Kokuşma Tufanı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Salı
Dostlarımdan beş kişinin başları belâdaydı, kara kara düşünüyorlar, “Bu bâdireden nasıl kurtulacağız?” diye çare arıyorlardı. Aslında bir suç işlememişlerdi ama dolaylı olarak bulaşık bir işin içindeydiler. Dayak yeme, işkence görme ihtimali de vardı. Onlar bu gibi şeylere alışık değildiler. Tam bu sırada ziyaretlerine biri geldi, “Ben sizi kurtarırım” dedi. Sadece elli bin dolar istiyordu. Otuzbeş milyar liradan fazla bir meblağ. Nakit olarak bu kadar paraları yoktu. Haber saldılar, ne edip ettiler ve her biri onar bin dolar fidye (kurtuluş) akçesi bularak belâdan kurtuldular.
Bu anlattığım iş yeni olmuştur. Yirmi sene önceki başka bir hikayeyi de anlatayım. Tanıdığım biri bir dairede bilgisayar kullanıyordu. Birtakım adamlar geliyor, özel görüşmek istediklerini söylüyor, “Bizim borcu sil” veya “Benim hesaptan bir veya iki sıfır atıver” diye tekliflerde bulunuyorlardı. Tabiî ki, karşılığını yâni rüşveti vereceklerdi. Tanıdığım kişi ehl-i namus, dindar, vatansever bir kişiydi. Bu teklifleri kabul etmedi. Onu sıkıştırdıkça sıkıştırdılar ve sonunda “Lânet olsun!” diyerek istifa etmek mecburiyetinde kaldı.
Bu anlattığım iki hadisedir. Ancak bunlar birer istisna değildir. Pislik tufanı bütün memleketi istilâ etmiştir.
Kokuşma, rüşvet, haksızlık, hortumlama almış yürümüştür. Hiçbir ülke, hiçbir toplum hiçbir devlet böyle bir durumda sağlıklı olarak yaşayamaz.
Eskiden rüşvet ve bozukluk yok muydu? Elbette vardı. Vardı ama, zehrin panzehiri de vardı. Kötülüklerin bir limiti vardı. Kötülerle ve kötülüklerle savaşan, onları engellemek için uğraşan güçler vardı. Şimdi kötülüğün mutlak hâkimiyetinin, saltanatının hükümranlığı vardır.
Memurun maaşı azmış da bu yüzden bazıları rüşvet almak zorunda kalıyormuş; maaşlar yetecek miktara çıkarılırsa rüşvet ve kötülük de kalkarmış. Siz buna inanıyor musunuz? Namuslu olan az parayla geçinmeye çalışıyor, borçlansa da, zaman zaman büyük darlığa düşse de asla haram yemiyor, şerefine gölge düşürmüyor.
Yiyenlere gelince: Onlar bir müddet sonra bu işin mübtelâsı oluyor. Ayda milyarlar vursa yine doymuyor. Sonunda kudurmuştan beter bir hale geliyor.
Rüşvet, suiistimal, irtikâb paraları nerelere harcanıyor? Kimisi mal mülk alıyor, kimisi içkiye harcıyor, kimisi şehvetini haram yollardan tatmine çalışıyor.
Eroinin, kokainin sınırı yoktur. Bunlara mübtelâ olanlar bir müddet sonra kudurmuşa dönerler ve hiçbir şey kendilerini frenleyemez. Rüşvetçiler, hortumlayıcılar da öyledir.
Eskiden bunların önündeki en büyük engel din idi. Yakın tarihimizde din baltalandı, genç nesillere ahlâk terbiyesi verilmedi; azgınlık, hedonizm, dünyaperestlik teşvik edildi ve sonunda bu pislik tufanı meydana geldi.
Ben açık konuşan bir insanım. Günümüzde İslâmcı, dindar geçinen bazı sahtekârlar ve namussuzlar vardır ki, onlar da yüce İslâm dininin ve şeriatinin yasakladığı günahlara, suçlara batmışlardır. “Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende bazı gayr-i meşru işleri yapmak caizdir… Bize haram olan, cemaate (hükmî şahsiyete) haram olmaz… Kötü düzeni yıkmak için kuvvetlenmeliyiz…” gibi şeytanî kuruntularla birtakım haram işlerin, yapıldığını duyuyoruz. Herif İslâmcı, aldığı maaş belli, peki bu kişi her sene elli milyar liralık bir mülkü nasıl satın alıyor?
Geçenlerde gülünç, gülünç olduğu kadar da vahim ibretli bir hadise oldu. İşinden alınmak istenen bir müdür, “Beni kimse yerimden oynatamaz, hele bir almaya kalksınlar, ertesi gün bir basın toplantısı tertipler ve damı başlarına yıkarım…” diyerek tehdit etti. Baktılar ki, iş sıkı, “Sen bize lazımsın, yerinde kal” dediler.
Adam birkaç sene içinde yüzlerce trilyon liralık bir parayı zulaya koydu. Nasıl koydu? İhracat, ithalat, üretim, ziraat, ticaret, hizmet yaparak mı? Nerede gezer. Götürerek.
Velhasıl kokuşma, rüşvet, suiistimal, hortumlama, haram yeme bütün bünyeyi sarmıştır. Çalmayan, çırpmayan, rüşvet almayan, haram yemeyen kimseler başımın tacı olsun. Ben yiyenlerden, götürenlerden, rüşvet alanlardan bahsediyorum.
Bir ara büyük bir skandal patlak vermişti. Bir takım adamlar kurtulmasını, paçalarını sıyırmayı bildiler. Nasıl? Kesenin ağzını açarak.
Peki bunca kötülük nasıl önlenecektir, bunlarla nasıl mücadele edilecektir?
Anayasa değiştirilsin, her şey düzelir… Ne ahmakça bir çare ve çözüm. Sadece anayasayı değiştirerek yüzde bir düzelme bile sağlanamaz.
Değiştirilmesi, düzeltilmesi gereken çok şey var:
Birincisi: Resmî ideoloji kaldırılmalı, onun yerine evrensel ve transandantal değerler getirilmelidir.
İkincisi: Din-rejim çatışması ortadan kaldırılmalı, iki gücün barışması sağlanmalı, uyum içinde memleketi ve halkı kurtarmak için işbirliği yapması temin edilmelidir.
Üçüncüsü: Millî kültür, kimlik, kişilik desteklenmelidir.
Dördüncüsü: Cumhuriyet fazilet temeli üzerine bina edilmiş bir rejim demektir. Fazileti hakim kılmak gerekir.
Beşincisi: Namusluların; iyiye, doğruya, güzele inananların, vatanseverlerin, ahlâk ve fazilet taraftarlarının namussuzlardan, rüşvetçilerden, yiyicilerden daha cesur, daha gözükara, daha atılgan olması gerekir. Onlar pısırık olursa bu memleketin üzerine güneş doğmaz.
Herkesi suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Lâkin kimse inkâr etmeye kalkmasın, bu memlekette büyük bir kokuşma, geniş bir rüşvet, her yeri sarmış bir haram yeme salgını vardır. Bunlar felâket getirir, memleketi batırır. Tarihte hiçbir ülke, halk, devlet böyle kötülüklerle uzun müddet yaşamamıştır.
Bazıları “Biz lâikliği korumak için uğraşıyoruz, bu adam da kalkmış nelerden bahsediyor” diyecektir. Konumuz lâiklikle ilgili değildir. Kaldı ki, bu memlekette lâiklik değil, “Devlet dini sistemi” vardır. Kimi kandırdıklarını sanıyorlar?
Türkiye İslâm hükümleriyle, Şeriatla idare edilmiyor. Kumanda lâikiz diyenlerin elindedir. Buyursunlar kokuşmayı, rüşveti, hırsızlığı, bütçe hortumlamasını, haram yiyiciliği, haksız kazancı önlesinler. Önleyemiyorlarsa, yahut önlemek işlerine gelmiyorsa lâiklik diye diretip durmasınlar.
Adam koskoca bankanın içini boşalttı, kimse kendisine bir şey yapamadı. Trilyonla, doların milyarı ile götüren mesned-i izzette ser-efrâz. Küçük meblağları götüren sürüngenler ise zindanı boyluyor. Böyle düzen olur mu? Halk arasında dedikodular, rivayetler, söylentiler çok. Kimse sanmasın ki, millet olup bitenlerden bîhaberdir. Gazeteler, televizyonlar doğru dürüst çalışsa her gün bir kaç atom bombası patlatabilirler. 27 Eylül 2000