Konferanslar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Ocak 2019
Cuma
Devamlı söylüyorum “Ben iyi bir hatip ve konferansçı değilim, beni konuşmaya çağırmayın…” diyorum yine lâf anlatamıyorum, ısrarla dâvet ediyorlar. Bazısını kıramıyorum kabul etmek zorunda kalıyorum. Hitabet, konferansçılık Allah vergisi bir kabiliyettir.
Önümüzdeki Ramazan’da dinlenmek istiyorum. Gündüzleri hiçbir kültürel faaliyete katılamam, geceleri de istirahat etmem gerekir; çok istirham ediyorum, konferans vermeye, konuşma yapmaya davet etmeyin. Hele bazı televizyonlar gece sahur vaktinde canlı yayına çağırıyorlar ki, bunları kabul etmem hiç mümkün değildir. Huzur içinde (Memleketin ve milletin bugünkü halinde ne kadar olursa…) yemeğimi yiyeyim, çayımı içeyim.
Son kırk yıldır islâmî kesimde konferanslar gırla gidiyor. Bazı konuşmacılar gerçekten değerli hatipler, iyi konuşuyorlar, dinleyenlere faydalı şeyler söylüyorlar. Merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek gerçekten edib ve hatip bir zattı. Çok kaliteli konuşmalar yapmış, konferanslar vermiştir.
Sadece o değil, başka kıymetli hatiplerimiz de olmuş, yetişmiştir. Kendilerini tebrik ediyor; sıhhat, afiyet ve muvaffakiyet diliyorum.
Hüccetülislâm Zeynüddin İmamı Gazalî hazretleri “Öyle vaazlar vardır ki, edene de dinleyene de vebaldir” buyuruyor. Konferans vermek demek bir saat, bir buçuk saat lâf perendebazlığı yapmak demek değildir. İnsanlar bilgiye, kültüre, nasihata muhtaçtır. Konferansçının bunları vermesi gerekir.
Edebî kıymeti olan, fakat içi boş bir konferans yerine, kırık dökük de olsa faydalı bilgiler, teklifler, çareler, çözümler, dinleyenlerin yararlanacağı öğütler ihtiva eden (içeren) bir konferansı tercih ederim.
Biz Türkiyeliler, hele çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar faydalı, yapıcı, tesirli tenkitlere çok muhtacız. Allah bize iman ve İslâm nimetlerini vermiş. Kur’ân gibi bir düstur vermiş, Resûl-i Kibriya gibi bir rehber ve kılavuz vermiş, Şeriat gibi bir nizam vermiş. Biz gaflet içinde bunların kıymetini bilemiyoruz, bunlardan gereği gibi yararlanamıyoruz. Müslümanların dikkatleri bu hususa çekilmelidir.
Masonlar şöyle yapmış, Pembeler böyle yapmış, dinsizler bizi mahv etmiş… Bu edebiyatın bize pek faydası yoktur. Önce kendimizi tenkit edelim, kendi gaflet ve hıyanetimize bakalım. Agresif dinsizleri tenkit ondan sonra gelsin.
Çok az kitap alıyoruz, Çok az kitap okuyoruz, Okuduğumuzu ya hiç anlamıyoruz, yahut çok az anlıyoruz, Anladığımızı hayata çok az tatbik ediyoruz veya hiç etmiyoruz… Konferansçılar sık sık bu konuyu dile getirmelidir. Müslümanlar evlerinde özel kütüphane kurmaya teşvik edilmelidir.
Sıradan rastgele kitap almamaya, faydalı ve kıymetli kitaplar almaya yönlendirilmelidir. Kütüphane kurmakla, kitap satın almakla iş bitmiyor. Alınan kitaplar okunmalıdır. Okunan kitaplardaki bilgiler ve öğütler anlaşılmalıdır. Bu bilgi ve öğütler hayata tatbik edilmelidir.
-Konferans teyp bandına kayd edilir. Bu bant çözülür, gerekli ufak tefek düzeltmeler yapılır ve bir kitapçık veya broşür şeklinde basılır. İlim, irfan, birikim, kültür, izân sahiplerine bu yazılı metin okutturulur ve rapor istenir. Onlar “İyi, kaliteli, güzel bir metindir” derlerse ne âlâ… Yoksa konuşana da, dinleyene de yazık.
-Bir ölçü daha var. Türkçe verilen konferans broşür şeklinde basıldı ve beğenildi. Bunu İngilizce’ye, Fransızca’ya veya Almanca’ya tercüme ettirip bastırmalı ve bir de yabancılara değerini sormalı. Onlar da beğenirse metin sahibine altın madalya verilebilir. Beğenmezler
hükmünü verirlerse emeklere yazık oldu demektir.
Bizde son kırk elli yıl içinde Türkçe ve ardından Fransızca veya başka bir Batı lisanında basılıp da takdir kazanmış kaç konferans verilmiştir.
Merhum Necip Fazıl bundan kırk yıl kadar önce Erzurum’da “İman ve Aksiyon” başlıklı bir konuşma yapmıştı. Konuşma oradaki Hürsöz gazetesinde (Sahibi Ahmet Polat ve oğlu Mustafa Polat beylere rahmet diliyorum) basılmış, daha sonra üstad tarafından sıkıca gözden geçirilmiş ve tarafımdan küçük bir kitap şeklinde yayınlanmıştı. Konferans dediğin böyle olmalı.
Tarihçi Paul Wittek, 1930’lu yıllarda Londra üniversitesinde Osmanlı tarihinin kuruluşu ile ilgili ve üç gün süren bir konferans vermişti. Bu konuşmalar daha sonra kitap halinde basılmış ve şimdiye kadar -sanırım- yirmi kadar baskı yapmıştır. Yanılmıyorsam Türkçe’ye de tercüme edilmiştir. Konferans dediğin böyle olur.
Değerli konferansçıları tenzih ediyorum. Lakin bazıları kürsüye çıkıyor ve incir çekirdeğini doldurmayan lâflar ediyor, fikirler ileri sürüyor. Vır vır vır… zır zır zır… Sonra bir alkış bir alkış…
Halkımızın, bilhassa gençlerimizin tesirli konuşmalara çok ihtiyacı var. Konuşma, öğüt, konferans tesirli olmazsa faydası da olmaz.
Yüz kırk kiloluk bir zat çıkmış, “Fazla kiloların sağlığa zararı, sağlıklı beslenme ve kilo verme” konusunda konferans veriyor… Bir faydası olur mu onun dediklerinin?
Karısı, kızı, gelini başı açık, çıplak gezen birisi tesettürün faydalarını anlatsa ne olur, ne olmaz?.. Faziletli ve yüksek karakterli olmayan biri ahlâkî faziletlerden bahs ederse sözlerinin bir tesiri olur mu?
Bana sorarsanız, konferans veya sohbet yerine faydalı, tesirli, değerli küçük broşürler hazırlanmalı, bunlar yüzbinlerce, milyonlarca bastırılıp dağıtılmalı, okutturulmalı, içlerindeki bilgilerin hayata uygulanması sağlanmalıdır. Konferans şifahî bir hadîsedir. Basılırsa tahrirî ve medenî hale gelmiş olur. Yazısız, kitapsız, broşürsüz medeniyet olmaz. 02 Ekim 2004