Salı

 

Türkiye İsrail’in, dünya Siyonizminin ve ABD’nin nüfuz sahasının içine girmiştir. Eskiden ülkemizdeki Musevîler politika ile haddinden fazla ilgilenmezler ve meşgul olmazlardı. Son bir-iki yıl içinde Yahudi cemaatinin bazı ileri gelenleri, ünlü şahsiyetleri iktidar partisi ile çok içli-dışlı olmuşlardır. Hattâ bu durum Yahudi cemaatini de rahatsız ve tedirgin etmektedir. Ülkemiz bilhassa İsrail ve Siyonizm ile olan işbirliğinin, birgün faturasını ödemek zorunda kalacaktır. Temenni edelim ki, bu fatura ödeyemeyeceğimiz kadar ağır, acı ve tuzlu olmasın…

Türkiye’nin Kıbrıs’ta, vazgeçmesi mümkün olmayan birtakım hayatî menfaatleri vardır. Ülkemizin etrafı açık gibi görünüyor ama o açıklık sadece harita üzerindedir. Dört yandan sarılmış ve kuşatılmış vaziyetteyiz. Kuzeyde Romanya, güneyde KuzeyKıbrıs’tan başka açık tarafımız yoktur. Kıbrıs “açıklığının” kapanması, ileride son derece vahim neticeler meydana getirebilir. Geo-stratejiden anlamayan bir takım kimselerin “Ver kurtul…” felsefesi bize çok şey kaybettirecektir. Türkiye etrafındaki muhasarayı (kuşatmayı) tamamlamak isteyenler Kıbrıs’taki Türk halkının bir kısmını yanlarına çekmişlerdir. Oradaki Türklerin iki büyük eksikliği ve sıkıntısı vardır:

– Rum tarafı Ortodoks diniyle işbirliği yapıyor, bundan güç kazanıyor. Rumlar milliyetçidir, megali-ideacıdır. Türklerde ise din son derece zayıftır. Belki de Türk dünyasının dinî-İslâmî bakımdan en zayıf yeri Kıbrıs’tır.

– Kokuşma ve kirlenme Kıbrıs Türklerini bezdirmiştir.

Halkın, kamuoyunun haberi yok ama bazı önemli ve temel kurumlarda dehşetli ve şiddetli bir iç-çekişme yaşanmaktadır. Bu çekişme için kıran kırana demek mümkündür. Birtakım tekellerin muhafazasına çalışılıyor. Birkaç ay içinde çok önemli ve beklenmedik hadiseler patlak verebilir.

Bazıları mezhep esası üzerine bir hakimiyet ve saltanat kurmak istiyor. Medyanın bu konuyu yazması, söylemesi, kurcalaması mümkün değildir.

Kamuoyu aylardan beri Uzan’lar meselesi ile meşgul ediliyor. Türkiye’deki yolsuzluklar birkaç şahıs veya firma ile ilgili değildir. Bizdeki kokuşma totaldir, topyekûndur. Uzanlara kan kusturulurken aynı durumda bulunan nice kodaman ve firması rahat ve huzur içinde “işlerini” çeviriyor.

“Batırılan bankalar…” edebiyatı sürüp duruyor. Bazılarının banka hortumuyla zimmetlerine geçirdikleri yirmi milyar dolar elbette bu devletin, bu halkın, bu ülkenin parasıdır ve mutlaka geri alınmalıdır. Ancak, yolsuzluk sadece bankalarda yapılmamıştır. Yakın tarihimizde bazı belediyelerde de son derece yüksek götürmeler, hortumlamalar olmuştur.Bazı kişilerin ve çetelerin bu yolla milyarlarca dolar vurduğu rivayet edilmektedir.

Birtakım uluslararası ihalelerde ve işlerde de milyarlarca dolar dönmüştür. Son otuz yıl içinde Türkiye birkaç yüz milyar dolar dolandırılmış, soyulmuştur.

Bir şahsın, bir ailenin, bir holdingin üzerine gitmekle iş bitmiyor. Hepsinin üzerine aynı kararlılıkla gidilmelidir.

Sayın bir zata sormak gerekir: Onca serveti nasıl kazandınız, nereden buldunuz? Açık alınla doğru dürüst hesap verebilir misiniz, hiçbir şeyi saklamadan mal ve servet beyanında bulunabilir misiniz?

Yirmibirinci yüzyılın bir zelzeleler ve âfetler asrı olacağı anlaşılıyor. Dünya deprenip duruyor. İstanbul, “Depremini bekleyen bir şehir”dir. Boğazlar her an, tarihî ve korkunç bir faciaya, patlamaya sahne olabilir. Geçenlerde Antalya, şimdiye kadar görülmemiş su baskınları ile perişan oldu. Bu kış, eskilerine nisbetle daha şiddetli geçti ve nice büyükşehrimizde hayat felce uğradı. Beş on santim kar yağdı, fazla soğuk oldu diye okullar, resmî daireler tatil edildi; sosyal, iktisadî, ticarî faaliyetler altüst oldu.

Dünyada büyük bir iklim değişikliği meydana geliyor. Türkiye’de kışlar daha şiddetli, yazlar daha sıcak ve kurak olacakmış bundan sonra. İdareciler buna karşı ne gibi tedbirler alıyor?

Beklenen İstanbul zelzelesi için, su baskınları, toprak kaymaları için ne gibi hazırlıklarımız vardır?

İstanbul’da yüz binlerce çürük bina şiddetli bir depremde yıkılacak ve en az yüz bin vatandaş ölecekmiş. Ölülerden başka yüzbinlerce de yaralı olacakmış. Yıkılacak çürük binaların tahliye edilmesi, ettirilmesi gerekmez mi?

Ülkemizdeki agresif (saldırgan), aşırı, sınır-tanımaz misyonerlik faaliyetleri o hale gelmiştir ki, bunlardan bizzat yerli Hıristiyanlar, aklı başında Katolik papazlar bile rahatsız olmaktadır. İktidar partisinin bazı sözcüleri ise “Müslümanlar Paris’te, Londra’da, Roma’da, New York’ta cami açıyor, açabiliyor da misyonerler Türkiye’de niçin faaliyet gösteremeyecekmiş…” gibi felsefeler yapıyor. Ya anlamıyorlar, yahut anlamamazlıktan geliyorlar. Mesele din çağrısı yapmak meselesi değildir. Ortada Türkiye’nin bütünlüğünü, huzurunu, varlığını, millî kimliğini tehdit eden bir durum vardır. Konumuz misyonerlik ve misyonerler değildir; agresif, para dağıtan, din değiştiren ailelerin çocuklarına tahsil imkanı bulan, tanassur eden (Hıristiyan olan) ailelerin zengin yabancı ülkelere göç etmelerine imkân kapısı açan faaliyetlerdir. Bunlar, normal misyonerliğin sınırları dışında kalır. Paris’te, Roma’da, Londra’da cami veya İslâm derneği kuran Müslümanlar Fransa’nın, İtalya’nın, İngiltere’nin temellerini sarsmıyor.

Müslüman halkın kendi dinini yaymak, korumak, ayakta tutmak için dinî dernek kurmaya hakkı bile yok ve sonra birtakım çokbilmişler “Müslümanlar Paris’te cami açıyor…” edebiyatının ardına sığınarak agresif misyonerliği meşruymuş gibi gösteriyor. Efendiler bizimle alay etmeyiniz!

Enflasyon tek rakama düşmüşmüş, Türkiye kurtuluyor, pembe ufuklara gidiyormuş…Bunlar ne ucuz, ne kolay, ne işporta işi kurtuluşlardır. Bırakın tek rakama inmesini, enflasyon sıfırlansa bile kurtuluş olmaz. Ülkemiz dehşetli ve genel bir çözülme, kokuşma, kirlilik içindedir. Bütün temel kurumlar sarsılmıştır. Genç nesilleri yetiştirmek işiyle uğraşan eğitim ve üniversite sistemi çağdışıdır, iflas etmiştir. Ahlâksızlık bir tufan halini almıştır. Aç kurtlar, aç köpekler her yeri sarmıştır. Para put olmuş, maddî çıkarlar din-iman haline gelmiştir. Üretim, emek, ticaret, çalışkanlık dışlanmış; onların yerini rant, riba, faiz, avanta, talih oyunları, definecilik, Titancılık, asalaklık almıştır.

Akıllara durgunluk veren bir şekilde ilerleyen Çin, Türkiye piyasalarını işgale hazırlanıyor. Ülkemiz halkının ekmeklik buğdayını, pirincini, etini, yemeklik yağlarını bile üretemeyen bir duruma düşürülmüştür.Yurt içinde ve santrala çok yakın yerde linyit kömürü olduğu halde, Almanların yaptığı yeni termik santralde, dünyanın öbür ucundan Kolombiya’dan ithal edilecek kömür yakılacak ve bundan Türkiye yılda yarım milyar dolar kaybedecektir.

Birtakım kurtlar ve aç köpekler başta siyaset olmak üzere her sahada cirit atmaktadır.

Büyük medya konusunda yeni iktidar hiçbir olumlu iş ve değişiklik yapamamıştır. Medyayı islah edeceklerine, bazı büyük patronlarla anlaşmayı tercih etmişlerdir.

Bir ülkenin durumunun iyi olup olmadığı sadece siyasî ve iktisadî duruma bakılarak anlaşılmaz.Siyasetin ve iktisadın üzerinde sosyal kurumlar, kültürel vaziyet vardır. Ülkemizde millî kimlik, kültür, kişilik her gün dinamitleniyor. Hukuk ve adalet işlerimizde büyük aksaklıklar ve ârızalar mevcuttur. Ülkeyi, halkı, devleti koruması, güçlendirmesi gereken iki büyük zümre olan dindarlar ve milliyetçiler de kirlenmiştir.

Türkiye’nin başındaki en büyük bela kırsal kesim, varoş, bedevî zihniyet ve kültürüdür. İnsanı hayvandan ayıran en büyük özellik ve üstünlük yazılı ve edebî lisandır ve bizde zengin Türkçe öldürülmüştür. Bir ülkenin, bir milletin durumunun iyi olup olmadığı fert başına düşen gelirle değil, yazılı ve edebî anadilin zenginliği ile ölçülür ve anlaşılır. Üç-beş yüz kelimelik günlük iletişim ve konuşma Türkçesi ile medeniyet olmaz, ilerleme olmaz, güç olmaz, üstünlük olmaz. Yüksek tahsillileri, en büyük şair ve edipleri olan Fuzulî’nin divanını okuyup anlayamadıkları bir ülke batmış değil de nedir? 03 Mart 2004