Cuma

Dinsizlerin ve dinden uzaklaşmış Müslümanların gaflet içinde olmalarını anlamak ve kabul etmek kolay da; dindar ve sofu geçinenlerin gafletini anlamak ve kabul etmek çok zor. Adam Kur’an okuyor, hadîs okuyor, namaz kılıyor, evindeki kitap dolabında İslâm büyüklerinin uyarıcı kitapları bulunuyor ve sonra gaflet içinde yaşıyor.

Gaflet ne demektir? Açıklamaya çalışayım:

  • Din, iman elden gitmiş, o sanki hiçbir şey olmamış gibi normal, sıradan bir hayat sürüyor.
  • Ufuklarda dehşetli bir kasırgayı ve tufanı haber veren kara bulutlar birikmiş, şimşekler çakıyor, gökten gürültüler, yerin altından homurtular geliyor, zemin titriyor… O yine aldırmıyor.
  • Peygamberin (Salat ve selam olsun O’na) 1400 yıl önce haber vermiş olduğu âhir zaman alametlerinin küçükleri tamamen zuhur etmiş, büyüklerinin büyük kısmı ortaya çıkmış ve bizimki hâlâ, kendisini Harunürreşid ve Süleyman Kanunî zamanında yaşıyor sanıyor, yan gelip yatıyor.
  • Asrî Hülagû ordusu Bağdat’ı almış, oluk oluk kan akıyor, Müslümanlar camilerde kurşunlanıp şehid ediliyor; kan, ateş, gözyaşı, feryad u figan… Bu esnada bizim gafiller piknik yapıyor, yiyor içiyor, tıkınıyor, lüks otomobilleriyle gezip tozuyor, caka satıyor.
  • Müslümanlık, dindarlık en büyük tehdit ve tehlike olarak görülüyor, bizimkilerde cılız iniltiler ve sonra zekv ü sefaya devam, gel keyfim gel… “Yeni açılan Şehrizor lokanta ve kebapçısında nefis yemekler, tatlılar varmış, gidelim mi?” “Gidelim gidelim, vakit geçirmeden gidelim, patlayıncaya, çatlayıncaya, tıksırıncaya kadar yiyelim içelim kâm alalım bu dünyadan…”

    Oturduğunuz binanın duvarları çatlamaya, her tarafından çıtırtı sesleri gelmeye başlasa ne yaparsınız? Hemen dışarıya kaçarsınız değil mi? Şimdi binamızın her tarafından çatlama, yarılma, patlama sesleri geliyor ve biz aldırmıyoruz.

    En çok, gafil hocalara teessüf ediyorum. Hoca olmuş, ilim öğrenmiş, Kur’an’ın ve Peygamberin buyruklarını biliyor ve şu zamanda üzerine düşen vazifeleri yerine getirmiyor.

    Nedir bu vazifeler?

    (1) Halkı uyarmak.

    (2) Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek.

    (3) Yaklaşan bela, musibet ve azapları uzaklaştırmak için Müslümanları ibadete, sadaka vermeye, hayır hasenat yapmaya, lüks ve israftan kaçmaya, Allah’a sığınmaya, Peygamberin ruhaniyetinden imdat istemeye çağırmak.

    (4) Para, kazanç, mal hırsını kötülemek.

    (5) Müslümanlar arasındaki fitne ve fesat, nifak ve şikak yangınlarını söndürmeye çalışmak, iman kardeşliği bağlarını kuvvetlendirmek.

    Bu hizmetleri hocalar yapmazsa kim yapacak? Bazı dinî hizmet ve faaliyetler vardır ki, dinsizler onların yapılmasından hoşlanmazlar ve yapanları çarparlar. Bu gibi hizmetleri her kişi yapamaz, er kişiler yapar.

    Bazı hizmetler vardır ki, dinsizler onlara nisbeten izin verirler, yapanları çarpmazlar. Peki, bizim dindar geçinenlerimiz, hocalarımız bu tehlikesiz hizmetleri bile niçin yapmıyor? Türkiye’mizde küçük faydalı dinî ve ahlâkî broşürler yayınlayıp, bunların milyonlarcasını yurt sathında dağıtmak yasak değildir. Niçin Müslümanlar bu gibi hizmetler yapmıyor?

    Bundan önceki Ramazan’larda niçin bu gibi broşürler hazırlanmadı, milyonlarca dağıtılmadı? Bunlarda rant ve maddî menfaat olmadığı için mi? Herşeyin paraya, menfaate, maddî ücrete endekslenmiş olduğu bir devirde yaşıyoruz.

    Kur’an meali ve tefsiri parayla… Hadîs parayla… İlmihal parayla… Ahlâk ve tasavvuf kitapları parayla… Haçlı misyonerler binden fazla lisan ve lehçede bedava kitap dağıtıyor. Biz İslâm, iman, Kur’an nurlarını ve gerçeklerini niçin parasız yayamıyoruz?

    O kadar derin ve koyu bir gaflet içindeyiz ki, yaklaşan dehşetli İstanbul depremi için bile en ufak bir tedbir alamıyoruz. Para hırsı, lüks ve israf fıskı, gösteriş, şatafat, benlik, süs püs hevesi bizi sımsıkı bağlamış, kıpırdanamıyoruz. Sınırlarımızın biraz ötesindeki Çeçenistan’da korkunç facialar cereyan ediyor, gerektiği kadar ilgilenmiyoruz, aldırmıyoruz. Filistin halkı yok ediliyor, vicdanlarımız nasır tutmuş ağlayamıyoruz. İslâm dünyasının her yerinden ahlar, enînler, feryatlar göğe yükseliyor, duymuyoruz. Din işlerine, iman kardeşlerimizin felaketlerine, mukaddesatımıza edilen hakaretlere; cep telefonu denilen belaya verdiğimiz önem kadar önem vermiyoruz.

    Şu sahte sofunun gündemine bakınız: Yaz geliyor, yazlığın bahçesine bakılacak, binasında temizlik yapılacak… Üç sene önce alınmış lüks otomobil eskidi, yerine daha lüks, daha pahalı, daha şeddadî, daha nemrudî yeni bir otomobil alınacak…

    Çok parası ve serveti var ama daha çok kazanmak için çılgınca çalışacak. Daha fazla iyi yemekler yiyecek… Daha lüks ve daha pahalı elbiseler giyinecek… Böyle dindar olur mu, böyle sofu olur mu? Böyleleri dindar müsveddesi veya karikatürüdür. Peygamber ve O’nun vârisi, vekili, halifesi durumunda olan din büyükleri bir vâdide, bizimkiler bambaşka bir vadide…

    Ah bugün feryad u figan etme günüdür… Ağlamamız, kendimizi yerden yere atmamız gerekiyor… Yangın bacayı sarmış, biz yan gelip yatıyoruz. Başsız adamların tasası masası yok. Uyuyorlar mışıl mışıl. Az kaldı feci şekilde uyanacaklar. 13 Mayıs 2006