Kıbrıs’ta Din
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Şubat 2019
Pazar
Kıbrıs Türklerinin başına gelen felâketler onların sayıca azlık olmalarından mıdır? Bu sebep kesinlikle geçerli değildir. Tarih boyunca ve zamanımızda nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle büyük topluluklarla mücadele edebilmiş ve galip gelmiştir.
Çeçenistan’a bakınız, kendisinden yüz kat fazla Rus güçleriyle nasıl savaşıyor?
Dünyanın süper gücü ABD, Irak’ı işgal etti ama Irak halkının bir kısmı, en zor şartlar altında direniyor, mücadele ediyor.
Kıbrıs Türk halkının asıl zaafı kendi içindedir.
Onları Rumlardan ayıran iki faktör Müslüman ve Türk oluşlarıdır. Maalesef, istisnalar dışında, onlar Müslümanlık ve Türklük konusunda çok zayıf ve geri kalmışlardır.
Benim zannımca İslâm dünyasında dinî konuda en zayıf topluluk Kıbrıs Türk topluluğudur.
Kıbrıs bağımsızlığına kavuşunca, çoğunlukta olan Rumlar Başpiskopos Makarios’u cumhurbaşkanı yaptılar. Başında kocaman papaz külâhı, sırtında geniş papaz cüppesi, elinde papaz asası, boynunda papaz salîbi ile dolaştı her yerde Makarios.
Kıbrıs Türkleri dinlerini, camilerini ihmal ettiler.Kur’ân-ı Kerîm’de bir ayet var, mealen şöyle buyuruluyor: “Onlar namazı bıraktılar şehvetlerine uydular…”
Rum halkı kendi dinine ne kadar önem verdi ve sarıldıysa Türkler tam aksine dinden koptular.
Birkaç yıl önce Kıbrıs’a gitmiştim.Dinî hayat, dinî hizmet ve faaliyetler son derece durgun ve sönüktü.
İngiliz idaresi zamanında orada son derece geniş, hattâ yüzde yüz denilebilecek bir din hürriyeti vardı. Kıbrıs Türkleri bu hürriyetten yararlanmadılar. Anavatandaki her olumsuz gelişmeyi şevkle, iştiyakla benimsediler, taklit ettiler.
Dünyanın her yerinde Türkler İslâm ile yükselmiş, izzet ve şeref bulmuştur. İslâm’ı benimsedikleri, onun emir ve yasaklarına uydukları, İslâm’a muhlisen lillah hizmet ettikleri müddetçe yükselmişler; İslâm’dan uzaklaşınca da gerilemişlerdir. Delil ve gerekçe mi istiyorsunuz? Tarih okuyunuz.
Kıbrıs Türklerinin önünde iki seçenek vardı: Biri Dr. Fazıl Küçük, ötekisi Şeyh Nâzım. Kıbrıslılar Fazıl Küçük’ü seçtiler. Bu seçimin bir faturası vardı, yıllardan beri onu ödüyorlar.
Son günlerde, Şeyh Nâzım’ın bir beyanına karşı Denktaş şöyle konuşmuş: “Şeyh Nâzım bir din adamıdır. Siyaset ve dünya işlerinden anlamaz…”
Din ve mâneviyat adamları siyasetten ve dünya işlerinden anlamıyorlardı da, papaz Makarios nasıl oldu da Kıbrıs’a cumhurbaşkanı oldu?
Din, mâneviyat, tasavvuf büyükleri doğrudan doğruya dünya, devlet, siyaset işlerine karışmazlar ama onlar politikanın ve dünya pisliklerinin üzerinde kalarak devlet adamlarına daima ışık tutarlar, yol gösterirler, gerektiğinde müsbet tenkit ve uyarılarda bulunurlar.
Osmanlı padişahlarının hepsinin şeyhleri vardı. Fatih Sultan Mehmed Hân Hazretleri yirmi üç yaşındayken Kostantıniye’yi sadece ordu gücüyle, maddî kuvvetle feth etmemiştir. Bu büyük Sultan, zamanın kutbu Göynüklü Akşemseddin Hazretlerine bağlıydı. İstanbul’un mânevî fâtihi o ulu velidir.
Tarihin en büyük cihân-devletinin başında bulunan Kanunî Sultan Süleyman Hân Hazretleri bir yanda Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, öbür yanda Şeyh Yahya Efendi gibi Şeriat ve Tarikat büyüklerinin nasihat, tavsiye ve dualarıyla muazaffer olmuştur.
Müslümanların Ulu Hakan, Gök Sultan dedikleri merhum İkinci Abdülhamid Hân Hazretleri’nin birkaç
şeyhi vardı: Suriyeli Ebu’l-Hüda es-Sayyadî, Yıldız Sarayı’nda yaşardı; büyük şeyh Muhammed Zâfir el-Medenî Hazretlerinin tekkesi ve evi Saray’ın altındaki mahaldeydi. Sultan’ın Şam’da, başka yerlerde de şeyhleri, mürşidleri vardı.
Masonlar, Sabataycılar, crypto’lar, şunlar bunlar dine, mukaddesata, Şeriata, Tarikata karşıymışlar… Onların aleyhte oluşları biz Müslümanları bağlamaz.
Aziz, güçlü, üstün, galib, muzaffer olmak istiyorsak; zillete, mağlubiyete, hezimete düçar olmak istemiyorsak; kendi vatanımızda esir, köle, parya gibi yaşamak istemiyorsak millî kimliğimize sarılmalıyız. Millî kimliğimizin birinci unsuru da İslâm dinidir.
Bundan bir sene önce kardeş Özbekistan’a gitmiştim.Uzun yıllar dinsiz ve ateist bir sömürge rejimi altında ezilmiş olmalarına rağmen oradaki halk dindardı. Başkent Taşkent’te bir öğle namazında Ubeydullah Ahrar Camii’ne gittim. Ezan’a birkaç dakika vardı. Namaza gelenlerin büyük kısmı gençlerdi. Dikkat ettim, camiye giren herkes önce iki rekât tahiyyatü’l-mescid namazı kılıyordu. Bir tek başı açık kimse görmedim. Başlarını, âdaba uygun olarak güzel ve zarif takkelerle örtmüşlerdi.
İslâm’a bağlılık bir kavmi, bir halkı, bir topluluğu kurtarır ve yüceltir. Ancak bunun da şartları vardır:
1. İlmin, irfanın, Şeriatın, Tasavvufun, hikmetin ışığında bağlılık.
2. İhlâsla olacak, münafıklığa, din sömürüsüne kesinlikle yer verilmeyecek.
3. Müslümanlar bütün güçleriyle vasıflı, güçlü, üstün din hizmetlileri, zâhir âlimleri, tarikat erbabı, imanlı aydınlar yetiştirecekler.
4. Dünyaya ve maddeye gerekeden fazla düşkün olmayacaklar. Zühd, takva, kanaat ile yaşayacaklar.
5. Ümmet şuuruna sahip olacaklar; hizip, fırka, tarikat, grup, cemaat taassubundan ve militanlığından uzak duracaklar.
6. Başta beş vakit namaz ve cemaat olmak üzere İslâm’ın temel emirlerine, şeâirine çok dikkat edecekler, bunları asla ihmal etmeyecekler.
Birkaç ay önce medyada Kıbrıslı bir kızın şu beyanı yayınlandı: “Ben ne Türküm, ne Müslüman… Ben Kıbrıslıyım…” diyordu. Türk değil misin, Müslüman değil misin?.. Demek ki, aslını, kimliğini inkâr ediyorsun. Bu inkâr seni selâmete, izzete götürmez. Belânı bulursun yakın zamanda.
1950’de CHPyıkılıp, yerine DP iktidar olduğu zaman yapılan ilk müsbet iş, Ezan üzerindeki anti-demokratik yasağın kaldırılması olmuştu. Yasak kaldırılır kaldırılmaz Türkiye’nin onbinlerce camiinin minarelerinden Allahu Ekber Allahu Ekber sedaları yükselmişti. Bunun tek istisnası Kıbrıs’ta olmuştu: Oradaki kraldan ziyade kralcı birtakım dinsizler Türkçe Ezan’da diretmişler, daha uzun yıllar boyunca “Tanrı uludur… Tanrı uludur…” demeye devam etmişlerdi.
Kıbrıs birleşir, AB garantisi olur ve biz de huzur, selâmet ve refah içinde yaşar, keyfimize bakarız… Bunlar boş hayallerdir. Millî kimliği zayıflayan, dinî inancı sarsılan, dinî tatbikatı olmayan bir Müslüman toplum ayakta kalamaz. İslâm; hayat denizinin fırtınaları içinde çırpınan insana ötelerden atılmış bir kurtuluş ipidir. Kurtulmak isteyen ona yapışır. Yapışmayan bahtına ağlasın. 26 Nisan 2004