Kıyafet Konusunda Rezil Taklitçiliğimiz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Aralık 2018
İslâm dünyasında kıyafet ve serpuş konusunda korkunç bir yabancılaşma ve rezillik görülüyor.
Nice İslam ülkesi ve toplumu Batı kıyafetlerini yüzde yüz benimsemiş vaziyettedir. Bizi onlardan ayıracak millî bir serpuşumuz bile yoktur artık.
Hindistan Mecusileri bizim kadar mukallit değil. Onların devlet reisleri, başbakanları, önemli adamları millî Hint kıyafetleri giyiyor, kadınları sariye bürünüyor.
Müslüman din adamlarının, fakihlerinin, şeyhlerinin, imanlı ziyalıların islamî kıyafet, tesettür ve serpuş üzerine eğilmeleri, çare ve çözümler aramaları zaruret haline gelmiştir.
Eskiden bu konular serbestçe müzakere edilemiyordu. Şimdi hürriyet var.
Osmanlılarda olduğu gibi millî bir serpuşumuz olması şarttır. İslam terbiyesinde, görgüsünde, edebinde, kültüründe erkeklerin başlarının daima bir serpuş ile örtülü olması gerekir.
Başı açık olmak, gezmek İslam’a göre ayıptır, terbiyesizliktir.
Laik bir düzende istemeyenlere baskı ve zorlama yapılamaz ama Müslümanlar bu konuda eğitilmelidir.
Cep telefonuna, lüks arabaya, faydasız mobilyalara, israflı tıkınmalara verdiğimiz önemi islamî kılık kıyafete, serpuşa vermiyoruz.
Kadın tesettürü konusunu birtakım tesettür bezirganları mıncıklamışlar, dejenere etmişlerdir. Ortaya, islamî ve şer’î tesettür yerine şeytanî bir Süslüman tesettürü çıkartılmıştır.
Bendeniz Müslüman erkeklerin bundan üç yüz sene önceki Yeniçeri veya Bostancı kıyafetlerine bürünmesini teklif etmiyorum. Çağa uygun islamî kıyafet ve serpuş istiyorum.
Müslümanlar, İmam-Hatip mekteplerini de sulandırdılar. Keşke bunların yanında birkaç İslam güzel sanatlar lisemiz, İslam kılık kıyafet ve serpuş kolejimiz, İslam mimarisi meslek lisemiz de olsaydı.
Çinde, yüz milyonun üzerinde Müslüman yaşadığı rivayet ediliyor. Orada bir camiye gittiğiniz vakit bütün cemaati takkeli, taylasan sarıklı görürsünüz. Bizde ise cuma namazlarındaki cemaate bakınız. Başı örtülü olanlar yüzde beş…
Osmanlıların 19’uncu asırda giydiği İstanbul’a dönebilir miyiz?
Müslümanların Paris’te, Milano’da, New York’ta, Tokyo’da yüksek moda tahsili yapmış elemanları var mıdır?
Öyle yeni moda kıyafetleri çıkartmalıyız ki, gayr-i müslim dünya onlara hayran kalsın ve taklit etsin.
Hayatın her dalında İslam’a, aslımıza rücu etmeliyiz (dönmeliyiz).
Bugünkü uygar bedeviliği terk etmeliyiz.
Kadın tesettürünü mıncıklama, bezirganlığa alet etme şeytanî çığırına son vermeliyiz.
Şifahî kırsal kesim Müslümanlığından medenî yazılı Müslümanlığa dönmeliyiz.
Kılık kıyafette o kadar güzel ve haysiyetli olmalıyız ki, Batılılar bizi taklit etsinler.
Ciddî elemanlardan oluşan erkek kadın çocuk kıyafet ve tesettür enstitülerimiz kurulmalıdır.
Afrika’daki, Asya’daki, mazideki Müslümanlardan ibret almalıyız.
Bundan üç yüz sene önce Osmanlı mülküne, İstanbul’a gelen yabancılar Müslümanların kıyafetine, serpuşlarına hayran kalıyordu. O günlere dönmeliyiz.
Bugünkü taklitçilik, işporta kültürü bizi kültür bakımından esir rezil rüsvay eder.
Bu konuda bir hizmet teklifi gelirse, ücret almamak ve verilirse kabul etmemek şartıyla kabul eder ve elimden geleni yaparım.
İslamî kıyafet, tesettür, serpuş meselesini hemen paraya, ticarete, bezirganlığa, şahsî menfaate alet etmek isteyen sömürücüler sakın müracaat etmesin.
Osmanlı Devlet-i aliyyesinin Muhteşem Süleyman’ı neyse, Abbasî Hilafetinin Harunü’r-Reşid’i de odur. İmam Süyutî’nin dediği gibi “Harun Reşid devri, tümüyle hayırdı, o günler düğün günleri gibi güzeldi.” (Tarihu’l-Hulefa). Hilafeti 23 yıl küsur ay sürmüştür. Öldüğünde 45 yaşında idi.
Birkaç sene dışında, Halifeliği esnasında bir sene hacca, bir sene cihada giderdi. Günde yüz rekat namaz kılardı. Bir defasında yaya olarak Bağdad’tan Haremeyn’e yürüyerek gitmiştir. Tarih boyunca hiçbir Halife böyle haccetmemiştir.
Hacca gittiği vakit fakihlerden ve onların çocuklarından binlerce kişiyi beraberinde götürürdü. Hacca gitmediği yıllar, bol yol harçlıklarını vererek ve güzel elbiseler giydirerek üç yüz kişiyi hacca gönderirdi.
Para ve mal dağıtmak hususunda ondan cömert bir Halife görülmemiştir. Onun huzuruna çıkan ve kendisine ihsan edilmesi gereken hiçbir kimse eli boş dönmezdi. Fakihleri alimleri tutardı, edebiyata ve şiire meraklıydı. Kendisi de alim, edib, fazıl bir zattı. Onun devleti devletlerin en âdili, en güzeli, en vakarlısı, en parlağı, en hayırlısı ve alan olarak en genişiydi. Etrafında büyük alimler, bilgeler, edipler, şairler, nedimler, vezirler toplanmıştı. Hiçbir sultanın onunki kadar kültürlü bir çevresi olmamıştır.
Bir gün sarayında mükellef bir sofra hazırlatmıştı, hayli davetli çağırmıştı. Oradaki edib ve şair zatlardan birine “Bu dünya nimetlerinden bize ihsan olunanlarla ilgili bir şeyler söyleseniz demişti. Edib zat ona “Sana nasip olan bunca nimetin içinde yüksek sarayların gölgesinde selametle yaşa” demiş, Reşid “Güzel söyledin, devam et” deyince o şöyle devam etmişti:
“Göğüs hırıltıları içinde son nefeslerini verir ve ruhun bedeninden çıkarken, dünyanın bir aldanma yeri olduğunu kesin şekilde anlarsın” deyince Halife ağlamaya başlamıştı. Orada bulunan Fazıl bin Yahya, “Emirülmü’minîn sana adam gönderip davet etti, ta ki onu sevindirip neş’elendiresin. Sen ise onu üzüp ağlattın…” deyince “Harun “Ona bir şey deme. O bizi mânevî körlük içinde gördü de bu durumda daha fazla kalmamızı istemedi” dedi.
Harun alimlere büyük hürmet ederdi. Bir gün iki gözü görmeyen âma Ebû Muaviye ed-Darir ile birlikte yemek yemişlerdi. Darir “Yemekten sonra biri elime ibrikle su dökmüştü” diyor. Halife seslenmiş, “Ey Eba Muaviye! Eline su dökenin kim olduğunu bilmiyor musun?” Ben “Hayır bilmiyorum” cevabını verdim. Bunun üzerine “Bendim” dedi. Ona “Ey Emirelmü’minin! Sen bunu ilmi yüceltmek için yapıyorsun” demiştim, o evet cevabını vermişti.
Harun Reşid’in vezirleri cömertlikte, keremde, siyaset ve kiyasette benzeri görülmemiş Bermekilerdi.
Baş kadısı İmam Ebu Yusuf’tu.
Zevcesi çok hayırlı bir hanımdı. Mekke’nin suyu kesilince oraya su getirtmişti.
Bağdad o devrin en medenî şehriydi. İlim, irfan, sanat. kültür, dinarlık yuvasıydı. Abbasî devletinin tacirleri dünyanın her yerinde ticaret yapardı.
Hazine doluydu. Herkes nasibini alırdı.
Harun Reşid tahta çıkınca, eski medrese arkadaşı İmam Malik hazretlerine bir mektup göndermiş, herkes geldi cülusumu tebrik etti, onlara ihsanlar verdim, sen benim eski arkadaşımsın, senden bir haber yok diye yazmıştı.
İmam Mâlik bu mektubun arkasına çok ağır bir cevap yazdırmış, dağıttığın ihsanlar Beytülmaldendir, senin değildir diye kınamış; alimler Sultanların huzuruna gitmez, sen istersen medresemize gelebilirsin demişti.
Cevap Harun’a ulaşınca okumuş ve çok ağlamıştı. Zaman zaman çıkartır, tekrar okur ve ağlardı. 09.08.2015