Perşembe

 

Halkımızı okur yazar cahil sürüler haline getirmek için uzun yıllardan beri sinsice çalışan kültürkıyımcıların gözleri aydın olsun, bilmem nerelerine kına yaksınlar. Şu altmış beş milyonluk ülkede kitap tirajları nihayet beş yüz adede kadar düştü.

Yayıncılığa bundan kırk sene önce başlamıştım. 1960’larda popüler kitapları on bin adet basıyorduk ve satıyorduk. 70’lerin sonuna doğru bu rakam beşbine düştü. Daha sonra üç bin oldu, iki bin oldu, bin beşyüz oldu. Şu anda bazı kitapları bin yüz adet (bunun yüzü ticarî değildir), bazılarını beşyüz adet basıyoruz.

Tarihî, edebî, kültürel, sanatla ilgili araştırmaların, ciddî kitapların satış imkânları çok zayıf. Bazı yüksek lisans tezleri, doktora çalışmaları beşer yüz adet basılıyor. Bunları hazırlamış olan üniversite hocaları talebelerine tavsiye ediyor, birkaç yüzü satılıyor. Dostlar alışverişte görsün…

Hani kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine füze gibi fırlayacaktık…

Her konuda, her sahada çöküş ve bitiş olduğu gibi kültür, maarif, araştırma, tarih, edebiyat, sanat, tefekkür, felsefe sahasında da dibe doğru yuvarlanıyoruz.

Büyük günlük gazetelerimizin tirajları mâlum. Japonya da bizim gibi bir Asya ve doğu ülkesi.
Orada bir tanesi her gün on üç buçuk milyon adet basan dev gazeteler var. Bizimkilerin en büyüğünün tirajı beş yüz bini geçmez. Üç çeşit günlük gazete varmış: Siyah beyaz basılan sade, çok az resimli ciddî gazeteler. Renkli gazeteler. Boyalı gazeteler… Bizimkiler boyalı cinsinden. Bol boya satışı arttırmıyor.

Kitap okuyabilmek için şartlar gerek, birikim gerek. Öncelikle yazılı-edebî Türkçe bilmek icap ediyor. İki üç yüz kelimelik sade suya tirit Öztürkçe ile ne kitap yazılır, ne kitap okunur.

Sonra yüzlerce, binlerce kültür referansına sahip olmak gerek. Kavram ve terimleri bilmeden kitap okunmaz. Yüzde bir, binde bir lügata bakılır ama bir sayfada on kere lügata bakılarak kitap okumanın zevki de olmaz, faydası da. Reisülküttab’ın eskiden Osmanlı devletinde dışişleri bakanı demek olduğunu bileceksin. Rübâî denilen nazmın, aruzun muayyen kalıbıyla yazılan dört satırlık genellikle hikemî bir şiir olduğunu bileceksin. Katmandu’nun Nepal’in başşehri olduğunu bileceksin. Gerçek ile gerçeklik arasındaki farkı bileceksin. Platonizm, Neoplatonizm ne demek bileceksin. Velhasıl edebî, tarihî, felsefî, coğrafî, sanatla ilgili binlerce lügati, ıstılahı, kavramı, referansı bileceksin ki, ciddî kitapları okuyup anlayabilesin. Bizde okullarda, liselerde bunlar öğretiliyor mu?

Fransa’da birkaç kadın romancı var ki, bunların bazı kitapları birer milyondan fazla satılıyor. Hem orada kitap fiyatları hayli pahalı olmasına rağmen.

Finlandiya, Norveç, Hollanda, İsviçre, Avusturya, İrlanda gibi nüfusları bizden çok az olan medenî ülkelerde hem çok kaliteli ve ciddî kitaplar çıkıyor, hem de çok basılıp çok satılıyor. Biz kitap, maarif, ilim, irfan, sanat, mârifet, hüner konusunda nal topluyoruz.

Yakup Kadri’nin, Ömer Seyfeddin’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in, Hüseyin Rahmi’nin, Halide Edib’in romanlarının ve edebî eserlerinin her on yılda bir sadeleştirildiği, yâni ırzına geçildiği bir ülkede elbette kitap okunmaz. Kitap okumak için Türkçe bilmek gerekir. Konuşma Türkçesini, günlük iletişim Türkçesini okuma yazma bilmeyenler de kullanabiliyor. Kitap okumak için konuşulmayan, yazılan Türkçeyi bilmek icab eder.

Efendim lisan sadeleşmeliymiş, bütün Arapça ve Farsça kökenli kelimeler atılıp yerlerine uyduruk sözcükler konulmalıymış, dilimiz dupduru, aparı, sade suya tirit olmalıymış. Olmalıymış ama sonunda işte böyle olur.

Kültür Bakanlığımız TÜRKLEŞTİRME diye bir kitap bastırtmış. Yazarı TEKİN ALP… Allah Allah bu isim hiç de yabancı değil. Şu mâlum ve mâhut MOİZ KOHEN efendidir bu Tekin Alp. Türkleştirme mi, Türkleri dejenere etme mi? Kültür Bakanlığı, bu kitabı bastırırken, Tekin Alp isminin takma olduğunu belirtmemiş, yazarın asıl ismini vermemiş…

Halkımız, dünya kupası maçları için gece gündüz heyecan içinde bekledi, kâh sevinçle haykırdı, kâh üzüntüden kahr oldu. Brezilya’ya yenildiğimiz zaman nice vatandaşımız ağladı, kendini yerden yere attı. Futbol konusundaki bu hassasiyetimiz, bu milliyetçiliğimiz edebiyat, tarih, sanat, kültür, mimarlık konusunda yok.

Aydın, okumuş, seçkin geçinenlerimizin de (küçük bir azınlık dışında) edebiyata, kitaba, kültüre ilgisi son derece yetersizdir. Herkesin aklı fikri yemede içmede, lüks otomobillerde hava atmada, pahalı restoranlarda boy göstermekte, müzeyyen meskenlerde hedonistçe yaşamakta. Evinde doğru dürüst, ciddî, zengin bir kütüphanesi olan ve günde en az bir saat kitap okuyan kaç aydın çıkar bizde?

Komşu ve kardeş Mısır, İskenderiye şehrinde beş milyon kitaplık büyük ve mimarîsi çok güzel bir kütüphane yaptırdı. Bizim İstanbul’da böyle bir kütüphanemiz var mıdır? Son on yıl içinde bu ülke, bu halk, bu devlet iki yüz milyar dolar lira soyuldu. İstanbul’a beş on milyon kitaplık dünya çapında muhteşem bir kütüphane kurmak için para mı bulamazdık?

Barajlar, havaalanları, stadyumlar, hükümet konakları, otoyollar, limanlar, fabrikalar yaptırdık ama ülkemize, İstanbulumuza büyük bir kütüphane kazandıramadık. Fert başına düşen millî gelirmiş de falanmış da filanmış da… Be adamlar neler sayıklıyorsunuz siz? İlim olmadan, kültür olmadan, kitap ve kütüphane olmadan maddî kalkınma olur mu?

Altmış beş milyonluk şu koskoca Türkiye’de beş yüz, bin adet edebî, tarihî, ciddî, kültürel kitap basarak yayıncılık olur mu? Bu kadar az tirajla telif ücreti verilebilir mi? İşletme masrafları çıkartılabilir mi? Kitapların hiç olmazsa bir kısmı yazanına, hazırlayanına iyi gelir getirecek ki, istidadı ve kabiliyeti olan ilim ve irfan ehli çalışsınlar, kitap yazsınlar. Batı ülkelerinde kitapları çok satılan ediblerin, düşünürlerin, tarihçilerin şatoları, Polinezya’da özel adaları var.

Müslüman kitle de kitaba, ilim ve irfana, kültüre, araştırmaya sıcak bakmıyor. Dindar kesimde daha çok popüler halk kitapları okunuyor. Bir de, ideolojik aktivist yenilikçi İslâmî edebiyat.

Velhasıl sağcısıyla solcusuyla, İslâmcısıyla çağdaşıyla, terakkiperveriyle, muhafazakârıyla kitaptan, edebiyattan, araştırmadan, kültürden, sanattan, irfandan her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz.

Başta Sabataycılar olmak üzere şu halimize baksınlar da utansınlar. Bu utanacaklara sahte dindarlar, mukaddesat rantı yiyenler, din sömürücüleri, baronlar da dahildir.

Bu konuda daha çok şeyler yazmam gerekir ama artık yaşlandım, Âhir ömrümde zindanda çürümek istemem… Ârif olana bu kadar yeter. 12 Temmuz 2002