Kokuşma ve Başörtüsü
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Perşembe
Üç yıldan beri ülkemizde korkunç, dehşetli, akıl almaz, vicdana sığmaz şeyler oluyor. Kokuşma, hırsızlık, bütçe soygunu, talan, hortumlama, haksızlık, zulüm aldı yürüdü. Meselâ en son, adamın biri devlete bir katrilyon liralık bir kazık attı. İş basına, adliyeye intikal etti, fakat kimse bir şey yapamıyor. İflas diyorlar. Hayır bu bir iflas değil, apaçık bir soygundur.
Devlet, millet, ülke soyuluyor. Götüren trilyonla götürüyor. Bu soygunu kimse durduramıyor. Kimi bütçeyi hortumluyor, kimi mahallî idareleri talan ediyor, kimi ihale ve taahhüt yolsuzluklarıyla voliyi vuruyor. Zaman zaman gazetelerde, televizyonlarda, ortalığı allak bullak etmesi gereken ifşalar oluyor; belgeler gösteriliyor, sağlam bilgiler veriliyor, lakin kimsenin aldırdığı yok.
Sanki büyük hırsızlar, saygıdeğer eşkıya, talancılar “Zırlayıp dursunlar, biz işimize bakalım, götürmeye devam edelim” der gibiler.
Bu durumda devlet, millet, vatan korunamıyor. Bunca rezaletin sonu iyi değildir. Büyük çöküntü olur, yıkım olur, herkes enkazın altında kalır.
Egemen azınlıklar yolsuzlukları, hırsızlıkları, talanları, eşkıyalığı halk kütlelerinin dikkatinden gizlemek için kıymeti olmayan başka konuları işliyorlar. Bunlardan biri de başörtüsü konusudur. Türkiye’nin, Türk milletinin başörtüsü diye bir problemi yoktur. Bakınız bundan on sene önce, Bülent Ecevit bu konuda Zaman gazetesi’nde yayınlanan röportajda (9 Şubat 1989) ne demiş:
“…yüksek öğretim çağına gelmiş kimselere, gençlere, ahlâk kuralları dışında kıyafet mecburiyeti veya sınırlama getirilemez. İsteyen örter, isteyen örtmez.”
Ecevit o röportajda, başörtüsü ideolojik bir simge olarak kullanılsa bile, buna karşı çıkılamayacağını beyan etmiştir. Tarikatların kapalı kalmasına da karşı çıkmış “Vicdan ve düşünce özgürlüğü olan bir toplumda, herkes kendi yolunu (tarikatini) arayabilmelidir” şeklinde görüş beyan etmiştir.
Aradan on sene geçiyor ve aynı Ecevit şimdi tam tersine fikir beyan ediyor ve uygulama yapıyor. Acaba gerçekten görüş mü değiştirdi, yoksa gizli-derin devlet mi ağır basıyor da, hazret vaziyeti idare ediyor, takiyye yapıyor? Türkiye’de gerçekten akıl almaz işler oluyor. Sayın cumhurbaşkanı da eskiden söylediklerinin tam tersine beyanlarda bulunuyor. Eski fikirleri mi isabetli ve doğruydu, yenileri mi?
Zulme ve mağduriyete uğrayan Müslüman kesim acz ve şaşkınlık içinde. Madem ki, Demirel’in, Ecevit’in ve başkalarının birbirine zıt, çelişkili, şaşırtıcı beyanları var; bunların güzel hazırlanmış broşürler şeklinde millete duyurulması gerekmez mi?
Başörtüsü konusunda bunca zulüm, baskı, haksızlık, hukuksuzluk, mantıksızlık yapılıyor; islâmî basın ve televizyonlar, başta ABD ve İngiltere olmak üzere hür, demokrat, medenî batı ülkelerine gidip de oradaki başörtüsü uygulamasını anlatan yayınlar yapmıyor. Yahu, gönderin ABD’ye, Kanada’ya, İngiltere’ye iyi İngilizce bilen güçlü muhabirler, fotoğrafçılar; oradaki başörtüsü serbestliğini bilgi, belge ve resimlerle güzelce tesbit etsinler ve Türkiye’ye dönüp gazetelerde, ekranlarda yayınlansın, broşürler bastırılsın, afişler hazırlansın. Maalesef islâmî kesim böyle şeyler yapamıyor.
Din baronlarının en fazla başarılı oldukları iş, bol para toplamaktır. Maşaallah adamın gözünden sürmeyi çekerler. Paraya, alkışa, şöhrete, övgülere bayılırlar. Lakin hizmete gelince, palavra ve demagoji semalarında albatroslar gibi uçan bu hazretler, uygulamada topallamaya, tökezlemeye başlarlar. İslâmî gazeteler çıkaracağız, islâmî televizyonlar kuracağız diye hayırsever saf Müslümanlardan milyarlarca dolar topladılar; kadınların yüzüklerini, bileziklerini, gerdanlıkları, küpelerini bile isteyip aldılar ama sonunda ülkenin en güçlü, en ciddî, en vasıflı, en güvenilir, en üstün medyasını kuramadılar. Bu adamlardan hesap sorulmayacak mıdır?
Ülkemizde sürü sepet İslâmcı var. Bunların, ikisinin de başları açık olan Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk kadar, başörtüsü konusunda bir hizmetleri, hayırları, savunmaları olmuyor. Din istismarı yoluyla ayda milyarlarca liralık gelirler, avantalar, rantlar elde ediyorlar ama Müslümanları korumaya gelince acz ve meskenet içindeler.
Son olarak Malatya’da başörtüsü konusunda büyük facialar yaşandı. Müslüman kesimin başını çeken adamlar gerçekten adam olsaydılar netice böyle mi olurdu? Haksızlık karşısında sustular. Hadîs-i şerifte “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyuruluyor.
Bir memlekette haksızlık, zulüm, baskı yapılıyorsa, orada yaşayan Müslümanların bir kısmının yasal hudutlar içinde, hikmet (bilgelik) dairesinde, itidalden ayrılmamak şartıyla emr-i mâruf, nehy-i münker yapmaları gerekmez mi? Bizim İslâmcı kodamanlar niçin böyle yapmıyor?
Dini imanı para, servet, benlik, şöhret, riyaset, alkış, nefsaniyet olan adamların ne kendilerine, ne de millete bir yararı dokunur.
Perşembe gecesi yatsı namazı için evden çıktım, Sultanahmet camiine gidecektim. Ayasofya’dan ezan sesi geliyordu, bu gece de oraya gideyim dedim. İçeri girdim ki, bir imam, bir de cemaat var. Benimle birlikte iki kişilik cemaat oldu.
diye otuz kırk yıldır bir edebiyattır devam eder. İşte şimdi o ulu mâbedin, küçük de olsa bir kısmı (Üçüncü Ahmed çeşmesi karşısındaki Hünkâr kasrı) ibadete açıldı. Açıldı da ne oldu? İşte yatsıda iki kişilik cemaat var.
İslâmcılar yıllardan beri edebiyatla meşgul oluyorlar. Otuz yıl boyunca “Ayasofya açılsın!.. Başörtüsü serbest olsun!..” diye feryad ettiler. Müslüman köşe yazarları, Müslüman politikacılar bu iki sloganla otuz yılı ziyan ettiler.
Ayasofya’nın asıl binası tekrar cami yapılsa, başlangıçta birkaç gün kalabalık cemaat olur, sonra heyecan biter ve yatsıda, sabahta birkaç kişiden fazla insan bulunmaz. Hem Ayasofya’yı açsalar bile, onun mihrabına geçecek kıratta hoca yetiştirdik mi? Ayasofya’ya imam ve hatib olacak zatın mükemmel Türkçe (Osmanlıca), lisan ve edebiyat bilmesi, Arapça ve Farsçaya âşina olması, İngilizce ve onun yanında başka bir batı dilini konuşması; sanat tarihinden anlaması, Roma ve Bizans medeniyet ve kültürü konusunda uzmanlığı olması, güçlü bir şahsiyete ve karizmaya sahip bulunması gerekmez mi? 04 Haziran 1999