Cuma

 

Evet bu memlekette zulüm var ama bunun en büyüğü ve vahimi Müslümanların kendilerine yaptıkları zulümdür. Dinsizlerden şikayet edip duruyoruz, peki bizler vazifelerimizi hakkıyla yapıyor muyuz?

İslâm bize birlik emrediyor. Biz bu birlik için ne gibi teşebbüsler, gayretler içindeyiz? Dinimizde Müslümanların üç günden fazla başsız kalmaları caiz değildir. Bizim Ümmet çapında bir başımız var mı?

Kur’ân bize fitne ve fesattan uzak durmamızı, tefrikaya düşmememizi, birbirimizle çekişmememizi emrediyor. Böyle yaparsanız dünyevî gücünüz elinizden gider, diyor. Biz ne yapıyoruz? Onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük hizbe, fırkaya, parçaya ayrılmışız, aramızdaki bağları kopartmışız, sonra da kurtulup selamet bulacağımızı sanıyoruz.

Tashih-i itikad konusunda bir gayret ve titizlik yok. Zındığın biri “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerek Hak Teâlâ hazretlerini hâşâ bir Roma putuna teşbih ediyor (benzetiyor), böyle bir sapıklık karşısında kimsenin kılı kıpırdamıyor. Kılı kıpırdamak bir tarafa, adamı büyük mücahid diye göklere çıkartıyorlar. Bundan büyük zulüm olur mu?

Ezanlar okunur, koyu Müslüman geçinen aydın, okumuş, ünlü, çokbilmiş Müslümanlar camiye gitmezler, cemaate katılmazlar. Peki yarın maazallah dinsizler camileri kapatmaya kalksalar böyle bir zulüm dolaylı olarak bu okumuş, zengin, iyi giyimli, bol gelirli Müslümanlar yüzünden olmuş olmayacak mı?

İmkânı olan ve mutlaka yapmaları gerektiği halde emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan Müslümanlar zâlim değil midir? Böyle önemli ve hayatî bir farzı terk etmek zulüm değil midir? “Biz sadece ve sadece kendi hizmetlerimize bakarız, başka hiçbir şeye karışmayız” diyorlar. Peki İslâm böyle mi diyor? Bizim dinimiz, “Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hissedecektir” demiyor mu?

Kendi şöhretleri, kendi servetleri, kendi riyasetleri, kendi prestijleri, kendi meşrebleri, kendi fırka ve hizipleri için cansiperâne çalışan birtakım kodaman ve pabucu büyük Müslümanlar niçin din için, Ümmet için, Müslümanlık için, bu mülk ve millet için çalışmıyor?

Hayır ben çalışma derken fitne ve fesat çıkartılmasını, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunmasını kast etmiyorum. Ancak, zelil ve cebin (alçak) bir şekilde susmak da doğru mudur? Akıl, hikmet, itidal dairesinde bir şeyler yapılamaz mı?

Başörtüsü konusunda feryad edip duruyoruz. Sırf feryatla, şikayet etmekle, tazallüm edebiyatıyla bir yere varılmaz ki. Müslümanların içinde bu meseleyi uluslararası platforma taşıyacak dil bilir, kültürlü, zeki, kurnaz, ciddî adamlar yok mudur? Yıllardır sürüp duran bu zulüm konusunda şimdiye kadar İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça kaç ciddî kitap çıkartıp dünya kamuoyunu uyarmak ve lehimize çekmek için çalıştık? Hizmet yapacağız diye Müslümanların kanını iliğini sömüren büyük adamlarımız ve teşkilâtlarımız bu konuda niçin hareketsiz kalıyor?

Şu anda islâmî kesimde bazı açıkgözler başörtüsü zulmünü bile paraya tahvil etmek için çalışıyor. Halk bilmez ama biz farkediyoruz.

Müslümanların dünya çapında büyük hukukçuları, büyük siyaset kültürü erbabı, büyük kalemleri yok mudur ki, başlarına gelen bunca zulmü dünyaya anlatamıyorlar?

Sivas dâvaları başlarken hayli tantana kopartılmış, ilk celseye ikiyüz islâmcı avukat girmişti. Hattâ bunlardan biri duruşmanın en hararetli ve heyecanlı bir yerinde cebinden kocaman bir misvak çıkartarak dişlerini temizlemeyi bir dindarlık tezahürü sanmıştı. Sivas dâvâsı başlamadan önce “Bu dâvâ nümayiş konusu yapılmasın, birtakım Müslüman avukatlar kendilerini göstermek için bu işi mıncıklamasın. Mesele bir hukuk işidir. Ülkenin en büyük, en ünlü, en güçlü birkaç ceza avukatı üstat hukukçu bulunsun, iş onlara bırakılsın…” meâlinde bir teklifte bulunmuştum. O zaman bazıları bana kızmışlardı. Şimdi soruyorum: Sivas dâvâsı nasıl neticelendi. Zindanlarda sürünen otuz üç idam mahkumu vatandaşın durumu nedir? Büyük gürültü ile Sivas’a gidip nümayiş yapan avukatlarımız dâvâ sonuçlarına ne diyorlar?

Mehdi olduğu iddia edilen şu zatın peşinden gidenler, hem kendilerine, hem de İslâm dâvâsına zulm etmiş olmuyorlar mı?

Nice ihtiraslı veya akılsız Müslüman son otuz sene içinde delidana gibi hareket ederek dinsizlerin, zalimlerin ekmeklerine yağ sürmüştür.

Cemaat ve hiziplerini dinle özdeşleştiren, hattâ dinden de üstün gören dengesiz ve mantıksız Müslümanlar zâlim değil midir?

Milyarlarca dolar hizmet ve yardım parası toplayarak bunları plansız, programsız ve akılsız bir şekilde israf edenler zâlim değil midir? Bu paraların bir kısmını zimmetlerine geçirenler zâlim değil midir? Böyle zulümlerle, böyle zâlimlerle niçin mücadele etmiyoruz?

Atatürkçüymüşler

Eğer samimî Atatürkçüyseler Atatürk’ün kapattırdığı, onun ölümünden sonra İsmet Paşa tarafından açtırılan Mason localarının tekrar kapatılmasını isterler, bu yolda propaganda ve baskı yaparlar. Hem Atatürkçülüğü kimseye bırakmayacaklar, hem de önemli Atatürk inkılaplarının biri olan Masonluğun yasaklanması konusunda ilgisiz olacaklar. Hattâ, hem Atatürkçü, hem Mason olacaklar. Olur mu bu?

Bunlar Atatürkçü falan değildir. Resmî ideolojinin gölgesinde ülkenin balını kaymağını yiyen, imtiyazlı bir hayat süren, refah ve israf içinde yaşayan küçük bir egemen azınlıktır.

Bugün Türkiye’de dehşet saçan ideoloji kesinlikle Atatürkçülük ideolojisi değildir. Değişe değişe, tâdile uğraya uğraya, tâviz vere vere asıl Atatürkçülük tamamen değişmiş, bambaşka bir kılığa bürünmüştür.

Şimdi herkes Atatürkçüdür. Eski komünist Atatürkçü, Farmason Atatürkçü, Sabataycı Atatürkçü, Milliyetçi Atatürkçü, Türkçü Atatürkçü, Faşist Atatürkçü, sözde Demokrat Atatürkçü. Bu kadar zıt renklere sahip bunca karışık ve karmaşık kişiler ve zümreler nasıl hep birden Atatürkçü olabilirler?

Bazı islâmcılar bile Atatürkçü göründüler, bu uğurda ne hokkabazlıklar yaptılar.

Birbirlerine söğen, birbirleriyle dalaşan, birbirlerine en ağır itham ve hakaretleri savuran, birbirlerinin kanını içecek kadar aralarında husumet ve düşmanlık olan nice kişi ve grup var ki, kendilerini su katılmadık Atatürkçü ilân ediyor. Böyle samimiyetsizlik, böyle hokkabazlık, böyle komedi tarihin başka hangi çağında görülmüştür? 25 Eylül 1999