Cuma

Son beş altı yıl içinde Müslüman yayınevleri çok güzel, kaliteli, faydalı kitaplar yayınlamaya başladılar. Bunların çoğu yüksek lisans ve doktora tezleridir; ilmî araştırmalar ve monografilerdir. Dizaynları, kağıtları, baskıları, kapakları güzel kitaplar. Sevindirici, ümit verici bir gelişmedir bu.

Ancak, madalyonun arka yüzünü de bilmeliyiz. Bu güzel, faydalı, kaliteli kitaplar maalesef biner adet basılabiliyor. Hatta bazı yayınevleri beş yüz, altı yüz adet bastırıyor bir takım kitapları. Yetmiş milyonluk Türkiye için bu adetler ne kadar küçük ve gülünçtür.

Ülkemiz kültür, sanat, kitap, medeniyet, fikir hareketleri bakımından büyük bir çöl, bir Sahra-i Kebir haline gelmiş, getirilmiştir. Sevindirici gelişmeler bu çölün vahaları gibidir.

Müslüman kesimin zenginleri, kodamanları, varlıklı kesimi kitap okumuyor. O kesimin sahip olduğu lüks, pahalı, gösterişli, fuzulî, gurur ve kibir vasıtası otomobillerin sayısını düşünelim, bir de kitap tirajlarını ve satışlarını.

Lüks otomobile bu kadar değer ve önem veriyorsun da, kitaba ve kültüre niçin vermiyorsun? Evin önünde, yahut garajda pahalı bir otomobilin var da niçin evinin bir köşesinde güzel bir kütüphanen yok? Zevzekliğe, tıkınmaya, gıybete, boş işlere ve sözlere bu kadar vakit harcıyorsun da kitap okumaya, faydalı şeyler öğrenmeye, kültürünü arttırmaya niçin vakit ayırmıyorsun?

– Ben okumaktan, kitaptan hoşlanmıyorum… Benim tabiatımda böyle şeylere ilgi ve sevgi yoktur…

Hah, işte bu cümleyle tutuldun, kendini ele verdin, zengin ve varlıklı bir bedevî olduğunu itiraf ettin.

Kitaplar genelde pahalıymış… Olabilir. Bunun da çaresi var: Bazı kitaplar ucuzdur, onların arasından seçer alırsın. Bazı yayınevleri perakende satışlarda da indirim yapıyor. Alışverişini oralardan yaparsın.

Vaktim yok… Yalan!

Adam her hangi bir fakülteden mezun olmuş, aradan yirmibeş sene geçmiş ve bu bir çeyrek asır içinde kitap okumamış, kendini yenilememiş, kültürünü çoğaltmamış… Yirmi beş sene önceki aynı yerde otlamaya devam ediyor.

Bir ülkenin, bir halkın medenî, kültürlü olması için nüfusun yüzde yüzünün kitap okuması, bilgili olması gerekmez. Yeterli sayıda vatandaşının medenî, kültürlü olması gerekir. Yeterli kelimesine lütfen dikkat buyurunuz. İşte bizde bu yeterlilik yoktur.

Fransa’da ortalama kitap tirajı 8000 adettir. Orada her yıl bazı kitapların her biri milyon civarında satış yapar.

Bizde hem tirajlar çok düşüktür, hem de basılan kitap çeşidi çok azdır.

Kitabı olmayan konular şunlardır:

– Fransızların Petit Larousse’u gibi mükemmel, zengin, etraflı bir Türkçe lügat kitabı,

– Resimli, mükemmel bir Türkiye coğrafyası kitabı,

– Türkiye’nin yakın tarihindeki ârızalar, hiyanetler, suikastler, dolaplarla ilgili en az iki yüz kitaplık bir seri,

– Ülkemizin millî geleneksel sanatlarıyla ilgili beş on ciltlik büyük bir eser,

– Mimarlık hazinelerimizi tanıtan bir külliyat,

– Krizlerimizle ilgili ciddî kitaplar. Türkiye niçin bir Japonya, bir Güney Kore, bir Taiwan, bir Singapur olamadı? Niçin bu kadar borca battık? Niçin korkunç bir kokuşma tufanı içindeyiz? Niçin bütün temel müesseseler çürümüş ve kirlenmiştir?..

Bunlar gibi daha çok konu var. Fikir vermek için bu kadarını sıraladım.

İnsanlarımız, okur-yazarlarımız, gençlerimiz bu kitapları okuyup aydınlanacaklar ki, ülkemizde fikir hareketleri başlasın, biraz temiz hava essin.

Medeniyetin, kültürün, ilerlemenin, zindeliğin bazı şartları vardır:

Merak: Türkiye meraksız bir ülkedir. Bizdeki meraklı sayısı çok azdır, gayet yetersizdir.

Hâfıza: Bizim toplumsal hafızamız yok denecek kadar kirlenmiş, güdükleşmiştir. Geçenlerde, 27 Mayıs darbesinden sonra haksız yere idam edilen Maliye Vekili merhum Hasan Polatkan için bir İstanbul camiinde mevlid okundu, beş on kişi dışında kimse gitmemiş. Edebiyata gelince mangalda kül bırakmayan hafızasızlar niçin gitmediler?

Dikkat: Bizde, medenî ve kültürlü bir toplum olmaya yetecek kadar dikkat de yoktur.

Tepki: Medenî ve kültürlü insanlar ve toplumlar yasal sınırlar içinde, itidalli bir şekilde, hikmete uygun olarak tepki gösterirler; iyiliği destekler ve teşvik ederler, kötülüğü köstekler ve engellemeye çalışırlar. Bizde bu da yoktur.

Bedevî, geri, yabancılaşmış toplumların ana değerleri şunlardır:

(1) Para ve menfaat: Para sanki din-iman olmuştur. Para kazanmak, zengin olmak, lüks bir hayat sürmek için kudurmuş gibi çalışırlar, insanı insan yapan asıl değerleri ayaklar altına alırlar.

(2) Yeme içme azgınlıkları: Bedevî bir toplum yaşamak için yemez, yemek için yaşar. Aslında hakikî bedevîler bile bu kadar kötü bir durumda değildir.

(3) Şehvet, cinsel zevkler: Sonradan görme, türeme, ne oldum delisi bir bedevî toplumda seks faaliyetleri ve temâyülleri çığırından çıkar. Böyle bir toplumun insanları birer “homo sexus” haline gelir.

(4) Gösteriş: Evler dayayıp döşerler, bu evlerin en geniş yeri salonlarıdır. Oralara pahalı mobilyalar ve eşya doldururlar. Sonra da bu mekanlarda sere serpe, rahatça, keyif sürerek oturamazlar. Çünkü beyinsizdirler. Salonları misafirler görsün diye dayar döşerler. Giyimleri, kuşamları, yemeleri içmeleri, otomobilleri hep gösterişe, caka satmaya, bende var takıntısına dayalıdır.

(5) Lüks hastalığı: Hiçbir eşyayı, aleti, vasıtayı ihtiyacına göre almaz. Mutlaka lüks olacaktır. Bu da bir bedevilik hastalığıdır.

Faydalı, değerli, kaliteli kitaplar, broşürler işte bütün bu hastalıkların ilacıdır. Kullandığım sıfatlara dikkat buyurmanızı rica ederim: Faydalı, değerli, kaliteli… Sırf para kazanmak için çıkartılan şişirme, yalan yanlış, kalitesiz kitaplarla köy olmaz kasaba olmaz, kültür olmaz medeniyet olmaz. İlle de faydalı, kaliteli, değerli olacak…

Günlük gazete okumakla, televizyon seyretmekle medeniyet ve kültür bakımından ilerleyemeyiz. Kitap kitap kitap…. Sadece almakla da iş bitmez.

1. Kitap alınmalı,

2. Alınan kitap okunmalı,

3. Okunan kitap anlaşılmalı,

4. Okunan ve anlaşılan bilgiler hayata uygulanmalı… 27 Eylül 2003