar.
Din baronları böyle şeylerle uğraşırlar mı? Onların bin türlü kaprisi var. Milyarla dolar toplarlar, lakin böyle sanatla ve mimarlıkla ilgili hayırlar yapmazlar.
Eskiden Bizans kilisesi olan Küçükayasofya camiinin de durumu yürekler acısıdır. Devlet ilgilenmez, Vakıflar ilgilenmez, Diyanet ilgilenmez, Müslüman kodamanlar ilgilenmez; peki bu binaların, bu eserlerin hali ne olacak?
Ayasofya müze yapıldı, Kariye camii de müze oldu. Biz bu gaflet ve hıyanet içinde yaşamaya devam edersek, gün gelecek bugün cami olan bütün eski Bizans kiliseleri Haçlılar tarafından restore edilip elimizden alınacaktır. 21 Eylül 1999