Çarşamba

 

Havalar ısınmaya başladı, bundan sonra günlerimin çoğunu köydeki evimde geçirmek istiyorum. Çarşamba gecesi oraya gittim, pazartesi döndüm. Evin içinde ve bahçede yapacak çok iş var. Başodama sedir yaptırılacak, epeyce kitap dolabı da lazım. İstanbul’daki evin yükünü hafifletmek istiyorum.

Suyum var, elektrik bağlatamadım. Köydeki trafodan eve hat çekmek için büyük masraf yapmak lazım, gücüm ona yetişmez. Jeneratörüm bozuldu, şimdilik lüks lambaları, gaz lambaları ve şamdanlarla idare ediyorum. Romantik ve nostaljik oluyor da pek pratik değil.

Bahçemin etrafına çit çevirtmem gerekiyor. Kestane ağacından kazıklar hazır, çakacak işçi bulmak lazım. Geçen sene satın aldığım bazı fidanları hâlâ toprağa dikemedim, saksılarda duruyorlar, onları da halletmeliyim. Civardaki ormanda, bahçemin kenarındaki ağaçlar üzerinde sabaha kadar bülbüller ötüyor. Yıllar var ki, bülbül sesi dinlememiştim. İstanbul martı, karga, güvercin dolu; onlar ötmüyor.

Gece geç vakitlere kadar oturuyorum; bazen yedek yazılar hazırlıyorum, bazen kitap okuyorum.

Kedimi ve küçük kuşu da köye getirdim. Temiz hava onları da canlandırdı, neşelendirdi.

Civardaki köydeki bir kadıncağıza geçen sene kuşburnu reçeli yaptırmış, eşe dosta satın aldırtmıştım. Yardım olsun diye. Kabak, ceviz (kabuğu sertleşmeden), karpuz, patlıcan reçeli yapmasını öğrettirebilirsem onlardan da yaptırtacağım. Kocası hasta, oğlu askerde, geçim sıkıntısı çekiyor. Elinin emeğiyle bir şeyler yapıp satabilirse rahat edecek. Yukarıda saydığım reçellerin nasıl yapıldığını bilen birisi yardımcı olabilirse bir hayır etmiş olur. (Faksım: 0212 / 638 66 85)

İstanbul-Şile yolunda Üvezli köyü civarında köylü hanımlar yol kenarındaki tezgahlarında gözleme, köy ekmeği, mısır unu satarak para kazanıyorlar. Tebrik ve takdire şayan bir çalışkanlık.

Zengin, ileri, sanayileşmiş, kalkınmış orta ve kuzey Avrupa ülkelerinde kırsal kesime uçaktan veya helikopterden baktığınız zaman arazinin kanaviçe gibi işlenmiş, ekilmiş, değerlendirilmiş olduğunu, bir karış boş yer bulunmadığını görürsünüz. Bizde öyle değildir. Ülkenin diğer kısımlarını bilmiyorum ama İstanbul civarındaki köylerde ziraat çok gerilemiştir. Topraklarımızı değerlendiremiyoruz. Biraz zenginleşen hemen tembelleşiyor, çifti çubuğu bırakıyor.

Türkiye gibi bir ülkenin dışarıdan buğday, et, pirinç, bakliyat, meyve, sebze, bal ithal etmesi ayıptır. Bizim idarecilerimizde, aydınlarımızda, halkımızda Japonların, Danimarkalıların, Almanların kafası olsa sadece ziraî, hayvanî ürünlerimizin ihracıyla çok zengin, çok müreffeh, çok kalkınmış bir ülke haline gelebiliriz. Bizde toprak var, su var, deniz var, koskoca bir ülke var; lâkin akıl, beyin, çalışkanlık, ihtisas, kültür, iyi bir sistem, iyi bir idare yok.

Zelzele korkusu ve tedirginliğiyle İstanbul sessizce boşalıyor. Hem aklı, hem de parası olanlar şehir civarında bahçeler, araziler aldılar; bir katlı, iki katlı villalar, prefabrik evler yaptırdılar. Parası olup da aklı olmayanlar oturmaya devam ediyor. Aklı var, parası yok, onlar da çar nâçar şehirde kalmak zorunda. Cenâb-ı Hak İstanbulumuzu âfetlerden korusun.

Son yıllarda çok azgınlıklar oldu. Dinsizler çizmeyi aştılar, mukaddesata saldırdılar, Arş’a hırladılar. Dindar geçinen bazı dengesizler de çok yamuk işler etti. Birtakım beyinsizler, kendi meşrebinden olmayan din kardeşlerini ne kadar kolayca tekfir ediyorlardı. Dinsizlerin islâhı zordur ama bari Müslümanlar akıllarını başlarına toplasalar, tevbe istiğfar etseler ve Şer’in, hikmetin gösterdiği yola girseler.

Sultanahmet, Küçükayasofya, Kadırga taraflarında mütevazi de olsa tek veya en fazla iki katlı, tercihan ahşap bir kiralık ev aradım, fakat bulamadım. Binaenaleyh bu yaz mevsimini elimden geldiği kadar şehir dışında geçirmek istiyorum.

Halk arasında garip rivayetler dolaşıyor. Mayıs’ta gökteki bir takım yıldızlar ve gezegenler bir hizaya gelecekmiş, korkulacak bir şeyler olabilirmiş. 17 Ağustos 1999 zelzelesinden önce de tam güneş tutulması olmuştu. Benim astronomi kültürüm yok. İnşaallah bir çizgide toplanacak yıldızlar, seyyareler bir uğursuzluk habercisi değildir. Hüseyin Rahmi’nin “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” adlı romanının bir yerinde cahil karılar kuyruklu yıldız hakkında saçma sapan konuşurlarken, içlerinden biri, “Siz gökteki kuyrukluları bırakın da, yerdekilere bakın” diye bir lâf eder. Bu zamanda da, zelzeleye gökteki yıldızlardan çok, yerdeki birtakım uğursuz, sâibeli, şeametli, alçak yıldızların sebep olmalarından korkulur.

Otomobilim bir sene sonra antika olacak. 1951 yapımı. Elli yaşına kadar eski otomobillere klâsik, ellisinden sonra antika deniliyor. Ramazan başında beni köye getirip götürecek bir şoför bulmuştum. Köy hayatına dayanamadı, üç gün sonra işi bıraktı. Evde de fazla konfor yok. Şimdiki gençler konfora, rahata düşkün.

Ebruyu onbeş senedir bırakmıştım. Köyde teknemi tekrar kurup çalışmaya başlamak istiyorum. Sadece ebru yapmakla kalmayacağım, elvan kağıt denilen çalışmalara da teşebbüs edeceğim. Çay suyu, zerdeçal, soğan kabuğu ve diğer tabiî maddelerle kağıt boyayacağım. Bir de elyapımı kağıt üretmek istiyorum. Bu işi bilen ve bana öğretmeye razı olacak birini bulmam gerekiyor. Bunlar ne işe yarar diyenler çıkabilir. Sanat ve zenaatin hepsi faydalıdır. Japonya’da, Fransa’da böyle şeyer yapılıyor da bizde niçin yapılmasın?

Bu kış sert geçtiği için bahçeme diktiğim kaktüsler donup öldü. Bir daha kaktüsler saksıda büyütülecek ve kışın içeri alınacak. Evimin önüne eski gramofon boruları gibi açık kırmızı çiçekler açan bir sarmaşık diktim. Bir de, el sürülünce mis gibi kokan rengi açık yeşil bir otum var, adı ne bilmiyorum, ben “Kolonya otu” adını verdim. Evden yola kadar dar bir arnavut kaldırımı, küçük bir süs havuzu da projelerim meyanında. Kuyucular çok para istemezse bir de kuyu kazdırmayı düşünüyorum. Kuyusuz bahçe ve ev olmaz. 27 Nisan 2000