Perşembe

 

İstanbul Şile arasındaki yeni yol mükemmel, otomobil adeta kayarcasına yol alıyor, hiç sarsıntı olmuyor. Yollar ne işe yarar? Öncelikle iktisadî faaliyetler için kullanılır. Ürünler ve ticarî mallar taşınır. Şile yolunda böyle bir faaliyet görülmüyor. Köylerden şehre minare gibi odun yığılı kamyonlar gidiyor. Bir kısım halkın ormanları keserek geçinmeye çalışması ne kadar yanlış bir iş.

Kırsal kesimde herhangi bir ziraî işletme görülmüyor. Hayvancılık, sütçülük, peynircilik, arıcılık faaliyetleri yok denecek kadar az. Arada bir “Mangal et”, “Salim’in Yeri”, “Bıldırcın bulunur”, “Gözleme ayran” gibi kır lokantası levhalarına rastlıyoruz. Bunlara iktisadî faaliyet denilebilir mi?

Üvezli köyü civarında yol kenarında gözlemeciler var. Başörtülü ve köylü hanımın gözleme lokantasına giriyoruz, üç kişi ikişer gözleme yiyor, ayran içiyoruz. Hesap on iki buçuk milyon lira. Hanımla yaptığımız yarenlikte, bazı gözlemeci kadınların daha fazla ticaret yapabilmek için başlarını açmış olduklarını öğreniyoruz.

Devlet bazı köylere betonarme köy konakları yaptırmış. Alt kat kahvehane olarak kullanılıyor, üst kat düğün salonu.

Son birkaç yıl içinde çok büyüyen bir köyün yakınından geçiyoruz. İkibin beşyüz yeni lüks villa yapılmış. Ünlü bir siyasetçinin yeğeni olan belediye başkanı çok zengin olmuş, bankalarda yedi milyon doları birikmiş… Villalar nizamlara aykırı olarak inşaa edilmiş…Falan filan.

Türkiye genellikle üretken bir ülke değil, halkımız tüketmek, çok tüketmek istiyor. Üretmeden nasıl tüketecek. Ülkenin kanı iliği kurudu.

Küçük bir köyde namaz kılıyoruz. Hayret, cemaatin içinde bir okul çocuğu var. Bakkaldan ona, namaz kılmasına mükafat olarak bir çikolata alıp veriyorum.

Üç bakkaliyesi, dört kahvesi olan mamur bir köyden geçerken, yakındaki şehirden öğrencileri evlerine getiren servis arabasından mini etekli köy kızlarının indiğini görüyoruz.

En küçük bakkal dükkanlarında ve kahvehanelerde bile boyalı, aromalı Amerikan meşrubatı bulunuyor ama köy yoğurdundan yapılmış bir bardak ayran bulamazsınız içmeye.

Halk sakin ve bezgin. Yüz kilometrelik güzergahımız boyunca acele acele yürüyen bir kişi bile göremiyoruz. İşler, yürüyüşler, hayat aheste beste…

Bir yerde kurala aykırı bir manzara görüyoruz. Başı örtülü yeldirmeli bir köylü kadını hem ineklerine göz kulak oluyor, hem de elindeki şişle yün örüyor. Bu kadın hangi çağdan kalmış?

Köy evlerinde başköşede televizyonun yanında kocaman müzik setleri var. Üzerlerine işlemeli örtüler örtmüşler. Stereo müzik seti köyde ne işe yarar?

Tarlalar boş, bağlar ve bahçeler bakımsız. Tahıl, meyve, sebze ziraati can çekişiyor.

Birçok ülkede tarlalar buldozerle kazılıyor, arteziyen suları ile sun’î göl haline getiriliyor ve sazan balığı yetiştirilip para kazanılıyormuş. Biz dolaştığımız yerlerde böyle bir balık tarlası hiç görmüyoruz.

Camilerde genç cemaat yok. Köy gençleri güzel giyinmeyi, Marlboro sigara içmeyi seviyor. Askerden yeni gelmiş bir gençle köy kahvesinde sohbet ediyoruz. Civardaki fabrikalarda iş bulamadığından şikayetçi. Tarım, hayvancılık, arıcılık, el sanatları gibi bir iş yapmak istemez misin diye soruyoruz. Kesinlikle istemem, ben sigortalı, emeklilikli iş arıyorum diyor. Köy kızları artık köyde kalan, tarım ve hayvancılık yapan gençlerle evlenmek istemiyorlarmış. İlle de şehir, ille de şehir. Kalorifer, bulaşık makinesi, müzik seti…

Bazı yerlerde villalar yapılıyor. Müteahhit bir tarla satın almış, villalar kondurup satacak. Villalar yan yana, sıkışık nizam, birinin penceresi öbürünün yatak odasının içine bakıyor. Kırsal kesimde yazlık olarak kullanılacak bu binalar niçin birbirinden mesafeli bir şekilde inşaa edilmiyor?

Bazı yerlerde orman içinde hayli kestane ağacı varmış. Bir yere kestane şekeri ve püresi üreten küçük bir atölye kurulamaz mı?

Yüksek yerlere şeytanın boynuzu gibi cep telefonu antenleri dikmişler. Herkes cep telefonu almış. Pek az lüzümlu, pek çok lüzumsuz konuşuyorlar.

Almanya’yı düşünüyorum. Her tarafı otoyollarla dolu, kamyonlar üretilen malları taşıya taşıya bitiremiyor. Yollar yetişmediği için kanallarla, demiryolları ile de taşıma yapılıyor. Türkiye Almanya’nın tam tersi.

Elektrik heryere götürülmüş. Aydınlanmak, ev cihazları, bazen ısınmak için kullanılıyor. Atölye, imalathane, üretim yeri yok. Elektrik aydınlanmaktan, televizyon seyretmekten, buzdolabı çalıştırmaktan başka işler için de kullanılmalı değil mi?

Bazı köylerde şehirlilere tarlalar satılıyor, villalar yapılıyor. Tarla paraları ne yapılıyor? Oğlunu veya kızını evlendiriyor. Eski evin yerine beton bir ev dikiyor. Otomobil falan alıyor. Sonra para bitiyor ve kara kara düşünmeye başlıyor.

Kocaeli yarımadası Hollandalıların, Finlandiyalıların, Taiwan Çinlilerinin elinde olsa kimbilir ne harikalar meydana getirirler.

Eskiden tavşan, keklik gibi hayvanlar bu bölgede çokmuş. Şimdi avcıların sayesinde nesilleri tükenmiş. Sadece bol yaban domuzu, tilki, çakal kalmış.

Ormanlık bir yerde karşıdan karşıya bir kirpi geçiyordu. Hayvanı ezmemek için durduk. Karşıya sâlimen geçti, biz de yolumuza devam ettik. Merhamet etmeyene merhamet edilmezmiş.

Yorgun argın bağ evime geldik. İçeriye girdim ki, ev yangın yeri gibi. Hırsız girmiş, çekmeceleri açmış, her şeyi yere atmış, kitaplarım kağıtlarım alt üst olmuş. Çok da yorgunum, ortalığı nasıl temizleyeceğim? Bari güzel bir çay yapayım da içeyim dedim. Hırsız cenapları çaydanlığı ve demliği de götürmemiş mi?

Mantar toplayan bir köylü sık şimşir ağaçlarının arasında bir çadır bulmuş, jandarma geldi, benim eşyam çadırdan çıktı. Tabiî hırsız sırra kadem basmıştı. Ertesi gün çaydanlığı güzelce yıkadım, şartladım, çayımı yapıp içtim.

Ziraat, hayvancılık, arıcılık, fidancılık, iktisadî faaliyetler iç açıcı olmasa da kırlık yerlerin tadına doyum olmuyor. Hava tertemiz, su nefis, her yer yeşillik. Gece sabaha kadar bahçemde bülbüller öttü. Çimenler, çiçekler…

Evin pencerelerine demir parmaklık yaptırmam gerekiyor. Hırsız şerrinden pencerelerim hapishane penceresine dönecek. 03 Mayıs 2002