Cuma

 

Ben bir Türkiyeliyim, bu topraklar benim vatanım. Türkiye vatandaşıyım, başka vatandaşlığım yok. Ülkemi seviyorum, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Gençliğimde askerlik hizmetimi seve seve yaptım. Vergi de ödüyorum. Lakin, yazık ki, şu topraklar üzerinde korkusuzca, güven içinde yaşıyamıyorum.

Geçen yüzyılın 60’larında evim, yazıhanem defalarca basıldı, kitaplarım, evrakım çuvallara doldurulup götürüldü. Kaç kere tutuklandım, sorgu suale mâruz kaldım. 1961’de, şimdi beş yıldızlı bir otel haline çevrilmiş olan Sultanahmet Hapishanesi’nde kaldım. Günlük “Bugün” gazetesini yayınlarken (1966-71) aleyhimde, şu eski mâhut 163’üncü maddeden bir sürü dâva açıldı, ağır ceza mahkemelerine gidip geldim. Kimisinden bir celsede beraat ettim, kimisinden bir celsede ağır hapis ve sürgün cezaları yedim. Nihayet 1969’da çok sevdiğim vatanımda barınamayacağımı anladım ve yurt dışına çıktım. Hac mevsimiydi, önce Arabistan’a gittim haccettim. Üç ay sonra Ürdün’e, oradan da Beyrut’a geçtim. Orada bir ev kiraladım ve üç ay oturdum. Sonra Avrupa’ya gittim. Af kanunu çıkıp da ülkeme dönebilinceye kadar altı seneye yakın bir zaman geçti. Bu esnada pasaportumun süresi bitmişti, epey sıkıntı çektim.

İki günlük gazetem vardı.70’li yılların başında, ülkemiz için gerçekten büyük bir tehdit olan komünist eylemlerle mücadele ettim, devletimin korunması için çalıştım. 12 Eylül 1971’de askerî darbe oldu, ben o zaman Almanya’daydım, Şalcı Nihat Erim iktidarı iki gazetemi de süresiz kapattı ve müesseselerim battı. Komünistleri destekleyen, Türkiye’de Marksist-Leninist bir kızıl diktatörlük kurulması için sinsice gayret gösteren ve propaganda yapan Bâbıâli’nin kızıl Pravda’sına sadece yirmi gün kapatma cezası verildi.

Af ile yurda döndükten sonra da fikirlerim, görüşlerim, yazılarım dolayısıyla üç ayrı hapis cezası aldım, 1984’te onları Sağmalcılar, Gerede, Şile cezaevlerinde çektim.

Eski zamanların ölçülerine göre dindar sayılmam ama bugünün şartlarına göre dindar bir Müslümanım. Dindar olmak bir suç mudur? Elbette değil. Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa ülkelerinde dindarlığından dolayı bir Müslümana asla baskı yapılmaz.

Şu veya bu tarihî şahsiyetleri sevip sevmemek, tutup tutmamak benim bileceğim bir iştir. Amerika’da ille de G. Washington’u seveceksin, ululayacaksın diye bir kural ve kanun var mı? Fransa’da General De Gaulle’ü sevmeye her vatandaş mecbur mudur?

Yakın tarihimizin meşhurlarından Midhat Paşa’yı, Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı, Talat Paşa’yı sevmem. Tarihî bir şahsiyeti sevip sevmemek kanunla, mahkeme ile, hapis cezası ile halledilecek bir iş midir?

Bugünün ölçülerine göre dindar bir Müslümanım demiştim. Dindar ve şuurlu Müslüman Şeriat’ı sevmeye, Şeriat’ı yüce bilmeye mecburdur. Çünkü Şeriat, İslâm’ın amelî hükümlerinin topuna birden verilen isimdir. “Ben Müslümanım ama Şeriat’a taraftar değilim” demek ne büyük bir çelişkidir.

Bazıları

“Şeriat devletimiz için büyük bir tehdit ve tehlikedir”

diyor. Hiç de değil. Namazla, oruçla, diğer ibadetlerle, İslâm’ın muamelatla ilgili hükümleri niçin tehdit ve tehlike olacakmış?

İngiltere’de

laiklik yok; din-devlet birliği, uzlaşması, işbirliği var, orada

hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.

Böyle olduğu için orada demokrasiye, modernliğe, temel hak ve hürriyetlere bir halel mi geliyor?

Demokratik bir ülkede tabular, düşünce ve inanç yasakları olmaz. Her konu edeb ve kural dairesi içinde tartışılabilir. Demokratik bir ülkede aydınlar, yazarlar, düşünce adamları fikirlerinden, inançlarından, görüşlerinden, tenkitlerinden dolayı mahkemelere verilmez, hapislere atılmaz. Siyasî otorite ve iktidar vatandaşın dinî inanç ve görüşlerine karışamaz.

“Dindar olabilirsin ama şu kadar olabilirsin, daha fazlası yasaktır”

gibi kısıtlamalar ne kadar saçmadır.

Dindar bir Müslüman bütün olup bitenleri Allah’ın iradesine, dilemesine, hikmetine bağlar. İmanlı bir kimse bilir ki, şu kainatta en azametli galaksilerden, en küçük zerrelere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vardır. Onların her hareketi Allah’ın dilemesi ve kudreti ile vücut bulmaktadır. Bir Müslümanı bu inancından dolayı cezalandırmak ne kadar yersiz ve saçmadır. 17 Ağustos zelzelesi fayların kırılmasından oldu demek serbest ama zelzele Allah’ın bir hikmeti ve cezasıdır demek yasak ve suç. Böyle şey olur mu?

Evet zelzele bir cezadır, bir azaptır. Allah’ın dilemesi ve yaratması ile olmuştur. Böyle âfetler ve belâlar sadece suçlu, günahkâr, isyankâr kulların üzerine gelmez; umuma birden gelir.

İlahî hikmetlerin bir kısmını anlayıp idrak edebiliriz, bir kısmını ise anlayamayız.

Zelzele hakkındaki inanç ve görüşlerinden dolayı bazı Müslümanları cezalandırmak demokrasiye, laikliğe, insan haklarına, akla, iz’ana, insafa, irfana aykırıdır. Dindar Müslümanları bir tehlike ve tehdit olarak görmek akıllı idarecilere ve aydınlara yakışır mı? Devlet laiktir, o halde Müslüman kadınların başlarını örtmelerine karışmayacak, onlara güçlük çıkartmayacaktır.

İngiltere demokrasinin, evrensel insan haklarının beşiğidir ve orada yaşayan Müslüman bir aile, ilkokuldan başlayarak da üniversiteye kadar kızlarını başı örtülü olarak okula, fakülteye gönderebilmektedir. Amerika’da da böyledir. Din ve inanç hürriyetinin olmadığı yerde ne demokrasi vardır, ne laiklik, ne de insan hakları.

Birtakım dinsiz imansız herifler memleketi, milleti, devleti soyup soğana çeviriyor, onlara fazla birşey yapılmıyor; bir dindar sınırı aşıp çizgiyi geçince tepesine biniliyor. Böyle eşitlik olur mu?

Eskiden

163’üncü madde

vardı. O kalktı şimdi başka maddeler işletiliyor. Yapılan haksızlıkları, eşitsizlikleri, insan hakları ihlallerini tenkit ettin mi filan maddeye muhalefetten hesap veriyorsun. Hangi medenî, demokratik, ileri, hukuklu ülkede böyle bir uygulama var?

Devletimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden bir sürü kınama cezası aldı, ağır tazminatlar ödemeye mahkûm oldu.

İnançları, görüşleri, tenkitleri yüzünden

kendi vatanında korku, güvensizlik, tedirginlik içinde yaşamak, mahkemelerde sürünmek, ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi muamelesi görmek ne kadar acı bir şey.

Ülkemize demokrasi, hukuk önünde eşitlik, insan haklarında tam riayet, kısıntısız bir din ve inanç hürriyeti ne zaman gelecek? 25 Ağustos 2001