Kendimden Utanıyorum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 07 Aralık 2018
Kendimi çok ayıplıyorum… Kendimden utanıyorum… Niçin mi?.. Arz edeyim: İslâm dünyasının ve Müslümanların durumu çok kötü. Irak’ta Müslümanlar kan kusuyor, korkunç bir terör ve zulüm var, sivil halk eziliyor, dullar yetimler, ölüler, sakatlar, yerinden yurdundan olmuşlar, açlar sefiller… Ben kardeşlerimin bu perişan hali karşısında hıçkırıklarla sarsılarak, seller gibi gözyaşı dökerek ağlayamıyorum. Vah vah tüh tüh diyerek geçiştiriyorum.
Şu Suriye Müslümanlarının haline bakınız: Ülkeleri harap olmuş, iki yüz bin ölü, yüz binlerce yaralı ve sakat… Yetimler, dullar, sürünenler… Sadece bizde iki milyondan fazla Suriyeli mülteci var. Onlar için de gereği gibi ve yeteri kadar ağlayamıyorum.
Libyada iç savaş… Mısır’da darbe idaresi… Ezilen öldürülen Müslümanlar… Ben ağlamıyorum.
Bangladeş’te Müslümanlar liderler zindanlarda çürüyor, kimisi idam ediliyor.
Mısırda Müslüman liderlere idam cezaları veriliyor.
Her tarafta kan ateş feryat… Bendeniz yemeğimi yiyor, çayımı içiyor, gezip tozuyor, arada bir acıklı bir yazı kaleme alıyor ve vazifemi yaptığımı sanıyorum.
Müslümanların haline acıyıp da kaç kere iştahım kaçtı, yemek yiyemedim?
Kaç kere ağlamaktan baygınlık geçirip yataklara düştüm?
Kaç kere üzüntüden, kahırdan cinnet geçirecek hale geldim?
Yazık bana… Halime, duygusuzluğuma yazıklar olsun. Vah bana evyah bana…
Salat ve selam olsun ona, Peygamberimiz ne demiş: Müslümanlar bir vücut gibidir. Vücudun bir azasına acı dokunsa, diğer organları da acı duyar. Ben böyle miyim?
Ne kadar rahatım… Irakta şöyle oluyormuş, Suriyede böyle oluyormuş… Efendi, şöyleyi böyleyi bırak da bir kenara çekilip katıla katıla ağlasana.
Ah bende yürek olsaydı, iman kardeşlerimin başlarına gelen felaket karşısında yataklara düşerdim.
Yazık bana, vah bana, kana kana ağlamak bile gelmiyor elimden.
Kardeşlerim ölürken benim iştahım bile kesilmiyor.
Bu kadar taş yürekli olmak bana yakışmıyor.
Korkuyorum: Merhamet etmeyene merhamet edilmezmiş…
Dün Irak, bugün Suriye… Yarın Türkiye olmasın…
Komşuda matem, bitişikteki evde vur patlasın çal oynasın eğlence.
Tarihte de böyle olmuş. Haçlılar Suriyeyi ezip geçip Kudüs’ü aldıklarında Bağdad yardıma koşmamış. Aradan zaman geçmiş, Bağdad’ı Hülagû ordusu dümdüz ettiğinde Şamlılar yardıma gelmemiş. Men dakka dukka…
Ağlayıp gözyaşı dökmeliyim… Üzüntüden iştahım kaçmalı… Sarsılmalıyım… Hiçbir şey yapamıyorum, bari ağlayayım, onu da yapamıyorum.
Kendimden utanıyorum.
Müslüman evi vardır, Müslümanın evi vardır. Müslüman, elinde imkân varsa İslâm dininin prensiplerine uygun bir meskende yaşamalıdır. İslâm medeniyetinde ve kültüründe ev konusu vardır.
İmkansızlıktan, parasızlıktan dolayı İslâm evinde oturamayan Müslümana bir şey demem ama Karun kadar zengin olan, fakat İslâm evinde oturmayan kimseleri tenkit eder çok ayıplarım.
Son birkaç on yıl içinde memleket beton evlerle, rezidanslarla, gökdelenlerle, korkunç apartmanlarla doldu, dağ taş mesken oldu. Bunların hiçbiri İslâm’ın ev kültürüne uygun değil.
Şu dev İstanbul’da yeni iki üç Türk evi var. Biri Boğazda Boyacıköyde merhum mimar Refik beyin kendisi için yaptığı Refik-âbad, diğeri merhum Âsım Ülker’in Bağlarbaşındaki evi. Çatalcaya on beş kilometre mesafede Profesör Nevzat Yalçıntaş’ın yaptırdığı yeni ev de klasik harika bir Türk evidir.
Kendilerini dindar Müslüman sanan imkanlı zenginlerimizin Müslüman evlerinde oturmamaları, para eksikliğinden değil, kültür ve İslâmî akıl ve şuur eksikliğindendir.
Maalesef edebiyatta, mimarlıkta, şehircilikte İslâm kültürü bugünkü kırsal kesim ve magazin zihniyeti ile yürümüyor.
Lisanımız ve edebiyatımız son derece yozlaştı, mimarlık ve şehirciliğimiz felaket…
Yeni evler İslâmın tesettür ve hicab ahlâkına uygun değil.
Yeni evler artık öncelikle yuva değildir, maldır.
Mimarisi bozuk yeni evlerimizi, bir kısmı işe yaramaz saçma sapan mobilyalarla eşyayla dolduruyoruz ve içlerinde sefa ile oturamıyoruz.
Bir belediye kanunu mu nizamı mı ne var, yeni evlerin bahçe duvarları yüksek yapılamıyor. Niçin? Geçenler karıları kızları görsün diye. İslâma taban tabana zıt bir düşünce.
Müslümanlar İslâm medeniyetine, kültürüne, mimarisine, edebiyatına yabancı düştüler, aliene oldular. Diyanet İşleri Başkanlığının şunca yıl içinde bir kere bile, cuma hutbesinde İslâm evi konusunu işlediğini duydunuz mu?
Müslüman olmuş Batılı bir yazarın kitabı Türkçeye çevriliyor, kapağında o muhteremin yeni aldığı Müslüman ismi yazılmıyor, eski Hıristiyan ismi yazılıyor. Batı hayranlığı kemiklerimizin içindeki iliklere kadar sızmış.
Havalar ısındı ya, camilerde, üzerlerinde İngilizce yazılar bulunan tişörtler giymiş dindar gençler göreceğiz yine. Dindarı böyle olursa…
İmkanı olmayanlar üzülmesin, onlara bir şey dediğim yoktur. Ben zenginlerimizi, idarecilerimizi, belediyecilerimizi tenkit ediyorum. Parası ve imkanı olan herkes (küçük de olsa) bahçeli bir İslâm evinde oturmalıdır. Meskenlerimiz İslâmın tesettür, hicab, iffet, hayâ değerlerine uygun şekilde inşa ve bina edilmelidir.
Avrupanın medenî ülkelerinde eski evler, binalar korunuyor, bunların bir kısmı ev, bir kısmı işyeri olarak kullanılıyor. Bizde, şu anda, dev İstanbulda, hakikî bir Türk evinde oturan bir tek zengin veya orta halli aile bulamazsınız.
Ruhlarımız betonlaşmış.
Edebiyata gelince mangalda kül bırakmayız. Eve gelince yaya kalmışız.
Atalarımız dünyada mesken âhirette iman demişler. İmanlı insanlar dünyadaki meskenlerini imanlarına uygun şekilde yapar.
Müslümanlar, Müslüman evlerinde Müslümanca oturup yaşamadıkları müddetçe iflah olmazlar. 19.04.2015