Çocukluğumda 1930’lu 40’lı yıllarda Türkiye’nin yüzde sekseni köylü idi; şimdi yüzde sekseninin şehirli olduğu iddia ediliyor, acaba öyle mi? Hayır, köylülük nisbeti daha da büyümüştür, ülkenin belki de yüzde doksanı “sâyelerinde” köylüleşmiştir.

Şehirlilik köylülük, şehirde veya köyde oturmakla ilgili bir kavram değildir. Bir kültür, bir zihniyet meselesidir. Adam köyde oturur, pekâlâ şehir kültür ve zihniyetine sahip olabilir; şehirde oturur bal gibi, kabak gibi köylü zihniyetine sahip bulunabilir.

Mesela şu adama bakınız. Köyden inmiş şehire, şaşırmış birdenbire, sonra toparlanmış ve haram helâl dememiş para kazanmış, zengin olmuş. Mutena semtlerden birinde lüks bir meskende yaşamaya başlamış. Mâzisini, kökenini düşünmek bile istemiyor. İliğine kadar lükse, sefahate, israfa batmış. Giyim kuşamına bakınız, marka fetişisti olduğunu hemen anlarsınız. Ucuz ve mütevâzı şeyler yese bizimki sanki geberir. Yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmez… Aklı fikri caka satmak, tafra atmaktır. “Dün Moon Light lokantasında böf ala stronogof yedik, üzerine peş melba ve köpüklü bir kapuçino…” Ulan dangalak! Kibar ve asil insanlar yedikleri yemekleri söylemez, hele bunlarla hiç iftihar etmez.

Şu yontulmamışa bakınız, rüzgârın kravatını ters çevirmesinden dolayı çocuklar gibi sevinip neş’eleniyor. Mendebur herif, rüzgârı aradan çıkart markayı yularının üst tarafına diktirt, her zaman, her yerde, herkes tarafından kolayca görülsün… 155 liralık kravat takıyormuş. Bin 155 liralık taksa ne olacak? “Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma…”

Herif su gibi para harcıyor, her ay milyarları pencereden savuruyor ama bütçesinde kitap, kültür, sanat konusunda beş kuruşluk tahsisat ve fon yoktur. Kitapsız, kültürsüz, sanatsız şehirli olur mu? Tabiî olmaz. Öyleyse bu herif şehirde yaşayan bir bedevîdir.

Lüks evinde her şey var. Bar var, iki kapılı buzdolabı var, derin dondurucu var, mikro dalga ördek kızartma fırını var, korkunç bir TV’si var, banyosundaki madenî aksam altınla kaplı, garajı uzaktan kumanda ile açılıyor, banyo jakuzi bir âlem. Bu evde bir şey eksik: Kitap yok, kütüphane yok, sanat yok. Bedevî bedevî bedevî! Zengin bedevî, beyinsiz bedevî, zilli bedevî!..

Bunların bazısı büyük hava paraları ödeyerek birtakım kulüplere üye kayd oluyor. “Dün kulüpte Kazım Sonradangörme ile beraberdik… Viski içtik, memleket meselelerini konuştuk. Kâzım son volisinden 300 milyon dolar vurmuş… Ha, biliyor musun, briç dersleri almaya başladım, ayrıca hergün fitnes kurslarına gidiyorum… Haftada üç gün de sauna kapatıyoruz arkadaşlarla… Herkese söylemem ama sen yabancı değilsin, Moldavyalı Marina ile hayatımı birleştirdim… Ha ha ha, hi hi hi, ho ho ho…”

Memleket bilhassa son otuz seneden beri yığın yığın, güruh güruh Türedi ile doldu. Zengin, bedevî, kitapsız, sanatsız, zevksiz, medeniyetsiz, kültürsüz, kütüphanesiz, ufuksuz, boyutsuz mendebur türediler… Onları lüks, pahalı, gösterişli otomobillerinde, etraflarına gurur ve kibir ile bakarken görmelisiniz. Birer Nemrud ve Firavun gibi büyüklenirler. Boş gururları bakışlarından anlaşılır.

Kendilerinden yüksek devletlilerin etrafında pervâneler gibi dönerler. “Sayın bakanım, sayın başkanım, sayın büyüğüm, sayınım…” Kitapları, kütüphaneleri yoktur ama ihalelere fesat karıştırmayı çok severler. Bazısı Müslüman geçinir, senede bir kere umre yapar. Onbir ay bir yığın halt yer, sürü sepet günah işler, sonra umreye gidecek ve hepsi affedilecek, bizimki anasından doğmuş gibi pir ü pak geriye dönecek. Bunların ne kadar Müslüman olduğu bu düşünce ve niyetlerinden anlaşılır.

Türkiye sanatı ile ilgili önemli bir sergi açılır. Bizim zengin bedevî türedilerden birini orada göremezsiniz. Mutlaka alınıp okunması gereken mühim bir kitap yayınlanır, bizim bedevî türedinin haberi bile olmaz. Kitap, kültür, sanat akılsız manyakların işidir. O bunlarla ilgilenmez. Paraya tapar, Dolara, Euroya tapar, lüks ve konfora tapar, gösterişe bayılır.

Hedonizmin de kategorileri vardır. Bizim bedevî, hedonistlerin en bayağısıdır. Güzel yemek yemenin adabı vardır, usûlü kuralı vardır, erkânı vardır, kültürü vardır. O bunların hiçbirine sahip değildir. Öküz gibi yer, domuz gibi yer, fil gibi yer. Onu bir kere, bir adamın 350 milyona yemek yediği lüks bir restoranda görmüşler. Niçin burada yemek yiyorsun diye sormuşlar.

– Valla, demiş, bunun ıstırabını ben de hissetmiyor değilim, lakin çok araştırdım, bundan daha pahalı ve lüks başka bir yer bulamadım da buraya düştüm, demiş.

Ona sormuşlar:

– Niçin kitap almıyorsun, kitap okumuyorsun, kütüphane kurmuyorsun?

– Hangi devirdeyiz be demiş, bilgisayarların, internetin, CD’lerin olduğu bir devirde tozlu ve küflü kitaplar okunur mu?

Yooo, bedevîlerin hepsi de bu anlattığım herif-i nâ-şerif gibi değildir. Kitaplısı da vardır. Vaktiyle birkaç kitap almış, bir yere koymuştur turşu kavanozları gibi. Her zaman kitap almaz, devamlı kitap okumaz. Onun kitapları veya kütüphanesi mostralıktır.

Bu memleket, bu devlet, bu halk ne çekiyorsa kitapsızlardan, sanatsızlardan, kültürsüzlerden çekiyor. Memleketin ve halkın bir yığın derdi var. Kitapsız bedevîler çare ve çözüm üretemiyorlar. Üretseler ne olacak? Saçma sapan çareler ve çözümler üretirler. Bize olan olmuş, bari yeni nesilleri, çocuklarımızı kurtarmaya çalışalım.

Kitaplı, sanatlı, kültürlü, medenî, gerçekten şehirli yeni nesiller yetiştirelim. Yedi yaşından itibaren çocuklarımıza kitap alalım, kitap sevgisi aşılayalım, onlara özel kütüphane kuralım. Nasıl kitaplar alalım: Öncelikle

faydalı

kitap alalım. Peygamberimiz “Ya Rabbi, faydasız ilimden Sana sığınırım” buyurmuştur.

İkinci şart, kıymetli olmasıdır. Üçüncü şart, kitabın kalıcı olmasıdır. Saçma sapan, gelip geçici güncel konular, dedikodular, fanteziler bir işe yaramaz. Kalıcı kitap bugün olduğu gibi bundan elli veya yüz sene sonra da değerini korur. Dördüncü şart kitapların elden geldiği kadar güzel olmasıdır. Çünkü kitap, bir bilgi vasıtası olduğu gibi bir sanat eseridir aynı zamanda.

Kitap almakla iş bitmez. Aldığımız kitapları okuyalım. Kuru kuruya okumakla bitmez, onlardaki bilgileri anlamaya, bellemeye çalışalım. Sadece anlamak ve bellemekle de iş bitmiyor: O bilgileri hayata tatbik edelim.

En güzel hediye faydalı, değerli, kalıcı kitaptır. Sevdiklerimize, tanıdıklarımıza (bütçemizin, imkânlarımızın müsaadesi nisbetinde) kitap hediye edelim. Lüks masraflarımızı kısalım, kitap alalım. Pirzola ve kaymak yemeyelim, onların yerine mercimek ve patates yiyelim, artan para ile kitap alalım. Şişirme kitap almayalım. Birtakım din baronlarını öven dalkavukça kitapları evimize sokmayalım. Peygamberimiz “Meddahların (çok öğücülerin) suratlarına toprak saçınız!” buyurmuşlardır.

Para kazanmak için çıkartılmış şişirme, yalap şalap, faydasız kitapları almayalım. Kitap alırken bilenlere soralım, bilmeyenlere sormayalım. Televizyonlardaki kötü, ahlâksız, kâfirane, fıska ve fücura dâvetiye çıkartan, günahları ve fuhşiyatı teşvik eden programları seyr etmeyelim, onlara harcayacağımız vakitleri kitap okuyarak, bilgilenerek, aydınlanarak değerlendirelim.

“Efendi hazretlerinin” tavsiye ettiği kitapları bir şartla okuyalım: Faydalı, kıymetli, kalıcı olmaları şartıyla… Zaten, “Efendi” gerçekten efendi ise fasa fiso kitap tavsiye etmez.

Müridlerinden para tırtıklamak için değersiz kitaplar çıkartan adama ben şeyh demem, mürşid demem. Müslümanlara “Müslüman kitapları” çıkartılıp takdim edilmelidir, “Cemaat kitapları” ile bir yere varamayız. Bir şey daha söyleyeyim: Bir cemaat başkanı, bir efendi hazretleri kendini pohpohlatmak için kitap çıkartıyor ve bunları büyük sayıda bastırtıyorsa o kişi kesinlikle büyük değildir. Büyükler böyle küçüklüklere tenezzül etmez.

Ellerimi ağzımın iki kenarına koyarak bağırıyorum: Kitap kitap kitap… Faydalı kitap… Kıymetli kitap… Kalıcı kitap… 01 Mart 2006