Cumartesi

 

Bir kişi veya toplum için kötülükleri, çirkinlikleri, yanlışları kanıksamak kadar kötü bir şey olamaz. Kendimizin ve toplumumuzun şu haline bakınız: Bin türlü pislik, fenalık, ahlâksızlık, yolsuzluk, çirkinlik, facia, rezalet, kepazelik var ve gerektiği kadar reaksiyon göstermiyoruz.Hattâ bazısına hiç tepki göstermiyoruz.

Alışmışız, kanıksamışız, tabiî görüyoruz, pislik ve çirkeflerle birlikte barış içinde yaşıyoruz.

Sağlıklı, dengeli, vasıflı bir toplumda, ülkenin bir ucunda bir haksızlık, bir çirkinlik, bir kötülük olduğu vakit oradaki insanların tamamı ayağa kalkar, protesto eder, fenalığın giderilmesi için var gücüyle çalışır.

Kötülüklere ve çirkinliklere tepki göstermek için müsait zemin yok mudur? Fazlasıyla vardır. Çoğulcu bir rejime sahibiz, yüzde yüz olmasa bile insan hakları var, hukuk var; miting yapmak, yürüyüş tertiplemek, broşür bastırıp dağıtmak, ilgili makamlara dilekçe, mektup göndermek serbest.

Ağlamak, feryat etmek, kendini yerden yere atmak serbest.

Bizim bugünkü tepkilerimiz ne kadar zayıf ve mıymıntıcadır.

Bir vatandaşın temel insan hakları ihlâl ediliyor. Biz oturduğumuz yerden pek kısık bir sesle vah vah demekle yetiniyoruz.

Devlet, ülke, halk soyuluyor, yüksek sesle protesto etmiyoruz.

Adamlar ormanlık bir yerde, yüzde 6 inşaat yapacaklarına yüzde 94 yaptılar, millet gereği gibi protesto etmedi.

Okullar uyuşturucu pazarı haline geldi; bunu protesto etmek için bir milyon kişilik bir miting yapılması, iktidara “Önlemezsen bundan sonra sana oy yok” denilmesi gerekmez mi?

Bir yetiştirme yurdunda çocukların bir kısmı “evcilik oynamışlar, biraz ileri gitmişler, kızların bekâreti bozulmuş…” Bu kepazelik karşısında bizim tepkimiz ne kadar? Yeterli mi, tesirli mi?

Bunağın biri, camilerde başörtülü kadınlar imamların nezaretinde fâhişelik yapsınlar diye yazdı. Yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla gereği gibi protesto ettik mi?

Bir senedir fennî kontroldan geçmeyen külüstür ve demode bir uçağa kargo paketleri doldurur gibi insan doldurduk, uçak düştü, vatandaşlar öldü. Biz ne yaptık? Biraz vah vah dedik, azıcık inledik ve tepkimiz bitti. Fennî muayenesi yapılmamış uçağı kaldıranların cezalandırılmasını istedik mi?Bu konuda ağırlığımızı koyduk mu?

Konya ovasında İsrail askerî uçakları cayır cayır tâlim ve manevra yapıyor. İran’a bizden kalkıp saldıracaklarmış. Protesto ediyor muyuz?

Kıbrıs elden gidiyor, Kerkük elden gidiyor. Biz ne kadar protesto ediyoruz?

Bir toplumun medenîliği oradaki lüks otomobillerden, cep telefonlarından, mutlu bir azınlığın lüks ve refahından anlaşılmaz.

Mâruf (iyi, doğru, güzel, faydalı) olanı emr edebiliyor musun? Münker olanı (çirkini, kötüyü, fena olanı) önleyip köstekleyebiliyor musun? İşte bunun derecesinde medenî olursun.

Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır.

İçindeki kötülerle ve kötülüklerle mücadele edemeyen bir toplum ve ülke batmaya mahkûmdur.

Münker bir işi, bir kötülüğü taahhütlü mektup yazarak, dilekçe vererek protesto etmekten bile âciziz. Vah vah…

Bedevî, Câhil, Geri Toplumlar Okumaz

İNSAN niçin okuma yazma öğrenir? Elbette okumak ve yazmak için. Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve kendimizi sorguya çekelim:

Biz ne okuyoruz, ne yazıyoruz?..

Vatandaş yüksek tahsil yapmış ve diplomasını alalı onbeş yıl olmuş.Bu müddet zarfında bir tek edebî, tarihî, ilmî, kültürel kitap okumamış.

Gazete okuyormuş…Yahu gazete okumaya okumak denir mi?

Madem ki, okur-yazar vatandaşsın, mutlaka düşünce kitabı okuyacaksın, edebiyat kitabı okuyacaksın, tarih kitabı okuyacaksın, faydalı ve değerli kitap okuyacaksın.

Okunması gereken şeylerin bir ana sıfatı da kalıcı olmalarıdır. Günlük gazetelerin ömrü eskiden 24 saatti. Şimdi bir kaç saatte ölüyorlar, eskiyorlar.

Milyonlarca evde buzdolabı, çamaşır makinası, fırın, televizyon, müzik seti, karyola, gardrop, büfe, vitrin var ama kaç evde bir kütüphane odası veya büyük bir kitap dolabı veya rafı var?

Eskiden bir kısım vatandaşlar her gün bir takvim yaprağı okuyorlardı. O da bitti.

Okumak mı?.. Cep telefonu ile meşgul olmaktan okumaya vaktimiz yok ki.

Medenî insan, hiç olmazsa haftada bir kitapçıları dolaşır ve faydalı, değerli, kalıcı kitaplar alır ve günde en az bir saat bunları dikkatle okur.

Efendim kitaplar pahalı, bütçemiz yetişmiyor… Bu mâzeretlerin hiç geçerliliği yoktur. Otomobiline benzin koydururken paraya hiç acımıyorsun da iş kitaba gelince mi acıyorsun?

Medeniyetin temeli faydalı, değerli, kalıcı kitaplardır.

Kitapsız medeniyet olmaz.

Cep telefonlarını medeniyet sananlar (kimse üzerine alınmasın) zekâ özürlüdür.

Adam yirmi senedir kitap almıyor, kitap okumuyor. Diyelim ki, benim bu yazımı okudu, hem kızdı, hem doğru buldu ve kitap almaya gitti. Alışverişi isabetli olmayacaktır. Kapağının parlaklığına, renklerine bakacak, ismine aldanacak ve faydasız kitaplar alacaktır.

Başlangıçta, bilen bir kişinin rehberlik etmesi gerekir.

Elli seneden beri kitapçılık, yayıncılık işlerinin içindeyim. Türkiye’nin nüfusu 30 milyon iken halk kitaplarını bir defada 10 bin nüsha basıyorduk. Şimdi 72 milyon olduk, tirajlar bine düştü. Millet artık takvim yaprağı bile okumuyor.

Televizyon kültür ve irfan hayatımızı öldürdü.

Beyni, aklı, zekâsı dumura uğramış toplumlar, isteseler de okuyamazlar.

Okusalar da kolay kolay anlayıp idrak edemezler.

Okumak yazmak dükkân tabelâlarını, günlük gazeteleri, dergileri, ilaç prospektüslerini, yemek târiflerini okumak değildir.

Mutlaka kaliteli kitap okunmalıdır.

Faydalı kitaplar… Değerli kitaplar… Kalıcı kitaplar…

Herkesin özel kitaplığı olmalıdır.

Aylık bütçelerde kitap, kültür, sanat faslı bulunmalıdır.

Okunup öğrenilen faydalı bilgiler hayata geçirilmelidir.

Okumayan bir toplum barbar, vahşî, bedevî, geri bir toplumdur. 14 Ocak 2007