Çarşamba

Birkaç hafta önce bir pazar günü sabah namazından sonra yola çıktık, hedefimiz Kınık köyü. Ben burasını Bursa vilayeti topraklarında sanıyordum, meğerse Bilecik’e bağlıymış. Sabahın erken saatlerinde yollar tenha oluyor. Eskiden Osmanlı devleti zamanında Müslüman ahali güneşten bir saat önce uyanır, sabah namazını kılar ve işine gücüne başlarmış. Şimdi öyle değil, yatabildikleri kadar yatıyorlar. İslâm dini, erken kalkanlara müjdeler veriyor, işleri bereketli olur, vakitleri çoğalır…

Geyve’de bir lokantada sabah çorbası içtik, sonra yolumuza devam ettik. Bozöyük’e gelmeden Pazaryeri ilçesi yoluna saptık, orayı da geçtik Kınık köyüne geldik.

Konuya paldır küldür girdim, bu köye niçin gittiğimi anlatmadım. Efendim, yıllardan beri Kınık’ta üretilmiş toprak-çömlek elsanatı eşyalarını görürüm.İnşaallah bir gün oraya gidip bu sanatı yerinde tetkik edeyim emelini beslerdim, kısmet bugüneymiş.

Kınık, beş yüz nüfuslu bir Anadolu köyü. En büyük özelliği burada çömlek üreten yirmi beş küçük atölyenin ve üç şirketin bulunması. Bir köy için iyi ve güçlü bir sanayi…

Pazar olduğu için atölyeler çalışmıyormuş, çömlek ustası Salim Yaşar Bey bizi karşıladı, kendi atölyesine götürdü, daha sonra Remzi Beyin atölyesine gittik.

Çömleğin hammaddesi köy civarında varmış, oradan çıkartıyorlar, ıslatıp yoğuruyorlar ve bundan çanak çömlek yapıyorlar. Fırınlar odunla veya gazla ısınıyor.

Salim Beyin atölyesinde ustanın bir çömleği nasıl yaptığını gözlerimizle gördük. Yumuşak bir toprak parçası koparttı, tornanın üzerine koydu, birkaç dakika içinde nefis, sanatlı bir kap yaptı. Önce güneşte kuruyacak, sonra fırında pişecek.

Kınık’ta üzeri ebruya benzer desenleri olan sırlı toprak kaplar da yapılıyor. Onlardan iki torba dolusu aldım, sanki evde koyacak yer var. Kınık toprak eşyaları, çok güzel, çok estetik ve buna mukabil son derece ucuz. İstanbul’da, büyük şehirlerimizde bu gibi yerli elsanatı eşyasının kapış kapış satılması, evlerimizin, mutfaklarımızın, sofralarımızın bunlarla süslenmesi, yakınlarımıza, dostlarımıza, sevdiklerimize böyle hediyeler verilmesi gerekmez mi? Gerekir ama gelgelelim biz böyle şeylere gereken önemi vermiyoruz.

1985’ten önce plastik ve melamin, bir ara çömlekçiliği çok geriletmiş, hatta öldürmüş. Merhum Özal zamanında hükümet teşvik etmiş, bu sanat yeniden canlanmaya başlamış. Eskiden mutfaklarda kullanılan eşyalar yapılıyormuş, şimdi daha ziyade süs eşyasına yönelmişler.

Çömlekçi Salim Bey, bir Alman firmasının delaletiyle Vietnam’a gitmiş ve bu sanatı orada öğretmiş. Hatırımda yanlış kalmadıysa beş buçuk sene o ülkede hizmet vermiş. Bizim için ne kadar iftihar edilecek bir husus. Bir köyümüzden bir sanatkârımız Vietnam’a gidiyor ve orada çömlek sanat ve zenaatini öğretiyor… Yazılarımda, Kore, Çin gibi ülkelerden Türkiye’ye ustalar getirtilerek elsanatları öğretilmesini yazmıştım. Meğerse Vietnam’a bizden usta gitmiş bu konuda.

Bir yazımda millî ve geleneksel elsanatlarımız teşvik edilir, canlandırılırsa bir milyon vatandaşa iş ve aş sağlanabileceğini beyan etmiştim. Son yıllarda, hamdolsun, bu konularda kıpırdanmalar, teşebbüsler görülüyor. Çanakkale’de toprak sanatı yeniden canlandırılmış. Bir yerde, orada yapılmış sırlı bir ibrik gördüm, lakin fiyatı çok pahalıydı, turistikti alamadım. Böyle şeylerin mümkün olduğu kadar ucuza satılması gerekir. Çinliler dünyanın öbür ucunda bin çeşit eşya yapıyorlar ve akıl almaz, ucuz fiyatlarla satıyorlar. Biz niçin onlar gibi yapamayalım?

Bendeniz, iki yüz kadar geleneksel elsanatımız ve zenaatimiz olduğunu tahmin ediyordum; Büyük Millet Meclisi’nde bu konuda çalışma yapılıyormuş, şimdiye kadar iki yüz altmış elsanatı ve zenaati tesbit edilmiş.

Kınık köyüne döneyim. Bu köyün ahalisi Doksan Üç Moskof savaşından sonra Bulgaristan’dan muhacir olarak gelmiş, köyleri mamur, geçimleri iyi. En takdir ettiğim husus eski geleneksel evlerini yıkıp, yerlerine beton ucubeler dikmemiş olmaları. Müslüman-Türk usulü, tek katlı evlerde oturuyorlar, arka tarafta bahçeleri var. Böyle ikamet yerleri İslâm ahlâkına, sağlığa, huzura daha müsait. Bazı köylerimiz bunun tersini yapıyor, ellerine para ve imkân geçince o güzelim eski evleri yıkıp yerlerine korkunç betonhaneler dikiyorlar. Romatizma kaynağı, huzursuzluk merkezi, zelzeleye karşı dirençsiz, ruhsuz, şahsiyetsiz binalar.

Şu sırada işlerim sıkışık, başım dertte… İleride fırsat bulabilirsem Kınık’ta bir miktar sırlı çaydanlık, desti, bardak, maşpara gibi eşya getirtip merak eden İstanbul’lu okuyucularıma (çok ucuz fiyatla) takdim edeceğim. Hatırınıza bir şey gelmesin, böyle şeylerin dişe dokunur bir ticareti olmaz. Aksine bir yığın külfeti olur. Gayem geleneksel, millî sanatlarımızın tanınması, revaç bulması, teşvik edilmesi ve desteklenmesidir.

Evlerimizi, salonlarımızı bu gibi eşya ile süslemeliyiz. Böyle yaparsak Kınık gibi sanatla uğraşan köylerimiz çoğalır, vatandaşlarımız para kazanır, bir kısım insanımıza iş ve aş temin edilir.

Ucuz da olsa toprak bir sanat eşyası, sanat boyutu ve kıymeti olmayan bir gümüşten, bir kristalden, bir porselenden daha değerlidir. Birçok hanımlar, salonlarındaki vitrinlere, büfelere, masaların üstüne saçma sapan gümüş, kristal, porselen, cam eşya koyuyorlar; “sanatlı bir toprak veya ahşap eşya koysanıza…” denildiğinde dudak büküyorlar. Çok yanlış…

Ülkemizde el emeğiyle yapılan millî sanatları sevmemiz, benimsememiz, teşvik etmemiz gerekir.

Fırsat bulabilirsem Kınık köyündeki sanatkârlara, model olmak, fikir vermek üzere birtakım, sanat boyutu, estetik değeri olan çömlek resimleri göndereceğim.

Toprak eşya evrensel bir sanattır, hemen her ülkede yapılır. Japonya dünyanın önde gelen bir sanayi ve teknik ülkesidir, oranın toprak eşyası da vardır ve çok meşhurdur.

Mutfaklarımızdaki melamin, plastik, alüminyum eşyaların bir kısmını atalım, yerlerine sırlı veya sırsız toprak eşya koyalım. Böylesi daha sanatlı, daha millî, daha sağlıklı, daha tabiî olur.

Günü birlik gittiğim için Kınık köyünü hakkıyla gezemedim. İleride oraya tekrar gitmek, iki üç gün kalmak, bütün atölyeleri dolaşmak, resimli bir röportaj yapmak isterim. Bendeniz yaşlandım, genç gazetecilerimiz bu gibi hizmetleri öncelikle yapmalıdır.

Öğle yemeği için Pazaryeri ilçesine gidecektik, küçük bir yer olduğu için ilçenin lokantası pazar günü kapalıymış. Salim Bey bize lütfetti, yemek ikram etti.

Kınık köyünden ayrıldık, civardaki bir yayla köyüne gittik, bin metre yükseklikte, havası son derece sağlıklı bir yer. Burada aynı ismi taşıyan büyük bir köy bulunuyor. Eskiden bu köyde el dokuması kumaş sanatı çok yaygınmış, şimdi birkaç tezgâh kalmış. Bunun da canlandırılması gerekir. Öyle ucuz, değersiz kumaşlar değil; elle eğrilmiş, yünden veya ipekten dokunma, nefis, sanatlı kumaşlar üretilmesi ve bunların iyi fiyatla Paris’e, Londra’ya, Milano’ya, başka batı şehirlerine ihraç edilmesi gerekir. Bu gibi hizmetlere hükümetimizin, üniversitelerimizin, belediyelerin, zengin vakıflarımızın ön ayak olması gerekir.

Dönüşte Sapanca’da, yol kenarındaki bir tesiste çiğbörek yedik. Çiğbörek, İstanbul’da eskiden çok yapılan ve yenilen millî bir yemeğimizdi. Son yıllarda unutulmaya yüz tuttu. Sanırım Şehremini’nde bir yerde yapılıyormuş şu anda. Çiğbörek ustası temiz bir vatandaşla tanıştık, işsizmiş. İmkân bulabilirsek bu vatandaşa İstanbul’da bir iş temin etmek için çalışacağımıza söz verdik, bunda başarılı olabilirsem bu sütunlardan haber veririm, gider yersiniz. Çiğbörek yanında ya nefis bir ayran (marketlerde satılan fabrika yoğurdundan nefis ayran olmaz), yahut buzlu erik hoşafı suyu, yahut güzel bir çay iyi gider. İki çiğbörek (biraz büyük olmak şartıyla) insanı doyurur. Fazla pahalı olmamalı; börekler birer milyona, meşrubat da bir milyon, yekûn üç milyona doyulmalı. Amerikalılar bizde fast-food dükkânları açıyorlar, biz çiğböreğimizi ve başka millî yiyeceklerimizi yaşatamıyoruz. Olur mu böyle şey?

Başta Salim ve Remzi Beyler olmak üzere bize güler yüz gösteren bütün Kınıklılara teşekkür ediyorum. Kınık’ın güzel bir camisi var, öğle namazını orada kıldık, İmam efendiye de selâm ve hürmetler. Muhtar Hüseyin Beyle de telefonla görüşmüştük, pazar günü düğün için başka bir yere gitmiş, yüz yüze görüşemedik.

Kınık hakkında, müstakil resimli bir broşür çıkartılmalıdır. Bu köyümüz birçok köy ve şehrimize örnek olabilir. El santalarımız benimsenmeli ve himaye edilmelidir. Bunlardan kazanılacak paralar, lüks cep telefonu, lüks eşya, lüks mesken, pahalı otomobil gibi şeylere yatırılmamalıdır. Bizim yüce dinimiz, millî ahlâkımız, kanaati, tevazuu ve orta halli yaşamayı öğütlemektedir.İsraf, aşırı tüketim, gösteriş, lüks haramdır, ahlâksızlıktır, son derece zararlıdır.

Salim Yaşar Bey, Profesör Tekin Akıllıoğlu Beyefendinin Kınık köyündeki toprak ve çömlek sanatına destek verdiğini söyledi, kendisini tebrik ediyoruz. 18 Ağustos 2005