PazarSusurluk dâvâsı nihayet neticelendi, birtakım piyon-sanıklara cezalar verildi. Lâkin asıl sanıklar, perde arkasındakiler ne muhakeme edildi, ne ceza giydi. Meclis Susurluk komisyonu başkanı olan ve bu esrarlı ve karışık işin içyüzünü iyi bilen Mehmet Elkatmış medyaya ağır ifadeler ve ithamlarla dolu beyanlarda bulundu. “Türkiye’de iki devlet ve iki anayasa vardır” dedi.

Susurluk kazasıyla ortaya çıkan kirli işlerin asıl aktörlerine dokunulamazken, en başarılı olan valimiz, Danıştay Başsavcılığı tarafından mahkemeye verildi. Suçu birtakım fonlardan bazı vakıf ve derneklere yardım yapmasıymış. Recep Yazıcıoğlu şimdi muhakeme edilecek.

Öte yandan bir bankanın dibini delip içini boşaltan ünlü, anlı şanlı, kocaman, kodaman bir Sabataycı baba, bir aylık bir sıkıntından sonra işinin başına dönmüş ve eskisi gibi keyfe mâ yeşâ (keyfince, canının istediği gibi) faaliyete başlamış bulunuyor.

Susurluk meselesinin ardında iki madde vardır: Biri büyük çapta uyuşturucu ticareti, kaçakçılığı, trafiği; ikincisi de silâh kaçakçılığıdır.

İki enerji bakanına Yüce Divan yolu görünmüştü ki, bir manevra ile bu yolu kapattılar. Sadece iki bakan olmaz, son on yılın bütün enerji bakanları hakkında tahkikat yapılmalıdır iddiası ortaya atıldı. Bütün partileri içine alan böyle geniş bir tahkikat Meclis’ten yeşil ışık alamayacak ve mesele kapatılacak, örtülecektir.

Son onbeş yirmi yıl içinde birtakım politikacılar, iktidar adamları, büyük bürokratlar; kazançları ve şahsî servetleriyle asla elde edemeyecekleri servetlere, mallara, paralara sahip olmuşlardır. Böylelerinin Boğaziçi’nde, başka lüks ve mutena mevkilerde saray gibi yalıları, köşkleri, kâşâneleri, mâlikâneleri, dubleks veya tripleks villalaları bulunmaktadır. Ayrıca yazlıklar, lüks otomobiller, dış bankalarda yüklü hesaplar. Bunlardan hangi güç ve makam hesap soracaktır?

Yakın mâzideki pisliklerin üzerine bir örtü çekmekle onlar temizlenmiş olur mu? Fazilet rejimi olması gereken cumhuriyete en fazla kokuşma, pislik, rüşvet, kirli para zarar vermektedir. Sadece son yirmi sene içindeki pisliklerin değil, 1925’ten bu yana yapılmış olan bütün yolsuzlukların üzerine gidilmelidir. Yakın tarihtekilerin hesabını adliye görmeli, ötekilerini ise tarihçiler muhakeme etmelidir.

1970’lerde vefat eden çok ünlü ve çok önemli bir politikacı geriye binbir gece masallarındaki gibi akıl almaz, efsanevî bir servet bırakmıştı. Ömrü boyunca hiç ticaret yapmamış, sadece maaş almış olan bu zat bunca serveti ve malı nasıl kazanmıştı? Bunu soran yok, araştıran yok. Ölüm yıldönümlerinde “Büyük adam” diye nutuklar atılıyor.

Bir heyet kurulmalı ve her biri beşer altıyüzer sayfalık on ciltlik bir “Türkiye’nin yakın tarihinde yolsuzluklar, soygunlar, talanlar, büyük hırsızlıklar, vurgunlar, haramilikler tarihi” yazılmalıdır. Sahih bilgiler, belgeler, şahitler ile.

Felsefî temelleri zaten bozuk olan bir sistemi büsbütün dejenere etmişlerdir.

Vaktiyle küçük bir gazeteci vardı. Önemsiz, lahana yaprağı gibi haftalık, onbeş günlük mini gazeteler çıkartırdı. Bir bekâr odasında kalır, birikmiş borcunu ödeyemediği için yakındaki köfteci ve piyazcı dükkanının önünden geçemez, dolambaçlı yollardan yürürdü. Sonra bu adam Türkiye’nin en büyük zengini oluverdi. Zamanın başbakanı ile gece gündüz, istediği zaman direkt telefonla konuşabiliyordu. 27 Mayıs’tan hemen sonra Adnan Menderes ve arkadaşları için en ağır ve çirkin hakaretleri savuran bu kişi, daha sonra menfaat icabı onların hatıralarını yüceltmiştir. Bir ara alevîler lehinde yayın yaptırtmış, sonra sünnî kesilmiştir. Sonra ne oldu? Başladığı gibi sıfır oldu. Allah taksiratını affeylesin.

Bir başkasi Sultanhamamı’nda küçük bir tezgâhtar olarak işe başlamış ve sonunda o da ülkenin on büyük zengini listesine girmiştir. Katrilyonluk bir servet, yurt içinde ve yurt dışında hadsiz hesapsız mallar, paralar. Tepedeki büyük bir zat bu adamla resim çektirmiş ve onun için “Canımdır, ciğerimdir” demiştir. O şimdi çok uzaklarda, Atlantik ötesi bir ülkede vakit geçiriyor. Türkiye’de iken arada bir özel jet uçağına biner İsviçre’ye, Fransa’ya eğlenmeye, yemek yemeye, kumar oynamaya giderdi. Türkiye’de kalan mahdumu gece kulüplerinde, diskoteklerde, sefahat yerlerinde ayda on onbeş bin dolar harcıyormuş. Resmini çekmek isteyen gazetecilere kızmış, “Bizde para bitmez, keyfime bakacağım” demiş.

Muhterem okuyucularım, öyle çirkin rivayetler duyuyorum, öyle istihbaratlar geliyor ki, bunları yazsam canıma okurlar, beni yaşatmazlar. Rivayet ve istihbarî bilgiye inanmak doğru mudur diye sorulsa cevabı şudur: Herkes rivayetle, istihbarî bilgiyle harekete geçemez, hüküm veremez ama medyacılar bir nevi savcıdır, polistir; bunları araştırır, delil arar, sübutî bilgiler edinmeye çalışır. Rivayet ve istihbarî bilgiler birer karinedir. Medyacılar mecazî mânâda savcılık yapabilir ama hakimlik, infaz memurluğu, cellatlık yapamaz.

Bu ülkeye, bu millete, bu devlete yazık olmaktadır. İşler her geçen gün kötüye gidiyor. Müzmin ve yüksek enflasyon bir türlü aşağıya çekilemiyor. İstenilse sıfırlanabilir ama enflasyon yoluyla, dolaylı olarak küçük bir zümre büyük bir menfaat elde etmektedir.

Türkiye’nin buğdayı, pirinci, yağı, gıda maddeleri içeride yeterli miktarda üretilemediği için dışarıdan getirtilmektedir.

Herkes imkanlarını zorlayarak çılgınlar gibi otomobil, cep telefonu alıyor. Lüks, israf, aşırı tüketim, saçıp savurma, sefahat almış yürümüştür. ABD ve medenî Avrupa ülkeleri kendi hudutları içinde sigara içimini ve tüketimini yarıya indirmişler, buna mukabil bizde ve üçüncü dünya ülkelerinde ikiye, üçe katlatmışlardır.

İlaç sanayii bir facia, rezalet, kepazeliktir. Halkı daha çok hasta etmek, ona daha fazla ilaç yutturmak için seferber olunmuştur. Türkiye’de ilaç sanayii, sağlık siyaseti diye bir kitap yazılsa, tablo ortaya konulsa atom bombası gibi patlar, yer yerinden oynar.

Ben bu satırları yazarken Türkiye soyulmaya devam ediyor.

………………………… “Daha olmazsa 50 bin dolar verip herifi temizletiriz” demiş. Elli bin dolara adam öldürülüyormuş. Cinayet motorlu taşıt vasıtasıyla olursa zaten çok az ceza alınıyor.

Bu kadar yolsuzluk, bu kadar haram para, bu kadar rüşvet, bu kadar eşitsizlik ve adaletsizlik, bu kadar çürüme ile bu ülke nasıl selâmet sahiline çıkacaktır? 19 Şubat 2001