- İhlâssızlığın birinci alameti “ben ihlâslıyım” demektir.
- Kötülüğe karşı iyilik yapamayan, düşmanını affedemeyen bir Müslüman düşünülebilir. Ama iyi bir Müslüman düşünülemez.
- 1990’da, “İslâm, Müslümanlara rağmen ilerlemeğe devam ediyor” diyordum. 1991’de “İslâm’ın önünde artık tek ve büyük bir engel kaldı, o da Müslümanlardır” diyorum. (Hangi Müslümanları kasdettiğimi ferasetinize havale ederim.)
- Ümmet-i İslâmiyenin arasına tefrika, anarşi, çekişme tohumları ekmek isteyenler, herkesin eline birer Kur’ân tercümesi ile birer de hadîs külliyatı verdiler ve “haydi dininizi bu temel kaynaklardan bizzat kendiniz öğreniniz” dediler. ‘
- Milyarlara mal olan muazzam câmiler yapılıyor. Lâkin o mâbetlerin mihrabına geçecek imamlar için doğru dürüst bir yatırım yapılmıyor. Aslında bir milyara çıkacak cami için bir milyar harcanarak bir de imam yetiştirmek gerekir. (İmam, namaz kıldırma memuruna değil cemaate önderlik yapan kimseye denir.)
- Televizyon kulaktan ve akıldan daha önce göze hitap eden bir âlettir. Ekranda görünerek dinî, ahlakî konuşma yapacak kimselerin mutlaka fotojenik olmaları, seyircilere sempatik görünmeleri şarttır. Aksi takdirde propaganda geri teper. Bu işleri ben tanzim etmiş olsam dinî-İslâmî sohbetlere Ahmet Özhan gibi kimseleri çıkartırım. Namaz kılan dindar bir futbolcu, bir diyanet hocasından daha etkili olur bence.
- “Bizim cemaatimiz, fırkamız hak yoldadır, öteki cemaatler bozuktur” diyenler, kendi bozukluklarını ilân ve itiraf etmiş olurlar.
- Küçük bir bakkal dükkanını doğru dürüst ve yüzakı ile idare edemeyenler, koskoca süpermarketlerin idaresine nasıl tâlip olabilirler?
- Birilerine: Beş vakit namaz kılar ve günde beş öğün yemek yersiniz. Başka bir hüneriniz var mı?
- İsmi Arapça olan küçük bir risâle yazmak istiyorum: “İkazü’l-hıyârat ‘an cem’iI-dolârat.”
- Diyarbakır’daki bir kardeşimize telgraf: “Ben oraya pasaportla gelmek istemiyorum, siz İstanbul’a pasaportla gelmek ister misiniz? Selamlar.”
- Boğaziçi Üniversitesi’nin kampüsüne çok yakın olan ve Müslüman öğrencilerin sık sık uğradıkları Nafi Baba Camii’nin girişi ve iç dekorasyonu çok ilkeldir. (Mimarisi de berbat ya, şimdilik onun üzerinde durmuyorum). Yemyeşil bir badana, mihrabın iki yanında plastikten çirkin iki şamdan bozuntusu, duvarlarda sanat ve estetik kıymeti olmayan levhalar. Ülkemizin bu çok önemli üniversitesinin talebesinin devam ettiği bir ibadet yerimiz çok daha güzel olmalıdır. (İlgililer isterlerse, camiyi yeniden dekore etmek için ücretsiz hizmet verebilirim).
- Eskiden hutbelerde Hulefa-i Râşidîn efendilerimizin ism-i cemilleri geçer ve onlara dua edilirdi. Bu, ehl-i sünnetin güzel şeâirinden ve hasâisindendir. Maalesef, son zamanlarda birtakım hatibler bu güzel âdeti kaldırdılar. Buna son derece esef ediyor ve üzülüyorum. Çünkü bununla kuvvetli bir icmaa muhalefet edilmiş olunuyor.
- Birine: Kendinizi âlim, fâzıl, kâmil, mücâhid bir Müslüman olarak tanıtıyormuşsunuz. Ben sizi şahsen tanımıyorum. Sokakta rastladığım takdirde anlayabilmem için yakanıza bu sıfatlarınızı belirtir bir rozet, yahut boynunuza bir yafta asar mısınız? (Malum a, bugünkü kıyafetler, Müslümanla gâvurun ayırd edilmesine imkân vermiyor).
“Teşekkür ederim, affedersiniz, lütfen.
YALANIN SALTANATI
Çocuklarımızı iyi terbiye edemiyoruz. Bizde hayat beşikten mezara kadar yalanla doludur. Daha minicikken yalan yağmuru başlar. “Uslu dur, sana oyuncak alacağım” denir, çocuk uslu durur, oyuncak alınmaz. “Mamanı ye seni gezmeğe götüreceğim” vaadinde bulunulur, yavrucak mamasını yer, fakat gezmeğe götürülmez.
Bu bitmez tükenmez yalanlar çocuğun ruhuna, kanına, iliğine işler. Yalan artık onun için su gibi, hava gibi, ekmek gibi zarurî bir ihtiyaç maddesi haline gelmiştir. Bu kadar yalana mâruz kalan körpecik bir varlık, yalan mübtelâsı olmaz da ne olur?
Yalan, eğrilik, emânete hıyânet, vaadini tutmamak sosyal bünyemizi iyice sarmış bulunuyor. Şu iş hayatındaki rezâlete bakınız. Cayır cayır bono, çek imzalanıyor ve günü gelince ödenmiyor. Çünkü bir kere niyetler bozuktur. Ödemek niyetiyle değil, edememek niyetiyle imzalanmaktadır yüzbinlerce senet. Bu yüzden iş ve ticaret hayatımızda itimat diye bir şey kalmamıştır.
Sokaklar yalan levhalarıyla dolu. Binlerce dönerci dükkanı vardır, hiçbirinde sadece döner satılmaz, bütün dönerler “nefis dönerdir.” Bu “nefis” sıfatı bir harf-i târif haline geldi. Halbuki bin dönerden biri bile nefis değildir. İslâm ahlâkına ve hukukuna göre, nefis döner diye yazıp da, gerçekten nefis bir döner satmayan kimse haram ticaret yapmış oiur. Bunu düşünen kaç kişi kaldı?
Kitap ve yayıncı reklamları da öyle. “Yayınevimizin büyük hizmeti…” Aslında hizmet mi, hezimet mi yapılıyor ehli bilir.
Politika hayatı da gırtlağına kadar yalana batmış vaziyette. Hâfıza-i beşer nisyan ile mâlüldür (insan hâfızası unutma hastalığı ile illetlidir) demiş eskiler. At yalanı, ver vaatleri, halk nasıl olsa bir müddet sonra unutacaktır. Bizde demokrasi yalanla yoğrulmuştur.
Ya millî (yani gayr-i millî) eğitimimiz? O da vıcık vıcık yalan içinde düşe kalka yürümektedir. Mektep kitaplarında yakın tarihimiz, balığın tırmandığı kavak hikâyeleriyle doludur. Yurtta yalan, dünyada yalan: evde yalan çarşıda yalan. İnsan maymundan türemiş, cin diye bir varlık yokmuş, memleketi kurtarmış, eski yazı kötüymüş, din dünyaya karışmamalıymış… Aman ne yalanlar ne yalanlar.
Okullarda kopya o kadar yaygınlaşmıştır ki, eğitimin temel unsurlarından biri haline geldiğini söyleyebiliriz. Kopya nedir? Yalanın süt kardeşi.
Yalancadan Türkçeye bir sözlük yapmalı. Bir iki örnek vereyim: 1
- Canım: Canın çıksın!
- Millete hizmet için içim yanıyor: Başkanlık hırsı ve soygun arzusiyle yanıp tutuşuyorum.
- Çocuklarım çok fakirdir: Yani daha henüz Rockfeller kadar zengin olamadılar.
- Bizi yoktan yaratan büyük adam: Neuzübillah!
Basın yalan dolu, televizyonlar, radyolar yalan kusuyor. Yalanın saltanatı çağını yaşıyoruz.
Biz de, bu yalan rutubetinden nem payımızı aldık. Çok sıfatı dilimizden düşmüyor. Meselâ birisi için “çok iyi adamdır” diyoruz. Ya çok iyi değilse ne oluyor? Yalan olmuyor mu? Şuna sadece iyi desek kıyamet mi kopar? Tabiî, bundan onbeş sene önce yanlışlıkla ayağımıza basan biri de çok kötü bir heriftir!”
Dilini yalandan koruyabilene ne mutlu.
6.11.1991