Kokuşma Bataklığı Kurutulmadıkça Türkiye Kurtulmaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 30 Aralık 2018
Cuma
Kokuşmayı bitirmedikçe Türkiye düzelmez ve temizlenmez. Norveç ve Finlandiya kadar olmasa bile, 10 üzerinden 7 veya 8 olmalıdır şeffaflık notumuz. Ülkemizi uzun yıllar boyunca yüksek ve müzmin enflasyonla çürüttüler, temeli sarsılmadık kurum bırakmadılar. Enflasyon sadece iktisadı ve finansı çökertmekle kalmaz, bir bedendeki aşırı şeker gibi bütün organları, tüm dokuyu çürütür.
Son 25 yıl içinde bir sürü banka soyuldu, milyarlarca dolar götürüldü. Faturası devlete, halka, ülkeye çıkartıldı.
Hangi taşı kaldırsanız altından pislik çıkıyor.
PKK terörünün gölgesinde korkunç, dudak uçurtacak miktarda uyuşturucu, silah, cephane kaçakçılığı yapıldığı iddia ediliyor.
Türkiye soyuluyor soyuluyor bin kere soyuluyor. Korkunç miktarda kara para birikimi var. Rant rant rant… Haram haram haram…
Sonra da “Efendim demokrasi gelecek…” nutukları. Bu kadar pislik, bu kadar kokuşma içinde demokrasi gelmez, gelse de yaşamaz.
Üniversitelerde başörtüsü serbest kalırsa Türkiye batar diye yırtınan şu gazeteye bakınız. Bu yaygaraların samimî olduğunu sananlar ne kadar saftır. Bunların ardında petrol işleri, akaryakıt rafineleri, çok kıymetli arsalar ve daha nice dalavere var.
Birtakım çeteler de orman kanununun çıkmasını bekliyor. Kanun çıkar çıkmaz İstanbul civarındaki ormanlık ve çalılık arazide binlerce site inşa edilecek ve yekûn olarak on milyarlarca belki de yüz milyarlarca kazanç sağlanacak.
İzmit körfezinde bir köprü yapılacakmış. Bu köprünün iki ayağının nerelerde olduğu gizliymiş ama birileri öğrenmişler ve oralardaki tarlaları, araziyi çok ucuz fiyatlara satın almışlar. Buraları yapılaşmaya açık hale getirtmişler. Bu spekülasyonlardan bire 100 kazanacaklarmış.
Lüks, israf, sefahat almış yürümüş. Eskiden dinsizler sefih idi. Şimdi bir kısım Müslümanlar da çok bozuldu. Birileri o hale geldi ki, beş yıldızlı otellerde yatmayı zül sayıyor, yedi yıldızlıdan aşağı inmiyorlar.
Birtakım Müslüman hanımlar, bir kadın çorabının 400 liraya satıldığı süper lüks mağazalardan alış veriş ediyormuş.
Müslüman bir ülkede para en büyük değer haline gelirse orası batar.
Şu sahtekâra bakınız: 11 ay her günahı işleyecek, sonra bir iki haftalığına umreye gidecek ve bütün günahlarından arınıp tertemiz dönecek. Var mı İslâm’da böyle şey?
Birtakım İslâmcılar, bir dinsiz yolsuzluk yapınca feryadı basıyor, bir İslâmcı yapınca sus pus oluyorlar, hiç sesleri çıkmıyor. İslâmcının hırsızlığına, yolsuzluğuna daha fazla bağırmak gerekmez mi? Niçin susuyorlar?
Hizip, cemaat, grup, klik ayrılıkları yüzünden birtakım sahte dindarlar iman kardeşlerinin neredeyse gözlerini oyacak. Böyle bir İslâm toplumu iflah olur mu? Dinimiz olumlu uyarılara ve tenkitlere izin veriyor ama İslâm kardeşliğinin tahribine izin vermiyor.
Medyası bozuk olan bir ülke kesinlikle düzelmez.
Ribanın yaygın olduğu Müslüman bir ülke batmaya mahkumdur.
Emanetler ehline verilmezse büyük çöküşe hazır olun.
İslâm’ın temel farzlarından biri de istikamet yani doğruluk ve dürüstlüktür.
Şunların gayelerine bakınız: Çok ama çok para kazanacak… Çok lüks bir meskeni olacak… Çok lüks bir yazlığı… Çok lüks bir otomobili… Çok lüks bir hayat sürecek… Lüks yaşayacak, lüks geberecek… (Vaktiyle lüks Nermin adında bir karı vardı!..)
Başlıca amaçları bunlar olanların dini İslâm mıdır, yoksa Lüks Dinine mi bağlıdırlar?
Yeterli hürriyet olduğu halde, ülkemizde niçin bir “Yeniden İslâmlaşma” seferberliği açılmıyor?
Niçin halk kütleler halinde namaza ve cemaate davet edilmiyor?
Niçin ihlas, istikamet, emanetlerin ehline verilmesi, kanaatli bir hayat sürülmesi, ribadan ve bey’ bi’l-bâtıldan uzak durulması, ahlâklı ve faziletli olunması konusunda yoğun bir kampanya başlatılmıyor?
Niçin müzminleşmiş ve yoğunlaşmış din sömürüsü bataklığı kurutulmuyor?
Müslümanlar sadece yaptıklarından değil, yapabilecek imkânları olduğu halde yapmadıklarından da sorumludur.
Para var, imkân var, hürriyet var, fırsat var ve biz bir yığın hizmeti yüz üstü bırakmışız.
Sayıca çoğunlukta olan Müslümanlar vasıf olarak da üstün ve güçlü olsalar bu kadar hakarete ve zillete duçar kalırlar mıydı?
Evet biz Müslümanlar ne zaman doğru dürüst Müslüman olacağız?
Niçin yazıyorum?.. Biliyorsunuz bendeniz profesyonel bir gazeteci değilim, amatörüm… 50 yıldır bu işin içindeyim. Bir sarı kartım bile yok. Vaktiyle İstanbul’da iki günlük gazete çıkardım. Başımdan bir sürü macera geçti. Mahkemeler, hapishaneler, sürgünler… 2000 yılında aleyhimde açılan bir dâva hâlâ sonuçlanmadı. Mahkeme beraat ettirdi, savcı dosyayı tekrar Yargıtay’a göndertti…
Niçin yazıyorum?..
Para ve geçim için değil. Maaş ve ücret almıyorum.
Hiçbir siyasî emelim yoktur.
Şahsî nüfuz, prestij, şöhret… İstemem. Kendimi beğenmiyorum. Niçin?.. Çok nâçiz ve mütevazı da olsa küçük bir hizmet yapabilirim ümidiyle yazıyorum.
Hangi değerlere hizmet?
Önce İslâm’a. İslâm benim için mutlak gerçektir.
Sonra ülkeme, halkıma, devletime hizmet etmek isterim.
Niçin hizmet?.. Âhiret azığı olsun diye…
Çok küçük de olsa bir hizmet edebiliyor muyum? Bendeniz öyle zannediyorum.
Bu yazılarımdan başka hizmetler de edebilirim. Galatasaray Lisesi ve Mekteb-i Mülkiye (Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezunu, gün görmüş, tecrübeli bir kimseyim; elbette (küçük ve nâçiz de olsa) bazı hizmetler yapabilirim. Lakin yapamıyorum. Müslümanlar cemaatlere, fırkalara, hiziplere, gruplara, kliklere ayrılmış. Hizmet etme fırsatı ve imkânı bulabilmek için ruhumu, vicdanımı, kalemimi satmam veya kiralamam gerekecek, işte onu yapamam. Öyle bir ortam içindeyiz ki, ücret ve maaş almaksızın bile hizmet edemezsiniz. Üste para verseniz yine hizmet ettirmezler. Önce ruhunu bize sat… Niçin satacak mışım?
Millî Gazete’deki yazılarıma 1991’de başladım. İrili ufaklı beş binden fazla yazı. Bunların çoğu çare, çözüm, teklif yazılarıdır. Bir kısmının kalıcı olduğunu sanıyorum. Müslümanlara, ilgililere, imkanı olanlara, sorumlulara, elinde fırsat olanlara neler teklif etmedim ki?
Müslümanlar ve cam sanatı… El yapımı kağıt sanatı… Toprak mimarîsi (Güneşte pişirilmiş kerpiçten ucuz ve tabiî binalar yapmak)… Müslümanlara giyim, kuşam, serpuş tasarlayacak bir enstitü… Müslümanların büyük bir bilgi bankası kurmaları… Tesettür enstitüsü… Mimarîsi düzgün ve sanatlı camiler… Her eve orijinal bir Hilye levhası… Her eve özel bir kitaplık… Geleneksel el sanatlarımızı ve zanaatlarımızı teşvik edip yayarak bir milyon vatandaşa doğrudan doğruya veya dolaylı iş ve aş kapısı… Osmanlıcayı halka ve bilhassa gençliğe öğretmek için bir kampanya açılması (Kur’an okumasını bilen bir kişi bir saatte okumaya başlıyor, sonra bütün bir ömür çalışıp devam ettirmesi gerekir)… Evlerimizin salonlarını Müslümanca ve millî bir şekilde döşemek… Fütüvvet teşkilatının ihyası, fütüvvet ahlâkının topluma hakim kılınması… Daha neler neler.
Yazılarım taransa böyle yüzlerce teklif, çare, çözüm bulunur.
Küçük hizmetlerimden biri de Sabataycılık konusunun tekrar gündeme gelmesidir.
Yüzlerce çare ve teklifim geniş kütleyi, Müslümanları ilgilendirmedi. Herkes bir cemaatin, fırkanın, hizbin özel dairesi, fildişi kulesi, gettosu içine girmiş, onun dışındaki konularla ilgilenmiyor.
Bazen militan Müslümanlardan şiddetli tepkiler geliyor. Hattâ sövüp sayanlar bile var. Benim isim vermeden yaptığım tenkitler onların din-başlarına dokunuyormuş… Çok öfkeleniyorlar.
Müslümanların Ehl-i Sünnet, yani Kur’an, Sünnet ve icmâ-i ümmet dairesi, cadde-i kübrası içinde bulunup öyle hizmet etmelerini teklif ediyorum. Bu yüzden de bana kızanlar çok. Cemalüddin Efganî hakkındaki yazım dolayısıyla hayli sövgüye mâruz kaldım.
Dinlerarası diyalog ve hoşgörü taraftarları da bana çok kızgın ve kırgın…
Benim namaz ve cemaat hakkında ne kadar propaganda yaptığımı devamlı okuyucularım bilir. Vaktiyle BUGÜN gazetesini yayınlarken (1966-71) toplu sabah namazları tertiplemiştim. “Namazı Dosdoğru Kılmak” adlı bir kitabım da var. Geçen sene, her kesimden Müslümanların katıldığı bir namaz toplantısı yapılmış, bendenizi çağırmadılar. Namazla ilgili kitaplar listesine benim kitabımı almamışlar. Şikayet için söylemiyorum, bilmeniz için yazıyorum. Bu yüzden fitne fesat çıkartacak değilim.
Bazı zamane tesettürlülerın acayip, rengârenk, düttürü Leyla rüküş kıyafetlerini tenkit ettiğim için de hayli düşmanlık kazandım.
Haram para yiyen, Şeriatın yasakladığı kötü işleri yaparak servetlerine servet katanlar bendenizi bir kaşık suda boğacaklar.
Artık yaşlandım, daha ne kadar yazabilirim bilmiyorum. Hayli projem var. Kaç tanesini hayata geçirebilirim onu da bilmiyorum. Bu projelerden biri şudur:
Topkapı Sarayı kütüphanesinden mi olur, Süleymaniye’den mi, yazısı şaheser bir Yâsîn’i, meâliyle birlikte çok güzel, çok müzeyyen (sanatlı, süslü) bir şekilde bir cüz halinde bastırmak, bir kısmını bedava dağıtmak, bir kısmını dağıtmak isteyenlere maliyetine vermek. Bu cüzü okuyanlar çıkarsa, tilavetlerinden inşaallah bendeniz de yararlanırım, bir sadaka-i câriye olur.
Son yıllarda on küçük broşür yayınladım. Misyonerler aleyhinde 4 broşür… Diyanet’in iki tesettür fetvası… Kâfirler de cennete girecek iddiasına reddiye… Müslümanın 24 Saati Nasıl Geçmelidir?.. ve saire… İsteyenler maliyet fiyatına alıp dağıtacaklar. Bu broşürler pek ilgi ve rağbet görmedi… Malum… Cemaat meselesi… Şöyle bir kitapçık yazsaydım: “Pek muhterem, pek yüksek, pek mehdi, pek saygın Hazretü’l-Hazret Filânüddin Efendi hazretlerinin büyüklüğü, yüceliği, yanılmazlığı falan filan…” Yüz binlerce nüsha basılır, imza günleri tertiplenir, sevgi ve tebrik öpücüklerinden yüzüm tükürük içinde kalırdı. Tükürükler ikidir: Hakaret tükürüğü… Sevgi tükürüğü… Bendeniz ikisini de istemem. Tercih etmek gerekirse, ruhumu ve kalemimi satarak sevgi tükürükleri içinde boğulmaktansa, sövgü tükürükleri içinde boğulmayı yeğ bulurum.
Hiç kimseden şikâyetçi değilim. Herkese selamlar, sevgiler. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper, hayırlı dualarınızı beklerim… 22 Mart 2008