Pazartesi

 

Eminönü’nden Üsküdar’a giden vapurdaki çocuk beş yaşlarında küçük bir şeydi. Arkada kenarda annesinin yanında oturuyordu. Elinde bir simit vardı. Aç bir martı acı çığlıklar kopartarak vapurun yanında uçuyordu. Çocuk simidinin yarısını koparttı, martıya attı, kuşcağız onu havada kaptı. Çocuk çok keyiflendi, yüzünde mâsum gülücükler peydahlandı. Martı doymuştu. Çocuğun bu sadakası şehrin bir belâdan korunmasına vesile olmuştu.

İhtiyar kadın romatizmalı ayaklarını sürükleyerek üçüncü kattan aşağı indi, apartımanın yanındaki boşlukta yedi kedi onu bekliyordu. Kadın kedileri her gün doyuruyordu. O gün et suyuna tirit hazırlamıştı. Kediler onu görünce ayağa kalktılar, mırıldandılar, önlerine döktüğü yemeği yediler. O anda oraya rahmet indi. Hayvanlara bakmak da bir sadakadır. Sadakalar âfetleri, azapları defeder.

İstanbul korunmuş bir şehirdir. Bu şehir Allah’ın geniş rahmetiyle, yüce korumasıyla ayakta duruyor.

Bu rahmetin, bu korumanın vesileleri vardır. Birinci vesile Allah’ın Resûlüdür. Bu şehirde milyonlarca insan peygamberi seviyor, O’na iman etmiş, O’nu tasdik etmiş bulunuyor, O’na salat ü selâm getiriyor.

İkinci vesile grubu Peygamberin vekilleri, halifeleri, vârisleri olan kâmil mürşidler, ‘âmil âlimler, veliler, sâlihlerdir. Onlar bu fanî dünyayı terk ettiler, başka bir âleme gittiler ama ruhaniyetleri bu şehirdedir. Bu şehirde onların başı, Resûlullah’ın bayraktarı, Ashab-ı kiramın ulularından Eba Eyyub el-Ensarî’dir. Allah ondan razı olsun. Bu şehrin topraklarında ondan başka da sahabeler yatıyor. Asırlar boyunca bu şehr-i İslâmbol’da nice rical-i gayb yaşamış, nice gavslar, kutublar, nüceba, nükeba, ebdal ömür sürmüşlerdir. Feyzleri, bereketleri devam ediyor.

Bu şehirde duaları makbul kimseler yaşıyor. Onlar gizli hazinelerdir, kolay kolay görülmezler, bilinmezler.

Bu şehirde bütün baskılara rağmen tevhid çeken, ezkâr u evrad okuyan sâlîh ve saliha kimseler var.

İstanbul’da hâlâ ezanlar var, namazlar var, tesettüre uyan kadınlar ve kızlar var.

Bu şehirde biz bilmiyoruz ama bulunca dağıtan, bulmayınca şükr etmeye devam edenler var.

Bu vesileler olmasaydı, bunca günah, bunca isyan, bunca azgınlık ile bu şehir ayakta durabilir miydi?

Yer ayaklarımızın altından göçmüyorsa, gökkubbe tepemize çökmüyorsa elbette onları bir Tutan var.

Ancak gafil olmayalım. Allah-ü Teâlâ ihmal etmez, imhal eder, mühlet verir.

Her gece dünya semasına yücelerden münadiler inerek “İstiğfar eden yok mu, haydi istiğfar etsinler…” diye nida ediyor. Bu mânevî nidayı duyan müstağfirler kalkıyor ve istiğfar ediyor. Bu istiğfarlardır ki, göğü tutuyor, yeri tutuyor.

Ancak gaflet, dalalet, fısk u fücur, isyan ve tuğyan, azgınlık, fuhşiyat, riba ve zina, içki kumar son zamanlarda aşırı derecede çoğaldı. Para tek değer haline geldi. Halk yığınları başıboş kaldı. Ümmet-i Muhammed karanlık gecede yağmura ve fırtınaya tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış çobansız bir koyun sürüsüne döndü. Kur’ân ahkâmına uyulmaz, peygamber Sünneti tutulmaz oldu. Azgın bir güruh-i lâ yüflihûn kutsal dine açıkça, cesaretle, küstahça saldırırken, diğer bir uğursuz taife, dine hizmet perdesi altında denânir ve derâhim iddiharına başladı. Bir tarafta korkunç ve akur bir dinsizlik, öbür tarafta rezil bir din sömürüsü.

Müslümanlara nasihat edecek, Ümmet’i çekip çevirecek ulema, meşâyih, sülehâ sayısı çok azaldı. Kendileri için “Onların dinleri para, kıbleleri karıdır” denilen musibet bir tâifenin bastığı yerde ot bitmiyor.

Genel ve yaygın bir rüşvet, tarihte emsali görülmemiş bir soygun ve talan, âhir zaman alametlerinden bina ve zina çokluğu şehrin güvenliğini, korumasını tehlikeye düşürüyor.

Şehrin kurtulması, korunması için iyilerin, sâlihlerin emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker yapması gerekiyor. O da doğru dürüst ve yeteri kadar yapılmıyor. Eğlence, günah, tembellik, fısk u fücur, işret mahalleri tıklım tıklım dolu, ibadet yerleri tenha ve boş.

Haksızlık, zulüm, saçı bitmedik yetimin hakkını yemek, irtişa, işret, murabaha, fuhuş zina, sapıklığın her türlüsü yaygın hale gelmiş. Son zamanlarda pek duyulmuyor ama birkaç sene önceleri sokaklarda “Kahr olsun Şeriat” diye bağırılıyordu.

Uzmanlar büyük zelzele yaklaşıyor diye haber veriyor, uyarıyor. Kimsenin fazla umurunda değil. Bırakın tedbir almak, bir takım uğursuz ve şerir adamlar deprem rantı yemek için bin dolap çeviriyor.

Felaketin, âfetin, azabın ne zaman, nasıl, nereden geleceğini kimse bilemez. Bakarsınız Boğaz’dan geçen petrol yüklü dev bir tanker infilak eder ve korkunç bir yangın olur. Muhbir-i Sâdık “Sadaka belâları def eder” buyurmuş. Halk bunun şuurunda mı?

Bizi ancak ibadet, iyilik, hayır hasenat, adalet, dürüstlük, sadaka, tevbe, istiğfar, Kur’ân’a ve Sünnete sarılma, birbirimizi Allah için sevme, ahlâk-ı hasene, takva, vera kurtarır.

Şehir mânevî yangınlarla yanıp tutuşuyor. Söndürmek için gözyaşı lazım.

Bu devir para toplama, benliğini tatmin etme, şan ve ün peşinde koşma zamanı değil. Azgınlığın sonu iyi olmaz. Peygamber, “Vaktiyle Beni İsrail’den bir topluluk üzerine Allah azab indirmişti, halbuki onların içinde on sekiz bin kişi Peygamberler gibi ibadet ediyordu” buyurmuştu. Bunun üzerine Ashab “On sekiz bin kişi Peygamberler gibi ibadet ettiği halde iken mi Allah onlara azab indirdi?” diye sorduklarında Peygamber: “Çünkü onlar Allah’ın hoşlanmayacağı kötü bir iş gördüklerinde hışım etmezlerdi” cevabını vermişti. Ey Müslümanlar, siz kötülükleri kaldıramazsınız, buna gücünüz yetmez ama emr-i mâruf ve nehy-i münker yapabilirsiniz ve bunu yapmıyorsunuz.

Din baronlarının emr-i mâruf ve nehy-i münker umurlarında değildir. Onlar daha çok para, daha çok benlik, daha çok taraftar, daha çok ün ve alkış istiyorlar. Gururları, nefsaniyetleri o kadar zifiri karanlık ki, önlerindeki korkunç uçurumu göremiyorlar. Peşlerinden gidenleri de sürüyorlar uçuruma.

Felaketleri, âfetleri, azab ve gazabı, musibetleri önlemek için yapabileceğimiz çok şeyler var. Vakit geçirmeyiniz, gaflet etmeyiniz.

AB ve Türkiye

1. Türkiye yüzölçümü bakımından bütün Batı ve Orta Avrupa ülkelerinden büyüktür. AB bizi bu büyük halimizle, üniter bir devlet olarak kesinlikle bünyesine kabul etmez.

2. Nüfusumuz da fazladır, üstelik hızla çoğalmaktadır. Avrupa ülkelerinin nüfusları artmıyor, aksine azalıyor, ihtiyarlıyor. Yunanistan’da yakıntarihe kadar birinci tehlike Türk tehdidi idi. Şu anda bu tehdit ikinci madde olmuştur; birincimadde nüfusun artmaması, azalmasıdır. AB, nüfusu fazla olan, hızla çoğalan ve gençleşen bir Türkiye’yi birlik içine almaz.

3. Şu anda Türkiye’yi oyalıyorlar. Almaya niyetleri yoktur.

4. Alırlarsa, yeni Sevr planları gereğince küçültülmüş, parçalanmış, federe bir yapıya kavuşturulmuş, kolu kanadı kırılmış, kendileri için bir tehdit ve tehlike teşkil etmeyecek, aksine bir uydu ve sömürge haline gelmiş olacak küçük, güçsüz, çapsız bir Türkiye’yi alırlar.

5. Türkiye’nin bugünkü üniter yapısıyla güçlenmesi, Ortadoğu’nun Japonyası haline gelmesi, Güney Kore gibi sanayileşmesi, ürünlerini dünyaya ihraç etmesi, kendi millî kimlik ve kültürünü benimsemesi AB’nin işine gelmez. 25 Ocak 2005