Bendenize korkak diyen kardeşimize:

Korkak olduğumu sanmıyorum. İnsanda kuvve-i gazabiye denilen bir boyut vardır.

Bunun ifratı tehevvürdür

, yani çılgınca öfkelenmek ve delice işler yapmaktır.

Tefriti ise,

cebanettir yani alçakça ve köpekçe susmak ve boyun eğmektir.

Ortası, i’tidal hali ise şecaattir.

Tehevvür ve cebanet

mezmum

(kötülenmiş) iki haldir, şecaat ise memduh
(övülmüş, beğenilen) bir haslet ve huydur.

Bendeniz özel hayatında karınca bile ezmeyen halim selim bir insanım. 50 yıldır İstanbul’da gazetecilik yapıyorum. Başımdan çok sıkıntılar geçti. Bir ara Sultanahmet hapishanesinde yattım.

1969’da yurt dışına çıktım, altı seneye yakın bir müddet vatanıma dönemedim, gurbetlerde yaşadım. Pasaportumun müddeti bitti… Neler çektim. 1984’te yakalandım, Sağmalcılar cezaevine konuldum… Gerede cezaevi… Şile cezaevi…

Aleyhimde açılan davaların sayısını bilmiyorum. Avukatlarımdan rahmetli

Ali Oğuz

bey, af kanunu çıktıktan sonra dosyaların hepsini çöpe atmış. Keşke bana vermiş olsaydı da saklasaydım… Defalarca evim, yazıhanem arandı. Evrakımın ve kitaplarımın bir kısmı çuvallara konulup alındı. Kaç defa tutuklandım.

İstanbul’da iki günlük gazete çıkartıyordum. 12 Mart 1971 darbesinden sonra kukla

Şalcı Nihat Erim hükümeti

ve

sıkıyönetim kumandanlığı

iki gazetemi de süresiz olarak kapattı, iflas etmeme yol açtı. Başımdan geçen bu hadiseler korkak olmadığımı ispata yetmez mi? Bazı doğruları yazamamak korkaklık olarak tavsif edilmemelidir.

Hikmet kaidesi şudur:

“Söylediğin her söz doğru olmalı ama her doğruyu söylemek doğru değildir.”

Artık elimde,

şu sütunlarda günlük yazılar kaleme almaktan başka

bir imkân yoktur. Bana bu imkânı sağlayan

Necmettin Erbakan beyefendiye

teşekkür ediyor, kendisine sıhhat ve selamet diliyorum.

İslâmî kesimdeki büyük ve geniş hizmet imkânları

şimdi birtakım cemaatlerin ve grupların elindedir.
Onlar, genellikle kendilerinden olmayanlarla işbirliği yapmazlar

. Allah’tan hepsine hayırlı başarılar dilerim.

Başarı gibi gösterilen hayırsız işler için dua etmem.

Hayırsız işler nelerdir?

(1)

Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı işlerdir…

(2)

Sünnete aykırı işlerdir…

(3)

Şeriata aykırı işlerdir…

(4) İslâm ahlâkına, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ahlâkına aykırı işlerdir… (5) Hikmet-i İslâmiyeye aykırı işlerdir…

Birkaç örnek vereyim:

Ramazanda

beş yıldızlı lüks bir otelde hahamlar, patrikler, papazlar, monsenyörler ile birlikte israflı iftar ziyafetleri tertiplemek…

İslâm dinini, Kur’ân’ı, Hz. Peygamberi inkâr ve tekzip eden gayr-i müslimleri cennetlik ilân etmek… İslâm düşmanı kâfirleri dost ve veli edinmek… Zekatı Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplayıp sarf etmek…

Cemaat fanatizmi yapmak…

Zamanın

İmam’ı ve Emir’i kim ise açıkça ilân et

diyenlere: Sanırım Mehdi-i ahir zamanın zuhuru ve hurucu yakındır. Ortaya çıkınca nazar ve basiret sahipleri görecek ve anlayacak, biat edecektir.

Sapık mezheplere mensup bazı ulema Mehdi’yi inkâr edecek ve ona karşı çıkacaktır.

Bu dediklerim sahih haberlerle bildirilmiştir.

Bendeniz bu yazılarımla bu kadar hizmet edebiliyorum. Bizim yapamadığımız hizmetleri mürüvvet ve imkân sahipleri yapsınlar inşallah. Selam ve hürmetlerimle.

*(İkinci yazı) KIZININ DOSTUNU EVDEN ÇIKARTAMIYOR

Kadıncağızın bir kızı, bir de evi varmış. Kendisi Avrupa’da yaşıyormuş, Türkiye’ye dönmüş. Kızı evine bir erkeği dost olarak almış, kadın, kızının nikâhsız dostuyla birlikte yaşamak istememiş. Çıksın demiş, adam çıkmamış… Kadıncağız mahkemeye müracaat etmiş, mahkeme dostun evi tahliye etmesine karar vermiş. Yargıtay’a müracaat etmişler,

Yargıtay kararı bozmuş, kızın dostu evde kalacakmış…

Güler misiniz, ağlar mısınız?.. İhtiyar kadın şimdi ne yapsın? Kiraya mı çıksın, ya parası yoksa… Her toplumun, her ülkenin örfleri, adetleri, gelenekleri, töreleri vardır. Bunlara uymak gerekir.

Yaşını başını almış Müslüman bir hanımın

,

kendi evinde kızının dostuyla birlikte yaşamaya mecbur edilmesi
hukuka da, adalete de uygun düşmez.

Böyle şeyler Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa’nın zamanlarında bile olmazdı. Memleket doğrusu çok ileriye gitti.

Birden fazla evliliğe son derece karşı olanlar,
evli barklı adamların metres tutmasına

hiç itiraz etmiyor.

Son yıllarda büyük şehirlerde

nikâhsız birlikte yaşamalar

yaygın hale geldi. Nüfus müdürlükleri bu gibi birleşmelerden hâsıl olan çocukları hemen kayda geçiriyor.

Hattâsı var…

Karının veya kızın biri, birçok erkekle yatıp kalkıyor…
Gebe kalıyor, çocuğun kimden olduğu malûm değil.

Günü gelince doğuruyor, çocuğu üzerine geçirtiyor. Babası belli değil!.. [Eygi üstadın ağız varmıyor; piç yani… HK] İslâmiyet’in

nikâh konusunda, cinsellik konusunda ölçüleri, kuralları, hükümleri, etiği

vardır.

Bunları gericilik ve çağdışı olmakla suçlayanlar,
modern ölçüsüzlükleri uygarlık

olarak kabul ediyor.

Sırası gelmişken

bazı İslâmcı gençlerin mut’a nikâhıyla gizlice evlendiklerini

,

karı koca hayatı yaşadıklarını, durumu âilelerine haber vermediklerini duyuyorum.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığı mut’a nikâhını caiz görmez. Zaten nikâhın nikâh olması için, açık olması, ilân edilmesi gerekir.

Diyanet İşleri Başkanlığının

MUT’A NİKÂHI

hakkında Müslümanları uyarması gerekir. Niçin uyarmıyor acaba?

*(Üçüncü yazı) BİZ BONSAİ YETİŞTİREMEZ MİYİZ?

Google’nin görselinden “Bonsai” kelimesiyle arayınız. Karşınıza büyük sayıda fotoğraf çıkacaktır. Bonsai, Japonların cüce/minyatür süs ağaçlarıdır. Bendeniz bazen saatlerce bunları seyrediyorum. Derin olmayan, küçücük bir saksı üzerinde minicik bir elma ağacı, üzerinde bezelye büyüklüğünde elmaları da var… Aynı şekilde bir portakal ağacı… Pembe çiçeklerle kaplı 20-30 santim yüksekliğinde harika bir ağaç…

Japonlar böyle ağaçlar yetiştirir de, Çinliler bizim gibi aval aval bakar mı? Onlar da yetiştirir. Dünyanın bütün medeni ülkelerinde Bonsai üretiliyor ama Japonya’dakiler kadar otantik ve güzel olmuyor.

Bonsainin değerini, estetiğini herkes kolay kolay anlayamaz. Cahilin birine harika güzellikte bir bonsai veriniz, pahalı bir şey olduğunu söylemezseniz çöpe atabilir. Muhafaza etmesi de, güzelliğini anladığından değil, pahalı olduğunu söylemiş olmanızdandır.

Türkiye’de Japonlar gibi bonsai üretilemez mi? Pekâlâ üretilebilir. Peki, bunun çaresi ve çözümü nedir? Japonya’dan, Çin’den 5 bonsai üstadı, uzmanı, mühendisi getirirsiniz, ülkemizin müsait bir yerinde bonsai yetiştirme merkezi kurarsınız ve işe başlarsınız.

Biz Türkiyeliler bunu yapabilir miyiz? Maalesef yapamayız. Çünkü bir kere bürokrasi denilen baş belası buna izin vermez. İzin verse bile, bin türlü engel çıkartır.

Japonlar bu işe kim bilir kaç yüz seneden beri emek veriyorlar. Oraya çok istidatlı, çok zeki, akıllı, dürüst, kabiliyetli gençler göndersek bu işi belki 5 senede öğrenebilirler ama yine de Japonlar kadar yapamazlar.

Osmanlı yükseliş devirlerinde İstanbul’a dünyanın her yerinden sanatkârlar getirilirmiş. Onlar ustası ve uzmanı oldukları sanat ve zanaatları İstanbul’da başarıyla icra ederlermiş.

Keşke yurdumuza dünyanın her yerinden sanatkârlar, zanaatkârlar getirilse; 50 kadar sanat ve zanaat koleji açılsa, bunlarda hem yurt çocuklarına ehliyetli öğretmenler, üstadlar, ustalar tarafından bilgi, hüner, maharet öğretilse, hem de en kısa zamanda üretime geçilse…

Türkiye halkı, nadir istisnalar dışında bunlarla ilgilenmez. Bu el sanatı eserlerinin turistlere satılması ve ihraç edilmesi gerekir… Maşaallah ülkemizi ziyaret eden turist sayısında akıllara durgunluk verecek bir patlama var. Gerçi bunlar genelde ucuzcu turistlerdir. Fazla para bırakmazlar, hele sanat eseri falan almazlar.

Gelen turistlerin kırkta biri kaliteli, kültürlü olsa yine de yeter.

Komşumuz İran’da el sanatları çok gelişmiş durumdadır. Hindistan’da da öyle, Mısır da bizden çok ileri… İsviçre’ye gidiniz, orada el dokuma tezgâhlarında harika kumaşlar dokunduğunu görürsünüz… Suriye’de sedefçilik çok ileridir… Mısır yeniden papirüs üretmeye başladı, ihraç da ediyor… İstanbul’da Mercan’daki Şark Han’a giderseniz, başta Çin olmak üzere, Uzakdoğu’dan, Afrika’dan ithal edilmiş yüzlerce hediyelik sanatlı süs eşyası görürsünüz. Bunların bazısının fiyatları akıl almayacak kadar ucuzdur.

Zannımca ülkemizde 10 milyon kadar işsiz vatandaş var. Dünyada en fazla kahvehanesi olan ülke de biziz. Keşke yurt çapında el sanatları, zanaatlar seferberliği başlatılsa, 100 binlerce evin birer köşesinde küçük tezgâhlar kurulsa ve halkımız, satış kabiliyeti olan el sanatı eserleri üretebilse…

Bonsai sanat mıdır, zanaat mıdır, ziraat mıdır bilemem ama üretildiği takdirde alıcısı olan bir şeydir. Her halükârda Türkiye’nin bir bonsai üreten (büyük veya küçük) bir sektörü olması lazımdır.

Sadece bonsai mi? Kaktüsçülük de ayrı bir âlemdir.

Dünyada en bol bulunan sanat ve zanaat malzemesi yapılan çömlek toprağıdır, biz ondan bile, olması gereken şekilde yararlanamıyoruz. Japonya’da sekiz yüz seneden beri üretimine devam eden çömlek atölyeleri bulunuyor. Bunların ürettiği objeler dünyanın her yerinde satılıyor, bizde ise çömlekçilik can çekişiyor.

Melamin varken çömleğin lafı mı olur!.. 20 Şubat 2011