Cuma

Cuma günü yola çıktık. Yeşilköy’de yeni yapılan havaalanı binalarını mimarlık açısından pek beğenmedim. Yapının dış şekline biraz daha millî, biraz daha Türkçe bir şekil verilebilirdi. Yerlere döşenen granit taşlarında da bir sürü yama görülüyordu. Cuma namazı kılamadık, öğleyi havaalanı binasındaki mescidde eda ettik. Benim gözüme iki mescid çarptı. İkisi de dekorasyonsuz. İdareciler izin verirlerse, vakit ve imkân da bulabilirsem oraları dekore etmek isterim.

Suriye havayollarına ait Rus yapımı bir uçağa binerek yola çıktık. İki saatlik bir uçuştan sonra Şam’a indik. Şam havaalanı hem küçük, hem hareketsiz; Suriye’nin dış dünya ile münasebetleri fazla değil. Muamelelelerimiz tamamlandıktan sonra seyahat şirketinin otobüsüne binerek şehre yöneldik.

Salı günü öğleyin İstanbul’a döndüğüme göre, Suriye yolculuğum dört gün sürmüş oldu. Gezdiğim yerlere ait intibalarımı başka yazılara bırakarak bugün, bazı hususları beyan etmek istiyorum.

Türkiye ile Suriye, sanki Moğolistan ile Paraguay gibi birbirbirine uzak, birbiriyle ilgisi olmayan iki ülke haline gelmiş, getirilmiş. Halbuki kapı komşusuyuz. Dört asırlık bir beraberliğimiz var. Birbirimizle siyasî, ticarî, iktisadî, kültürel, turistik sıkı işbirliği yapmamızın büyük faydaları olacaktır. Niçin bu kadar uzak ve alakasız kalmışız?

Şam’da, Halep’te, Hama ve Humus’ta bir tek Türk plakalı otomobil ve kamyon görmedim. Bizim otuz üç kişilik kafilemizden başka Türk turist de yoktu. Bir kısım Türkiyeliler kış aylarında Şam’a, Halep’e gidip tatil yapsalar, gezseler; bazı Suriyeliler de yaz aylarında İstanbul’a ve diğer şehirlerimize gelseler, her iki taraf için de faydalı olmaz mı?

Bir ara, İstanbul’da Sarıyer Arap dünyasından gelen turistlerin merkezi olmuştu. Orada evler kiralıyor, çoluk çocuk yiyip içiyor, gezip tozuyorlardı. Lakin, herkesi suçlamak istemem ama bazı alçak, rezil, haydut adamlar bu turistleri yolunacak kaz, sağılacak inek gibi gördüler ve ticaret ahlakına yakışmaz aşırılıklara gittiler. Sonunda Arap kardeşlerimiz kaçtı. Belki de tatillerde artık Yunanistan’a gidiyorlardır.

Suriye’de haritalarda bizim Hatay vilayetimiz Türkiye’de değil, Suriye’de gösteriliyor. O ülkenin rejiminin bu hareketi iki ülkenin, iki milletin, Türkiye ve Suriye Müslümanlarının birbirlerinden kopmalarına sebebiyet vermemelidir. Terazininin öbür kefesinde zaten Suriye Türkleri bulunmaktadır. Halep civarında, Lazkiye ve Golan taraflarında hayli Türkmen yaşamakta, bunlar hâlâ Türkçe konuşmakta, bütün baskılara rağmen kimliklerini korumaktadırlar.

Alsas ve Loren Fransa ile Almanya arasında asırlar boyunca ihtilaf konusu olmuştur. En son Fransa’da kalan bu iki vilayetin bir kısım halkı şimdi Almanya’daki fabrikalarda çalışır, geceleri yatmaya Fransa’daki evlerine dönerler.

Suriye’de, her yerde devlet başkanı Hâfız el-Esad’in resmini, heykelini görürsünüz. Sokaklar, caddeler, meydanlar, binalar, dükkanlar, köprüler, otomobiller Esad’ın ismini ve resmini taşır. Suriye Esad ile özdeşleştirilmek istenmektedir. onun vefatından sonra yerine oğullarından birinin geçirilmesi düşünülüyormuş.

Yirmi yıl önce siyasal İslamcılar rejime karşı bir isyan hareketine giriştiler, fakat başaramadılar ve büyük katliamlar oldu. Şu anda ülkede sükûnet hükümferma. Halep’de büyük ve güzel bir cami yaptırılıyor. Hâfız Esad’ın vefat eden oğlunun adına.

Tesettür hususunda Suriye Müslümanlarına baskı yapılmadığını gördüm. Okullara ve üniversitelere kız öğrenciler başörtüsü ile gidebiliyor. Şam’da ve Halep’de tesettürlü, hatta peçeli hanımlar gördüm. Eski çarşaflar kalkmıştı. Başları örtülü, ceketli, pantalonlu şık genç hanımlar dikkatimi çekti. Suriye’de bizdeki gibi açıklık saçıklık yok. Fes giyen kalmamış. Şam’da, gruptaki arkadaşlardan biri fes giyen yaşlı bir zat görmüş, resmini çekmek istemiş, ihtiyar izin vermemiş.

Bütün baskılara, olumsuz şeylere rağmen Suriye halkı hareketli, neş’eli, fa’al. Çarşılar, pazarlar, yollar insan dolu. Tarlalar, bahçeler, bağlar hep ekili ve bakımlı. Herkes çalışıyor. Hayat çok ucuz. Her yerde bereket ve bolluk var. Parası ve aklı olan Müslümanlara bir Suriye seyahati yapmalarını tavsiye ederim. Yalnız, ülkeyi iyi bilen bir rehberin yardımıyla gezmeleri gerekir. Dindar bir Türk için orada gezecek, görecek, ziyaret edecek bir hayli makam, türbe, cami, mahal bulunuyor. Halid-i Bağdadi, Muhyiddin Arabî, Selahaddin Eyyubî gibi büyük Müslümanların kabirlerini ziyaret etmekte nice faydalar, feyizler, bereketler vardır. Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahidüddin Han da, Şam’da Selimiye camiinin yanındaki hazirede yatıyor.

Suriye’de bizdeki kadar zenginlik olmadığı otomobillerden anlaşılıyor. Otuz kırk senelik arabalar taksi olarak çalıştırılıyor. Hele, Humus’ta öyle eski ve hurda arabalar gördük ki, bunları çalıştırıp da ekmek kazanan, topluma faydalı olan kimseleri tebrik ve takdir etmemek mümkün değildir.

Bizdeki zenginliğin yanında büyük bir işsizlik ve sefalet de var. Suriye’de böyle bir tezat olduğunu sanmıyorum. Suriyeli Müslümanlar namaza bizden daha fazla dikkat ediyor. Ezan okununca camilerde hayli cemaat oluyor.

Müslüman bir ülkeyi ziyaret eden Türkiyelilerin oradaki rejimi açıkça tenkit etmeleri, hasmâne konuşmalar yapmaları kesinlikle doğru olmaz. Misafirler siyaset işlerine, iç işlerine karışmamalıdır. Ben de, min gayri haddin, grup arkadaşlarıma bu yolda tavsiye ve ihtarda bulundum. Kaldı ki, Suriye Müslümanlarının birtakım kötü muamelelere mâruz kalmalarında siyasal İslam’ın da sorumluluğu büyüktür. Peygamberimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyurmaktadır. Mülk Allah’ındır, onu dilediğine verir, dilediğinden alır.

Seyahat çok kısa sürdüğü ve grup halinde gezdiğimiz için Şam’da eski kitapçılara uğramak fırsatını bulamadım. Ancak bir iki el sanatı eşyası satın alabildim. Suriye’de el sanatları yaşatılıyor. Şam’da Selimiye Camii’nin medresesi bir sanat çarşısı haline getirilmiş. Çok güzel eşyalar çok ucuza satılıyor. Şam’da ve Halep’te elle çalıştırılan dokuma tezgahları bile vardı.

Şam’ın tatlıları meşhur ve gerçekten enfes. Bizde müteşebbis ve açıkgöz bir kimse Şam’dan iyi bir usta getirtip İstanbul’da bir Şam Tatlı Evi açsa büyük iş yapar. 29 Nisan 2000