Cuma

 

Kaba bir tasnifle üç zümre var: (1) Sabataycılar, onlar çok güçlü ve hâkim. (2) Benzettikleri veya benzetilmişler. Bunlar yardımcı ve destekçi ama kesinlikle beyin takımı değil. (3) Diğerleri. Bu üçüncü kesim son derece karışık ve çeşitlidir. Benzetilmemiş Müslümanlar (Yüzde kaçı?) bu zümre içindedir.

Sabataycı ve benzetilmiş olmayan beyinler içinde bazıları birtakım temel, acı, feci gerçekleri anlamış vaziyettedir.

– Onlar artık, yakın tarihimizin bazı çok önemli şahsiyetlerinin etnik, dinî, kültürel köken ve kimliğini biliyorlar.

– Konvansiyonel yalanlara da inanmıyorlar.

Ancak gerçekçi olamıyorlar. “Evet şu yalan, bu yalan ama bunca yalanı bir anda yıkmak, temizlemek mümkün değildir. Yalanlar temeli yıkılırsa bina da yıkılır. O halde yalanlar kalsın, onlarla birlikte idare etmeye çalışalım…” şeklinde bir felsefe yürütüyorlar.

Sağlam, kalıcı, sağlıklı bir devlet yapısının, bir millî yapının birtakım temeller üzerine oturması gerekir.

Birincisi: Tarihî devamlılık şuurudur. Japonya’yı Japonya yapan, ayakta tutan, ona güç kazandıran on iki faktör ve haslet vardır ki, bunların başında devamlılık şuuru gelir.

İkincisi: Ülkenin kendi öz kimliğinin esas, temel olarak alınmış olmasıdır. Türkiye’nin kimliği nedir? “Türkiyeliliktir”. Bu Türkiyelilik kimliğinin asıl ve ana elementi de İslâm dini ve medeniyetidir. Hem bu dine ve medeniyete savaş açacaklar, hem de Türkiyelilik kimliğini koruyup yaşatacaklar. Böyle bir şey ne aklen ve mantıken, ne de realitede mümkündür.

Sabataycı ve benzetilmiş olmayanlar ne Türkiye’den vazgeçiyorlar, ne de konvansiyonel yalanlardan. Bu ikisini birlikte götürebileceklerini sanıyorlar. Böyle bir şey mümkün ve kaabil değildir. Onlara bunu nasıl anlatmalı?

Mühendis, doktor, iktisatçı, veteriner, medyacı, eğitimci, mimar… Şu veya bu ihtisası (iyi veya kötü) bir şekilde yapmış olabiliriz. Bu uzmanlıklar bize siyaset, tarih felsefesi, sosyoloji, antropoloji, hikmet (bilgelik) sahalarında kültür kazandırmaz.

Çok başarılı bir avukat veya doktor olabiliriz ama milletlerin ve ülkelerin tarihlerindeki ârızalar ve kazalarla ilgili herhangi ciddî bir bilgi ve kültürümüz olmayabilir. Türkiye aydınları, idarecileri (en azından Sabataycı ve Benzetilmiş olmayanlar) tarihî ârıza ve kaza konusunu tarih felsefesi, yüksek kültür, siyaset-bilim açısından bilmeleri gerekir. Yakın tarihimizde dünya üzerinde kaç ülkede tarihî ârıza ve kaza yaşanmıştır? Bunların başlangıç tarihleri ve bitiş tarihleri nelerdir? Henüz devam eden tarihî ârızalar hangi ülkelerdedir? Böyle bilgileri insanlar ancak öğrenmekle elde edebilirler. Ya kitap okuyacaklar, yahut ehliyetli ve uzman bir hoca ders verecek ve okuyup ders alanlar da öğrenecek…

Yetmiş yaşında, iyi niyetli, fakat cahil bir vatandaş elli sene gevezelik, zevzeklik etmiş olsa, günde üç saat siyaset dedikoduları ve rivayetleri ile meşgul olsa; bu elli sene boyunca “Tarihî ârıza ve kaza” kavramı ile ilgili ciddî ve seviyeli bilgi edinmemiş ise bu konuda kara cahil olarak kalmaya devam edecektir.

Önemli olan husus şudur:

Tarihî ârızalar ve kazalar ilelebed (Sonsuzluğa dek) devam edebilirler mi? Yoksa, onların bir başlangıç bir de bitiş tarihleri mi vardır? Yazımın başında zikrettiğim üçüncü zümreye mensup bazılarına şu suali yöneltmek gerekir:

– Tarihî ârıza ve kazayla, konvansiyonel yalanlarla sonsuzluğa kadar pâyidar olunabileceği hususunda ne gibi delilleriniz ve güvenceleriniz vardır?

Hiçbir devlet, ülke, halk; gerçeklere, realiteye sırt çevirerek ayakta duramaz, devam edemez.

Japonya’yı ayakta tutan on iki faktör ve haslet gibi Türkiye’yi (devlet, halk, ülke olarak) ayakta tutacak on kadar faktör ve haslet vardır. Sabataycılar ve feci şekilde kendilerine benzettikleri kişiler bu değerleri, faktörleri, haslatleri kabul etmezler. Lakin benzetilmemiş üçüncü zümrenin aydınları, beyinleri bunları incelemeli, benimsemeli ve bunlar üzerine kurulmuş sağlıklı, güçlü, dengeli bir Türkiye için çalışmalıdır.

Din Türkiye’de en büyük güçtür. Bu hususu tartışmaya bile lüzum yoktur. Manzara ortadadır. Bitmez tükenmez bir din kavgası sürüp durmaktadır. Akıl, mantık, bilgelik, vatanseverlik din ile barışılmasını, uzlaşılmasını tavsiye etmektedir. Ülkemizde ilk yapılacak önemli iş din ile barışmaktır. Bu yapılabilirse kriz çözülebilir. Bu yapılmazsa çözülmez.

Militan, jakoben, fanatik, muhteris Sabataycılar (Dikkat buyurunuz, hepsini kasd etmiyorum) din konusunda ödünsüzdür; herhangi bir barışma ve uzlaşmaya şiddetle karşıdır. Çünkü temel felsefeleri, ideolojileri, hakimiyet ve saltanatları, menfaatleri ve rantları dinle yaptıkları savaş üzerine kuruludur. Bu savaşı bitirirlerse kendilerinin de biteceğinden korkuyorlar.

Japonya’da üç din var: Şintoizm, Budizm, Konfüçyanizm. Orada din kavramı bizdeki gibi değildir. Bu üç din içiçe girmiş gibidir. 1945’ten bu yana Japon devleti dinle mücadele etmiş olsaydı, Japonya bugünkü gibi güçlü, vasıflı, sağlıklı olabilir miydi? Kesinlikle olamazdı.

Türkiye’de korkunç bir kokuşma hüküm sürüyor. Bu kokuşma hukukla, kanunla, cezayla, korkutmayla önlenemiyor. Bunu ancak din ve ahlâk önleyebilir. Birileri hemen şu suali soracaklardır: İslâmî, dindar kesimde bozukluk, kokuşma, sömürü yok mu? Elbette var ama onlar gerçek ve olgun Müslümanlar değildir. Azıcık kültürü olan herkes bilir ki, İslâm dini hırsızlığa, haramyiyiciliğe, kokuşmaya, rüşvete, gayr-i meşru kazançlara karşıdır. Haram yiyen, malı götüren, yüzde on komisyon olan, ihaleye fesat karıştıran birtakım İslâmcılar iyi, salih, örnek, olgun Müslümanlar değildir. Onlar Müslüman karikatürü, Müslüman müsveddesidir.

Mao’nun ölümünden sonra Kızıl Çin’de bile halka az buçuk din hürriyeti verilmiştir. Yirmi birinci yüzyılda din gerçeğini kabul etmeyen, din realitesini inkâr eden hiçbir devlet ayakta kalamayacaktır.

Ortadoğu’da ve daha sonra bütün dünyada cihanşümul bir sömürge imparatorluğu kurulmak isteniyor. Bu imparatorluğun merkezi Kudüs olacaktır. İslâm dünyasını, Müslümanları dizginlemek için, dinde reform ve yenilik perdesi altında kendi işlerine gelen yeni bir İslâm türetmek istiyorlar. Bu yeni ve türetme İslâm’ın Türkiye’de de taraftarları bulunmaktadır. Cin fikirli bir ilahiyatçı, reformculuk ve yenilikçilikle dolar milyoneri olmuştur. Şimdi bizdeki Sabataycılar ve benzettiklerinin son ümidi bu yeni İslâm’dır. Bu hususta sukut-i hayale (hayal kırıklığına) uğrayacaklardır. İslâm ilahî ve korunmuş bir dindir. Müslümanların büyük çoğunluğu Ehl-i Sünnet ve Cemaat, yâni Kur’ân, Sünnet, Fıkıh, Şeriat dairesinde kalacaktır. Gerçek ilahî İslâm’ı yok edip onun yerine beşer uydurması yeni ve türetme bir din çıkartmak en cin fikirli bir Sabataycının ve Benzetilmişin bile becerebileceği bir iş değildir.

Akla, mantığa, hikmete, millî çıkarlara, vatanseverliğe en uygun iş, din ile barışmak ve uzlaşmaktır. Başka yol yoktur bu konuda. 26 Temmuz 2003