CumaBundan yirmi küsur sene öncesindeyiz. İktidar olabilmek, başa geçebilmek için içi cayır cayır yanan hırslı bir lider eksiğini tamamlamak için milletvekili satın alma teşebbüsüne girmişti. Otelin adı neydi, Şems Palas mıydı, işte orada gizli toplantılar yapıldı ve on küsur milletvekili transfer edildi. Bunlar yeni kabinede bakan olacaktı. Netekim oldular. Oldular ama, ikisi Yüce Divan’ı boyladı daha sonra. Mahkum oldular, uzun yıllar cezaevinde kaldılar.

O yıllarda “Bâbıâlide Sabah” gazetesinde günlük yazılarım yayınlanıyordu. Bir yazımda “Bu iktidar her gün Yüce Divan’lık bir sürü suç işlemektedir” cümlesini sarf ettiğim için mahkemeye verildim, hapse mahkum oldum; sonunda cezaevine girdim. Adaletin cilveleri bu, ne yaparsınız.

Türkiye’de siyasetin, particiliğin, demokrasinin, devlet idaresi ahlâkının çöküşünün başlangıcı işte o Şems Oteli’ndeki milletvekili pazarlığı olmuştur. Kirlene kirlene bu günlere kadar geldi.

Sayın Ecevit’in 70’li yıllardaki ilk başbakanlığında bir Amerikan doları on küsur Türk Lirası (14 TL’den fazla olmadığını hatırlıyorum) ediyordu. Türk parasını, Türk ekonomisini bugünkü hale getiren baş aktörlerden biri Ecevit’tir.

Elli senelik tecrübeli, birikimli bir politikacıymış… Böyle bir politikacı Çankaya’daki gizli toplantıdan mosmor olmuş, eli ayağı titrer bir vaziyette çıkıp da, nefes tıkanıklığı içinde “Bu bir krizdir. Bana çok terbiyesizlik yapıldı…” gibi lâflar eder mi?

Sahibinin, banka yolsuzluğu dolayısıyla tutuklanmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu bir gazetede Cumhurbaşkanı hakkında manşetten “Küstahlık” kelimesi kullanıldı. Kim söylüyor bu lâfı? Elli yıllık, birikimli, gün görmüş politikacımız. Vah, vah, ne günlere kaldık!

Meşhur Alman şansölyesi (Başbakanı) Bismarck bir gün Meclis’te konuşma yaparken muhalif milletvekilleri bağırmaya, gürültü etmeye başlamıştır. Oturaklı politikacı cebinden bir gazete çıkartmış, gözlüklerini takmış ve sessizce onu okumaya başlamış. Bir müddet sonra şamatacılar susmuşlar ve o da, kaldığı yerden konuşmasına devam etmiş. Oturaklı, tecrübeli, birikimli politikacı ve lider böyle olur.

Hükümet Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısıtlamak için çırpınıyor. Niçin? Cumhurbaşkanı ne istiyor?

1. Birtakım gizli, perde arkası güçlerin savcılara tâlimat vermesini, adalete tesir etmesini önlemeye çalışıyor.

2. Özel bankalardan sonra devlet bankaları da soyulmuş, boşaltılmıştır. Çok büyük bir bankanın çok kötü vaziyette olduğu söyleniyor. On iki milyar dolar, geriye dönmesi mümkün olmayan kredi verilmiş. Yâni bu para eşkıyaya, dolandırıcılara peşkeş çekilmiş. Faturasını devlet, millet, ülke ödeyecek. Cumhurbaşkanı bu konuda, Anayasa ile kendisine bağlı olan teftiş (denetleme) kurumunu harekete geçirmiştir. İşte bazılarını çıldırtan davranış budur.

3. Birtakım önemli iktidar adamları, politikacılar hakkında çok ağır, çok vahim, çok yakıcı dosyalar, iddialar, ithamlar, şüpheler vardır. Tahkikatın selâmeti için bu adamların bulundukları mevkilerden istifa etmeleri gerekmektedir. Cumhurbaşkanı bunu istiyor. Niçin kızıp köpürüyorlar?

4. Sabataycı bir basın babası sahibi bulunduğu bir özel bankayı boşaltmıştır. Aynı suçu işleyen bazıları yakalandığı, cezaevine konulduğu halde bu adam hakkında aynı muamele yapılamamakta, eşitlik prensibi çiğnenmektedir. Büyük bir iktidar adamının eşi de Sabataycıdır. Perde arkasında ne dolaplar dönüyor? Yoksa, bütün vatandâşlar kanun önünde eşittir de, Sabataycılar daha mı eşittir?

5. Mafya, çeteler, ganster şebekeleri, haydutlar, vurguncular, soyguncular, talancılar siyasetin içine girmişler, siyasette büyük söz ve tesir sahibi olmuşlardır. Çok büyük bir kuruluşta işler yüzde on komisyonla yürütülmektedir. Bunu herkes biliyor, Mısır’daki sağır sultan bile duymuştur. Cumhurbaşkanı; milletin, devletin, ülkenin başı olarak elbette bu iddiaların üzerine gidecektir. Niçin istemiyorlar?

6. Hırsızlık, rüşvet, talan, vurgun, yolsuzluk, haramilik temel prensip haline gelmiştir. Korkunç iddialar, ithamlar, dosyalar, karineler vardır. Türkiye’nin kurtulması için siyasetin, iktisadın, medyanın temizlenmesi, temizleştirilmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı işte bu misyonu taşımaktadır.

Ahmet Necdet Sezer bey toplantıda sinirlenmiş olabilir, biraz ağır konuşmuş, elindeki Anayasa kitapçığını masanın üzerine şiddetli bir şekilde vurmuş olabilir. Bunlar o kadar önemli ve vahim şeyler değildir. Onun bu sinirlenmesi karşısında:

– Sayın Cumhurbaşkanı, sinirlenmeyiniz, sakin olunuz, oturalım konuşalım, müzakere edelim… denilmesi gerekmez miydi?

Buna karşı ne yapılmıştır? Kendisi için “gerçek başbakan” denilen, devlet bankalarından sorumlu bir politikacı, devlet başkanına karşı “Sen… Seni oraya biz getirdik… Nankör…” gibi gerçekten terbiye ve ahlâk dışı lâflar etmiştir.

Cumhurbaşkanı’nı Meclis seçmiştir. Meclis milleti, ülkeyi temsil etmektedir. Cumhurbaşkanı’nın hiçbir parti liderine diyet borcu yoktur. O, hiç kimsenin hatırına ve gönlüne bakmadan milletin, ülkenin, devletin menfaatlerini korumakla mükelleftir.

Hangi partiden, görüşten, felsefeden olursa olsunlar dürüst, temiz, şâibesiz politikacıları, particileri, belediyecileri, medyacıları tenzih ederim. Ancak yolsuzluklara karışan, aleyhlerinde ağır ithamlar ve dosyalar bulunan kişiler hakkında mutlaka tahkikat yapılmalı, gerekiyorsa bu kişiler tutuklanmalıdır.

Devlete sızmış olan, politikacıyı kontrol etme durumuna gelmiş olan çeteler çökertilmedikçe bu ülke, bu millet, bu devlet iflâh olmaz.

Atatürkçü, lâik, çağdaş, ilerici, dinci, sağcı, solcu, milliyetçi Türkçü bütün güçlerin, bütün suçluların başları ezilmelidir.

Bu ülkeyi bugünkü hale, Cumhurbaşkanı’nın sinirlenmesi değil, uzun yıllardan beri devam eden yolsuzluklar, vurgunlar, talanlar, hortumlamalar getirmiştir. Kimse konuyu ve gündemi saptırmaya çalışmasın. 24 Şubat 2001