Perşembe

 

Mayıstan beri bağ evime gidememiştim, Temmuzun sonunda gittim. Dört gece üç tam gün kaldım. Üç günde onbeş yazı yazmışım. Telefon yok, elektrik yok, yanıma radyo almayı da unutmuşum, vakit bol, sessizlik, insan verimli çalışabiliyor. Havalar güzel. Kedilerden ikisini getirebildim. Ötekiler evde kaldı, bir dostum her gün uğrayıp yiyecek verecek.

Evimde hiç konfor yok. Elektrik olmayınca herhangi bir cihaz getiremiyorsun. Kıymetli, işe yarar mobilya, halı koysan hırsızlar alıp götürüyor. Ev tamtakır kuru bakır… Böyle olmasında bir hayır vardır diyorum.

Pazar günü altı-yedi kilometre yürüdüm dere boyuna gittim.

Sığ suda balık görünmüyor, sadece iğne kadar küçük yavrular var. Etrafta hiçbir av hayvanı yok. Çocukluğumda ormanlar, çalılıklar yabanî hayvan kaynardı. Şimdi yaban domuzları, çakallar, tilkiler ve daha birkaç hayvan dışında ötekilerin nesli tükendi. Tavşan bile kalmamış. Nereden kalacak? Bir dağda bir tavşan görülse cep telefonları tamtam gibi çalışıyor ve yüzlerce avcı zavallı hayvancağızı öldürmek için silahlanıp yola çıkıyor. Avcıları sevmiyorum. Onlar fütüvvet teşkilatına üye olamazlar.

Köyün uzağında çalılıklar arasında eski bir değirmen vardı. Bakımsızlıktan çökmüş. Köylerde ekmek yapılıyor ama çuvalla alınan çarşı unundan.

Yerli buğdayın su değirmeninde öğütülmesi, o mis kokulu undan ekmek yapılması tarihe karıştı.

Civarda hiç ulu ağaç kalmamış. Ağaçlar biraz büyüyünce kesiyorlar. Ormanlar çalılığa dönmüş.

Bazı tarlalara mısır ekmişler. Mısır para eden bir şey değil. Para eden şeyler ekilecek, onlar işlenecek, satılacak ki, kazanılsın.

Arıcılığa heves eden pek az. Arı bakmak çok zormuş, her yıl tatminkar ve yeterli miktarda bal elde edilemiyormuş… Kimileri arı besliyor, az veya çok bal üretiyor, kimileri de bahane üretiyor.

Avrupa’da ceviz ve meşe ağaçlarının gölgesindeki toprakların altında yetişen ve “truffe” denilen bir mantar vardır. Yerin altında olduğu için gözle görülmez, yetiştirilmiş köpekler veya domuzlar vasıtasıyla çıkartılır.

Birkaç cinsi vardır. Değerlisinin kilosu bin Euro’dan aşağıya satılmaz.

Hatta çok nadir bulunan nefis kokulu bazı yer mantarları akıl almaz yüksek fiyatlara alıcı bulur. Bizde truffe çıkartılıyor mu? Bu işi bilenlerimiz var mı? Bilgi sahibi değilim. Toprağın altındaki ve üstündeki hazinelerimizin kıymetini bilmiyoruz.

Bundan elli-altmış yıl önce kırsal kesimde, küçük taşra şehirlerinde yüzlerce çeşit geleneksel el sanatı ve zenaati eserleri ve malları üretiliyordu. Onların çoğu söndü gitti.

O hale geldik ki, köy bakkalında köy ayranı bulunmuyor ama kolanın, boyalı ve aromalı gazozun her çeşidi var. Bu konuda başka birşey söylemeye hacet yoktur sanırım.

Kırsal kesimde, cumartesi pazar trafiğin yoğun olduğu yolların kenarında çeşit çeşit ürünlerin satılmasını temenni ediyorum. Nadir reçel türleri: Ceviz reçeli, patlıcan reçeli, havuç reçeli, ağaç çileği reçeli… Köyde yapılmış değişik lezzetleri olan otlu peynirler… El dokuması kumaşlar… Ormanlık bölgelerde ağaçtan yapılma sanat eserleri, eşyalar… Zarif çömlekler… Kaba saba da olsa kilimler… Köy börek ve çörekleri… Düzgün ve enteresan şekilli taşlar üzerine yağlı boya resimler… Nadir bulunan kokulu ve şifalı ballar… Çavdar saplarından örülme eşyalar… Eski şerbetliklere benzeyen rüstik ve biraz kaba (Zaten güzelliği kabalığındadır) küçük dolaplar, mobilyalar… Bunları hem yapacak adam lazımdır, hem de kıymetlerini bilip, takdir edecek müşteriler… İkisi de yok mu acaba?

Bendeniz bir pazar yerinde veya yol kenarında bir şeyler satan fakir ve muhtaç bir vatandaş gördüğüm vakit, ihtiyacım olmasa bile onun sattığından bir adet veya bir miktar alıyorum. Maksat alışveriş olsun.

Geçenlerde bizim Millî Gazete’de doksan yaşında olduğu halde çorap ve patik örüp satan yaşlı bir hanımın resmi basıldı. Üzerinde çarşaf vardı. Acaba bazıları bu ihtiyar ve kimsesiz kadıncağıza, çarşaflı olduğu için gerici diyerek hakaret eder mi?

Muhterem Necdet Kutsal beyden bu hanımın adresini alacağım, ürettiklerinden satın alacağım, hediye göndereceğim. Müslüman kesim böyle değerli bir Türk kadınını yılın annesi olarak seçmeli, heyetler halinde gidip elini öpmeli, kendisini Türkiye halkına örnek olarak göstermelidir. Devlet ayda 65 lira veriyormuş. Maddi bakımdan da yardımcı olunmalıdır. Keşke vakit bulabilsem de bu hanımın hakkında küçük bir broşür çıkartabilsem.

Kadir bilmez vefasız bir toplum olduk.

Bu yazıyı yazmaya akşama doğru başlamıştım. Biraz önce güneş battı, yakınlardaki köylerden ezan sesleri geldi. Tüp üzerine monte edilmiş lüks lambamı yaktım. Evde gazyağı ile çalışan üç lüks lambası vardı ama onları hırsızlar çaldı. Elleri kırılsın! Böyle eşyaların maddi kıymeti yok ama birtakım kimselerin bunlara bile tenezzül etmeleri insanın canını sıkıyor.

Kapımın önüne eski zaman gramafonlarına benzeyen boru çiçekleri var. Ne güzel açıyorlar.

Bahçeme hayli meyve ağacı dikmiştim. Cevizler, zeytinler, incirler, şeftali ve kayısılar tutmadı. Yabani kızılcık var, yine yabani erik, ayva fidanı toprağı ve yeri sevdi, üzerinde yedi meyvesi var. Yanar döner kavak dikmiştim, onlar büyüdü, söğüdün biri kurudu öbürü gelişti. Birkaç yaban gülü var, susuz kalmışlar çiçek vermediler. Kışın soğuklarına dayanan bir narenciye ağacı dikmiştim, otlar, böğürtlenler dikenler arasında kayb olmuş, bir dahaki gelişimde etrafını açacağım, inşallah sağdır.

Hayli kaktüs dikmiştim, onlar şiddetli kışlarda dondular, kurudular; bir köşede etli yapraklı kaktüs türünden bir bitki kalmış.

Bahçem çok vahşi. Ben böylesini seviyorum. Zaten peyzaj mimarlarına verip bakımlı ve imarlı bir bahçe yaptırmaya kalksam bir servet ödemem gerekir, buna gücüm yetişmez.

Bu sefer kırlarda bayırlarda, çalılıklarda gezerken hiç yılana ve kaplumbağaya rastlamadım.

Birkaç çeşit kuş var ama sayıları pek az. Özbekistan’da telgraf direklerinde kumru büyüklüğünde rengarenk kuşlar vardı. Bizde niçin öyle kuşlar yok?

Devletimiz bir ara binlerce sülün yetiştirip bir bölgede ormanlara salmış. Oralarda yaşasınlar, çoğalsınlar diye… Avcılar bırakır mı… Duyar duymaz silahlanmışlar ve kısa zamanda kuşcağızları kırmışlar, yok etmişler. Halkımız avcılığa ve define aramaya pek meraklıdır. 04 Ağustos 2006