Salı

Peygamberimize terörist diyen, yeryüzünden İslâm’ı ve Müslümanları kazımaya ahdetmiş olan, elli bin militanı ile Anadolu’yu tekrar bir Hıristiyan ülkesi yapmaya çalışan Evangelistlerle aramızda din konusunda büyük anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bunlardan biri de, onların kutsal metin olarak kabul ettikleri Kitabı Mukaddes’in tahrife (bozulmaya) uğrayıp uğramadığı meselesidir. Şu anda elimde “Kitabı Mukaddes-Eski ve Yeni Ahit” kitabı bulunuyor. İstanbul’da misyonerlerin “Kitabı Mukaddes Şirketi” tarafından yayınlanmış, 1175 sayfa. Aşağıdaki satırları bu kitabın 17’nci, 18’inci sayfalarından aynen alıyorum:

“Ve Lût Tsoardan çıkıp dağda oturdu ve iki kızı onunla beraberdi; çünkü Tsoarda oturmaktan korktu; ve o, ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve büyük kızı küçüğüne dedi: Babamız kocamıştır ve bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için memlekette erkek yoktur; gel, babamıza şarap içirelim ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için onunla yatarız. Ve o gecede babalarına şarap içirdiler; ve büyük kız girip babası ile yattı. Ve onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Ve vaki oldu ki, ertesi gün büyük kız küçüğüne dedi: İşte, dün gece babamla yattım; bu gece de ona şarap içirelim ve babamızdan zürriyet yaşatmak için, gir, onunla yat. Ve o gecede dahi babalarına şarap içirdiler ve küçük kız kalkıp onunla yattı. Ve onun yatmasını ve kalkmasını bilmedi. Lût’un iki kızı böylece babalarından gebe kaldılar. Ve büyük kız bir oğul doğurdu ve onun adını Moab çağırdı; o bugüne kadar Moablıların atasıdır. Ve küçük kız, o da bir oğul doğurdu ve onun adını Ben-ammi çağırdı; o bugüne kadar Ammon oğullarının atasıdır.” (Aynen…)

Bugünkü Kitabı Mukaddeste birtakım muhterem peygamberlere yakışmayacak çirkin haller sadece Hazret-i Lût Aleyhisselam ile ilgili, metnini yukarıda verdiğim hadise değildir.

* Davut Aleyhisselamın, subaylarından Urya’nın karısı ile zina yaptığı, kadının hâmile kaldığı, ordu kumandanına talimat göndererek Urya’nın savaşta ölmesini sağladığı, bundan sonra Urya’nın karısı ile evlendiği…

* Harun Aleyhisselamın bir buzağı heykeli yaptığı, onu bir mihraba koyduğu, İsrailoğullarıyla birlikte ona taptığı, onun için kurbanlar kestiği…

Süleyman Aleyhisselamın ahir ömründe putlara taptığı, onlar için tapınaklar yaptırttığı; tövbe etmeden öldüğü ve âhirete müşrik ve mürted olarak gittiği… gibi iddialar yer almaktadır.

Biz Müslümanlar, Yüce Allah’ın Tevrat ve İncil adıyla kutsal kitaplar gönderdiğine iman ederiz. Ancak bugünkü metinlerin gerçek Tevrat ve İncil olduğuna inanmayız. Bunların asıl metinleri kaybolmuş, birtakım katipler tarafından mevcut metinler yazılmıştır ki, çeşitli tutarsızlıklarla doludur. On dokuzuncu asırda Hindistan’da yaşamış büyük İslâm alimi Rahmetullah Dehlevî, ülkesinde Hıristiyanlığı yaymak için çalışan meşhur Protestan rahibi Pfander ile halka açık bir tartışma yapmış ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal kitabın tahrife uğramış olduğunu isbat etmiştir. Rahmetullah Efendi bu konuyla ilgili İzharul-Hak adıyla Arapça iki ciltlik bir kitap yazmıştır. Bu kitap 1880’de Fransızcaya çevrilmiştir:

“Idhhar-ul-Haqq ou Manifestation de la Vérité de El-Hage Rahmet-ullah Efendi de Delhi, Paris Ernest Leroux.”

Elli seneden beri bu kitabın İngilizce tercümesini arıyordum, bulamamıştım. Adıgeçen lisana da tercüme edilmiş, ancak misyonerler bu gibi eserlerin yayılmasını ve bilinmesini istemezler, nüshalarını toplatmışlar. O zamanlar The Times gazetesinde “İzharul-Hak kitabı yayılırsa Hıristiyanlığın sonu olur” mealinde bir yazı yayınlanmış olduğunu merhum Profesör Hamidullah Beyden duymuştum.

İzharül-Hakk’ın Osmanlıcaya da tercümesi yapılmıştır. Birinci cildi aynı isimle İstanbul’da basılmış, ikinci cildi “İbrazü’l-Hak” adıyla Bosna’da tab’ edilmiştir. Bugünkü modern Türkler Osmanlıca bilmedikleri için bunlardan yararlanamazlar. Zaten şu anda nüshaları da bulunmamaktadır. Bir iki kütüphanede mevcuttur, o kadar.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İzharü’l-Hak’ı ciddî ve ilmî bir şekilde Arapça’dan tercüme ettirdiğini ve yayınlanacağını duymuş bulunuyorum. Bir an önce çıkartılırsa hayırlı olacaktır, başarılar dilerim.

Biz, Kitabı Mukaddesteki Hazret-i Lût ve iki kızı kıssasına dönelim…

Hazret-i Lût Allah’ın bir peygamberidir. İslâm dini peygamberlerin İsmet sıfatıyla sıfatlı olduğunu bildirir. Biz Müslümanlar, bütün peygamberlerin bu sıfata sahip masum kimseler olduğuna iman ederiz. İsmet, günahlardan, çirkin hallerden korunmuş olmak demektir.

Koskoca bir Peygamberi iki kızı sarhoş ediyor, onunla cinsel münasebete giriyor ve gebe kalıyorlar… Böyle bir şey akla, vicdana, bilgeliğe, insafa, kutsallığa sığmaz.

Aslında bu konuyu günlük bir gazete sütunlarında dile getirmek istemezdim. Ancak saldırgan, militan, fanatik, saygısız birtakım Evangelistler (bütün Hıristiyanları kastetmiyorum), benim Peygamberime “terörist” diyorlar. O zaman benim de yukarıdaki konuyu işlemeye hakkım doğuyor.

İslâmiyet ve Hıristiyanlık, Tevhid inancı ile Teslis inancı birbirleriyle bağdaşmazlar ve uyuşmazlar. Ancak medenî, saygılı, efendi Müslümanlar ve Hıristiyanlar, saldırganca hareket etmezler, birbirlerini üzmezler. Amerika’daki üç Evangelist Kilise maalesef medenî, saygılı, terbiyeli hareket etmemektedir.

Yukarıda bütün peygamberlerde bulunması gereken sıfatlardan “ismet”i zikrettim. Onun yanında dört sıfat daha vardır:

– Tebliğ: Bütün peygamberler, Allah’ın insanlara bildirilmesini ve ulaştırılmasını istediği bütün bilgileri halka söylemişlerdir, hiçbir bilgiyi saklamamışlardır.

– Emanet: Bütün peygamberler, emîn-güvenilir kimselerdir. Onlar yalan söylemezler, emanetlere hıyanet etmezler, düzenbazlık yapmazlar.

– Fetanet: Bütün peygamberler, zeki, akıllı, geniş ufuklu, uzak görüşlü kimselerdir.

– Sıdk: Bütün peygamberler Allah’a, kendisine verilen vazifeye sadık kalmıştır.

Biz Müslümanlar, Allah’ın habercileri ve elçileri olan peygamberlerin hepsine iman ederiz; peygamber oluşları açısından onların arasında fark gözetmeyiz. Ancak bazı peygamberler rütbe itibarıyla daha büyüktürler. Biz, hepsine iman ederiz, saygı gösteririz, isimleri anıldığı vakit aleyhisselam (Allah’ın selamı O’nun üzerine olsun) deriz.

Hazret-i Musa’yı da kabul ederiz, Hazret-i İsa’yı da. Hıristiyanlar Yahudilere kızıyorlar, Hazret-i İsa’ya iman etmedikleri için. Kendileri de, Hazret-i Muhammed’i inkar ediyorlar.

Kabul etmek gerekir ki, misyonerler kültür, tahsil, uzmanlık bakımından güçlü insanlardır. Bazısı beş-altı dil bilir, kaliteli üniversitelerde okumuşlardır, yüksek lisans ve doktora yapmışlardır. Ankara’daki Amerikalı Evangelist papaz, sekiz üniversitede tahsil görmüş, yarım düzineden fazla lisan biliyormuş.

Biz Müslümanlar, tarihimizin çok kötü bir devrinde yaşıyoruz. Hem kendi hatalarımız ve hıyanetlerimiz yüzünden, hem de düşmanlarımızın baltalamaları dolayısıyla ilimsiz, kültürsüz, cahil kalmışız. Türkiye’deki Müslüman toplum bir şifahî toplumdur. Dış ve iç düşmanlarımız, bizi cahillikle terbiye etmişlerdir. O kadar perişan, o kadar zavallı, o kadar acınacak durumdayız ki, atalarımızın, dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamıyoruz. Herif üniversitede profesör, anıtsal kapının üzerindeki dev gibi kitabeyi okuyamıyor. Bu kitabe Türkçe değil mi? Türkçe ama yine okuyamıyor. Çünkü cahildir. Prof. olmuş ama okuma-yazma bilmiyor.

Bizim aramızda şu anda, Rahmetullah Dehlevî Hazretleri gibi muktedir ve güçlü alimler bulunsaydı, Resul-i Kibriya Efendimize -haşa- “terörist” diyen densiz ve medeniyetsiz misyonerler saklanacak delik ararlardı. 27 Nisan 2005