Kısa Kısa
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Peki, yoğurttan ağzı yanan ne yapar?.. Dondurmayı üfleyerek yer.
Bir adamın ne mal olduğunu anlamak isterseniz, onun para ile olan muamelâtına bakınız. Sakın kişinin namazı ve orucu sizi yanıltmasın ve zarara sokmasın. Para ve maddî menfaat konusunda namuslu, dürüst, adil, hak bilir ve mürüvvetli değilse onun dindarlığı yüzeydedir.
Adam olmak için mutlaka çile çekmek gerekir. Tarikatlarda çile müessesesi vardır. Nakşîler “Erbaîn” çıkartırlar, Mevlevîlikte “Binbir gün çilesi” vardır. Çile çekmeden olgunlaşmak, adam olmak mümkün değildir. Başlarına belâ ve musibet gelmesi büyüklerin şanındandır. Çilesiz adam büyük olamaz. “Belânın en şiddetlisi velileredir, sonra derece derece…” buyurulmuştur.
Çok para kazanmıştı, akıl almak istedi, bir yerde bulamadı. İrfan ve hikmet almak istedi, onları da bulamadı. Kültür, sanat, şeref, haysiyet, asalet, mürüvvet, fütüvvet edinmek istedi, onlar da parayla satılmıyordu. Nihayet kafası kızdı, gitti bir milyon dolara köşk aldı, yüz elli bin euroya otomobil aldı, ayda beş bin dolara Moldavyalı bir şırfıntıyı metres tuttu, her gün avuç dolu para vererek lüks restaurantlarda tıkındı, binlerce euroluk elbiseler, paltolar aldı…
Kötü bir insan için en büyük ceza, kötü olmasıdır.
Kestane içinden çıktığı kirpisini beğenmemiş. Civciv yumurta kabuğunu beğenmemiş. Görmemiş türemeler de, fakirlik zamanlarına ait hatıralarından nefret ederler, hatta köyde bıraktıkları yaşlı anne ve babalarını değil görmek, düşünmek bile istemezler.
Bir toplumun işleri ruh asaletine, gönül yiğitliğine sahip olmayan türedilerin, sonradan görmüşlerin, nev-zuhurların eline kalırsa vay o toplumun haline.
Bay Türedi en son moda, çok lüks, çok pahalı bir kravat almıştı. Gökkuşağı gibi üzerinde her renk vardı. Kravat rüzgârla ters döndüğü vakit, türedi sevinçten dört köşe oluyordu.
“Dünya iki padişaha dar gelmiş, kırk derviş bir kilime sığışmış.”
Namuslu ve faziletli insanlar, bazı yarışları, başlamadan kaybederler. Mesela, sidik veya çamur yarışı…
Ay ve güneş tutulduğu zaman dikkatli olunuz. Ardından büyük hadiseler sökün eder.
Bir zalime: “Uykunun en hayırlısı ve feyizlisi ne zamanki uykudur?” diye soruyorsunuz. Sizin için günün her saatinde mümkün olduğu kadar fazla uyumakta hayır vardır, çünkü uyurken zulmedemez, kötülük yapamazsınız.
İnsanların yatakta uyumalarını anlıyorum da, ayakta uyumalarına bir türlü aklım ermiyor.
Kazandıkları haram paralarla akşamları, lüks restaurantlarda içkili yemek yiyorlar. Bunda şaşacak bir şey yok. Haram parayla zemzem içecek değiller.
Bir belediyenin iyi, başarılı, vatansever olup olmadığını kaldırımlara bakarak anlayabilirsiniz. Kaldırımları bile doğru dürüst, düzgün, sağlam, estetik bir şekilde yapamayan bir belediye, öteki hizmetleri hiç yapamaz.
Genç bir adama: “Anan seni iyi ki erkek olarak doğurmuş, kız olaydın bu beyinsizlik ve hoppalıkla çoktan Madamın ‘evine’ düşerdin.”
Üretmeden tüketmek… Karıncalar bile bu kadar aptalca hareket etmezler.
Cep telefonu en pahalısındandı ve avucunun içinde kaybolacak derecede küçüktü. Sokakta hem hızlı hızlı yürüyor, hem de elini kulağına dayamış konuşuyordu. Ne konuştuğunu bilmiyorum, suratına baktım, tam bir mutlu-ahmak çehresine sahipti. Ya Rabbi! Ahmaklar ve beyinsizler küçücük şeylerle ne kadar kolay mutlu oluyorlar?
Bir yığın kötülük, haksızlık, terbiyesizlik, edepsizlik, fısk, fücur, isyan, tuğyan yapıyorsun, insanlar bunları bilmediği için kendini güvende hissediyorsun. Bilmiyorsun ki, “Kâtipler” yaptıklarını hep yazıyor. Haberin yok mu? Görürsün…
Peygamberlerden sonra insanların en adili Hazret-i Ömer, sorumluluk duygusu ile ağlayıp sızlıyor “Ya Rabbi! Beni keşke bir saman çöpü olarak yaratmış olsaydın da, bunca vebal altına girmemiş olsaydım…” diyormuş. Sen ise, bunca günah ve isyanınla gurur ve kibir içinde, küçük dağları ben yarattım havasıyla yaşıyor, yürürken yere sert adımlarla güm güm basarak ilerliyorsun. Bu gidiş nereye?
Farz edelim, Cuma namazı kılmak için büyük bir camiye gittin, içeride on bin kişi var. Acaba sen, rütbe ve derece itibarıyla bu cemaatin kaçıncısısın? Kendini oradakilerin en sonuncusu, en hakiri olarak görür ve bilirsen faziletli sayılabilirsin. “Yahu, benden kötü biri vardır herhalde, ben sondan ikinci olayım…” dersen bu sözünle belanı bulmuş olursun.
Adam parktan geçerken köşedeki simitçiden bir simit aldı, yürürken simitten küçük bir parça koparttı, onu ufaladı ve aç kuşlara attı. Bu küçük iyiliği, bu küçük merhameti o adamı çok büyük bir felaketten kurtardı. Ne demek istediğimi anladınız mı?
Evlerinde besledikleri kedilerinden bıkmışlar, usanmışlardı. Pazar günü pikniğe giderken hayvancağızı da yanlarına aldılar, dönüşte ormanda bıraktılar. Bu merhametsizlik, bu vefasızlık, bu gaddarlık onlara çok pahalıya mal olacaktır. Başlarına gelecekleri bilmiş olsalardı, hiç o kediyi orada terk ederler miydi?
Bir ev hanımının akıllı olup olmadığı, eşi salona bir kütüphane koymak ve içini değerli ve faydalı kitaplarla doldurmak istediğinde meydana çıkar. Kadın, “Hayır, kitap mitap istemem, kitap salonda toz yapar!..” derse bilin ki, o bayan akılsız bir karıdır.
Hacı Bey dindar, Hacı Hanım da öyle. Lakin oğulları, kızları tam bir felaket, Züppelik, şımarıklık, hoppalık, farfaralık… Çocuklar anne ve babalarının sadaka-i câriyeleri yahut seyyie-i câriyeleridir. Çocuklarını iyi yetiştiremeyen dindar anne ve babaları, ben gerçekten dindar kabul etmem. İyi terbiye etmiş olsalar, örnek olabilselerdi, çocukları yüzde doksan dokuz kendileri gibi dindar olurdu. Olmadıklarına göre, işin içinde bir çürüklük var demektir. 19 Şubat 2005