Perşembe

 

Varlıklı bir Müslüman geniş evindeki salonlardan birini tavanlara kadar raf yaptırarak kütüphane haline getirse. Buraya on takım tefsir külliyatı, yirmi takım hadîs külliyatı, büyük İslâm ansiklopedileri, islâmî ilimlere ait ne kadar önemli ve muteber eser varsa hepsini koysa, beş-altı bin ciltlik zengin bir kütüphane kursa ve akşamları boş vakitlerinde bu kitaplardan birkaç sayfa okusa, birkaç sene sonra bu zat din kültürüne sahip bir Müslüman olabilir mi?

Olamaz. Çünkü kitap satın almakla, onların bir kısmını okumakla kişinin âlim, ârif, kültürlü, ihtisaslı olması mümkün bir iş değildir. Milyonda bir çıkan istisnalar vardır, onlara otodidakt denilir ki, bunlar kural bozmazlar.

Din ilmine, din kültürüne sahip olmak için mutlaka ehliyetli ve liyakatlı bir üstaddan ders almak gerekir. İşte şimdi zamanımızda bu yol hemen hemen kapanmış gibidir. Müslümanlar kitap dükkanlarından dinî eserler satın alıyor, bunların çoğunu okuyamıyor, okuyanlar da genellikle roman okur gibi okuyor, sonunda ortaya din ilmi, din kültürü yerine bir sürü kafa karışıklığı çıkıyor.

İyi bilinen az bilgi, iyi bilinmeyen çok bilgiden faydalıdır. Müslüman bir aydının en az on daktilo sayfası miktarında usûl-i fıkıh bilgisine sahip olması gerekir. Usûl-i fıkıh din mantığı demektir. Usûl-i fıkıh bilmeyenler binlerce cilt tefsir, hadîs, siyer, İslâm tarihi, kelâm kitabı almış olsalar ve bunları okumaya çalışsalar bile yine bir fayda temin edemezler. Çünkü işin esasını, metodunu bilmiyorlar. Peki on daktilo sayfalık usûl-i fıkıh öğrenmek çok mu zordur? Elbette çok zordur. Bir kere elimizde Türkçe böyle bir usûl-i fıkıh metni yoktur. Olsa bile onu isteyenlere okutacak hoca bulamazsınız.

Temiz niyetli, hevesli Müslüman kütüphanesine yüzlerce cilt Türkçe tefsir, meâl, Kur’ân tercümesi koymuştur. Lâkin tefsir usûlü hakkında hiç bilgisi yoktur. Satın aldığı tefsirlerin hangisi rivayet veya dirayet metoduna göre hazırlanmış muteber tefsirlerdir, hangileri re’y, heva, bid’at esası üzerine kaleme alınmış, kafa karıştırıcı tefsirlerdir, bilemez.

Ülkemizde din kültürü, din ihtisası konusunda büyük bir boşluk vardır. Bu boşluğu, para kazanmak maksadıyla çıkartılan ciltli kitaplar dolduramaz.

Eskiden çok dikkat edilirdi, artık üzerinde fazla durulmuyor, sahih inanç, tashih-i itikad hassasiyeti kalmamıştır. Zındığın biri “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerek Hak Teâlâ hazretlerini bir Roma putuna benzetiyor da, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Adamın “Büyük mücahid, büyük sosyolog, büyük şehid, büyük önder” diye propagandası yapılıyor. Allah’ı iki yüzlü bir Roma putuna benzeten ve bu benzetmeyi yaparken “gerçek” diyerek pekiştiren kişinin kitaplarını okuyarak insan din kültürü elde edebilir mi?

Milyonlarca Müslümanın çok sevdiği, örnek kabul ettiği, peşinden gittiği Mısırlı bir yazarın küçük bir kitabının Türkçe tercümesinin ilk baskısında “Namazlar ve dualar, bütün bunlar tembellik çağlarının ürünüdür” diye yazılmıştı. Diğer baskılarda bu cümle değiştirildi, “Salâvatlar ve zikirler, bütün bunlar tembellik çağlarının ürünüdür” yapıldı. Her iki tercüme de hezeyan ve küfür değil midir? Ne Diyanet’ten, ne İlâhiyat fakültesinden, ne de diğer islâmî makamlardan böyle vahim ve fâhiş yanlışlara, efsane çapındaki hezeyanlara bir cevap veriliyor.

Piyasada tarikatları şirk, mezhepleri put olarak vasfılandıran kitaplar var. Bunları okuyanların dengesi bozuluyor. Bu gibi yanlışları, aşırılıkları hangi âlim şahıslar, hangi yetkili makamlar tenkit edip düzeltecektir?

Fazlurrahman isminde Pakistanlı bir zat, Kur’anın ve Şeriat’ın birçok hükmünün bu devirde geçerli olmadığını iddia etti. Bu zatın da ülkemizde taraftarları var. Bunların uyarılması, Kur’an ve Şeriat hükümlerinin evrensel olduğu, Kıyamet’e kadar baki kalacakları gerçeğinin onlara anlatılması gerekmez mi? Bu vazifeyi kimler yapacaktır?

Kitap piyasasında yirmibeş bin çeşit islâmî eser varmış. Bazıları yirmi otuz ciltlik külliyatlar olmak üzere. Bunca kitap bolluğu içinde ilmihalini hakkıyla bilen kaç Müslüman çıkar? Ezan okunuyor ve kimse camiye gitmiyor. Ezan okununca camiye gitmeyen Müslümanın kütüphanesinde on bin cilt olsa ne faydası var.

Emin olunuz, yirmi kadar çok küçük kitapla bu memlekete islâmî bir inkılap meydana getirilebilir. Tabiî rastgele, şişirme küçük kitaplar olmayacak bunlar. Büyük üstadlar tarafından, titizlikle hazırlanmış, efradını câmi ağyarını mâni, birer metn-i metîn şeklinde, okuyanı aydınlatan kitaplar. Bunları kimler yazacak, kimler yayınlayacak, milyonlarca adet kimler dağıtacak? Bu kitaplar hangi konuları işleyecek? Bu kitaplardaki bilgiler hayata nasıl geçirilecek?

Zamanımızda islamî kesimde maalesef büyük bir kaos müşahede edilmektedir. Kitapçılık, yayıncılık konusunda da karışılıklık, intizamsızlık görülüyor. Dinî kitap yayınlarında plan ve program pek yok. Rastgele kitap çıkartılıyor. Bundan on sene kadar önce, Bağdat caddesinde oturan, zengin kesime mensup bir genç kıza verilmek üzere, İslâm’ı anlatan, dini sevdirecek bir kitap sorulmuştu da, böyle bir kitap tavsiye edememiştim. Bizde bütün dinî kitaplar, bütün islamî yayınlar zaten inançlı ve dindar olan kimseler içindir. Davet, çağrı, müjdeleme, uyarı kitaplarımız ve yayınlarımız çok azdır. Fransa’da büyük bir Katolik yayınevi, uzun yıllardan beri en küçük çocuklardan lise ve kolej gençliğine kadar çeşit çeşit dergi, albüm, kitap çıkartmaktadır. Üç dört yaşındaki okuma yazma bilmeyen çocuklar için bile sırf resimlerden ibaret albümler, dergiler yayınlamaktadır. Bu neşriyat en iyi kağıda, dört renkli resimlerle süslü olarak, dizayn ve mizanpaj bakımından mükemmel bir şekilde sunuluyor.

Kitapçılığımız, yayıncılığımıza çeki düzen vermemiz; öncelikle sarurî, elzem, çok faydalı, büyük ihtiyaç duyulan kitapları ve risaleleri hazırlatıp neşr etmemiz; televizyonlardan da yararlanarak bunların okunmasını, içindeki bilgilerin öğrenilmesini temin etmemiz; hoca yokluğunu ve eksikliğini telâfi edecek çare ve çözümler bulmamız gerekir. 12 Kasım 1999