Kötüye Gidiyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
İşler her geçen gün daha kötüye gidiyor. Çözülme, dağılma, parçalanma tehlikesi var. Elbirliğiyle şu memleketi, şu milleti, şu devleti kurtarmak, kuvvetlendirmek, sağlığa kavuşturmak için toplu bir irade görülmüyor. Sağcı sağcılık, solcu solculuk, laik laikçilik, İslâmcı İslâmcılık yapmaya devam ediyor. Halk tehlikenin farkında değil. İşler her zamanki gibi bozuk, bu durum eskisi gibi müzmin şekilde devam edecektir sanıyor. Halbuki “dibe vurmak” şeklinde ifade edebileceğimiz bir son yaklaşmaktadır. O zaman büyük bir çatırtı olacak, büyük hercümercler, çöküntüler yaşanacaktır. Diğer kesimlerdeki gafleti tabiî görürüm de, Müslüman kesimdeki vurdumduymazlık, gaflet, umursamazlık, alışkanlık beni büyük üzüntüye ve haklı bir öfkeye sevkediyor. Müslümanlar milletin, vatanın, devletin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler karşısında böyle mi olmalıydı? Hem beyinsizlikleri, hem de kendi küçük çıkarları ve ikballeri yüzünden hâlâ olmayacak dualara âmin diyen, peşlerindeki kitleleri de aldatan reisler ve kurmaylar görüyorum.
Türkiye bir yol ayrımındadır, bir dönüm noktasındadır. Bunu bilmek, anlamak, idrak etmek gerekir. Satrancı günün şartlarına, tarihin gidişine göre oynamak icab eder. Ülkemizde bir şeyler bitmektedir. Sistemde kendimiz tâdilat ve yenilik yapmazsak, çöken yapının enkazı altında milletçe kalacağız. Derin kültürlü, uzak görüşlü, engin ufuklu olmayan kitleleri aldatmak kolaydır. Kitleler en olmayacak dualara âmin derler, aklın ve mantığın kabul etmeyeceği hayaller, kuruntular, ütopyalar peşinde koşarlar. Türkiye halkına merhamet etmek lazımdır. İleride zor günler, büyük sıkıntılar zuhur ederse faturanın büyük kısmını halk ödeyecektir. Tuzu kuru olan kişi ve kesimlerin büyük servetleri, imkânları, imtiyazları bulunmaktadır. Onlara fazla bir zarar gelmez. Müslüman aydınlara, seçkinlere, sorumlulara, reislere de hitap etmek istiyorum. Üzerinizde büyük sorumluluk, büyük vebal vardır. Son derece gerçekçi olmak gerekir. Gerçekleşmeyecek dualarla, hayallerle, kuruntularla uğraşmak zamanı değildir. Oynanmakta olan satranç bizim için bir ölüm kalım meselesidir. Bu oyunu kazanmamız için uzman oyuncularımızın bulunması gerekir. Akıl, vicdan, üstünlük, ihtisas, dirayet, ehliyet, kabiliyet, muvaffakiyet gerekir. Hizipçi, fanatik, sekter zihniyetle bugünkü kötü durumdan kurtulamayız. Tarihe bakalım. Kendi içlerindeki beyinsizler yüzünden nice kavim helâk olmamış mıdır?
Azerbaycan’ın büyük şairi
‘nin Türk Edebiyatı dergisinde
başlıklı şiirini ibretle okudum. Önce manzumeyi birlikte okuyalım, sonra müsaadenizle onun bana ilham ettiklerini yazayım.
Esâret odunda pişti neslimiz
İstiklal uğruna yandık yakıldık
Vardık istiklale, bu mâbedde biz
Şükür namazını kıblesiz kıldık
Şimdi biz azadız, bizi bir zaman
Şeytandan koruyan âr ve hayâdan
Azadız düşmana gazaptan kinden
Millet hedef oldu öz nefretine
Kurtulup özgenin esaretinden
Düştük kendimizin esaretine
Azadız rahimden, insaftan da biz
Milletin hakkıyla yüz yüze kaldık
Ana yurdumuzun kansız rahimsiz
Gaddar talancısı kendimiz olduk
Benzerimiz yoktur yalancılıkta
Bu ona şer attı, o buna bühtan
Yurdu dağıtmakta, talancılıkta
Azadız korkudan, Allah havfından
Şimdi azadlığım bana düşmandır
Bu gizli oyunu anlamaz felek
Beni kör kuyudan çıkaran kendir
Şimdi boğazıma geçmiş halka tek
Nice İslâm ülkesinin kaderi böyle olmuştur. Yabancı esaretinden kurtulmuş, sonra kendi nefslerinin, içlerindeki şerirlerin tuzağına ve esaretine düşmüşlerdir. İngiliz, Fransız sömürgecilerinin köleliğinden kurtulan İslâm ülkelerine bakınız.
Muhteris adamların post kavgaları, klan ve aşiret savaşları, eşkıyalık, mafyacılık, talan ve yalan, büyük hırsızlık, soygun, millet malını yağmalamak, demagoji… İslâm ülkelerindeki bunca arivist, soytarı, haydut, eşkıya, haşarat, yiyici, hortumlayıcı adam ve çete nereden zuhur etmiştir?
Şu Afganistan’a bakınız. Rusları koğdular, sözde hürriyetlerine kavuştular. Şimdi on kadar hizip birbiriyle gırtlaklaşıyor. Ülke harabeye döndü. Yüz binlerce yetim, dul. Milyonlarca bedbaht vatandaş. Sakatlar, açlar, çıplaklar. Bir kış daha geliyor. Oradaki zavallı halk ne yiyecek, ne içecek, nasıl ısınacak ve barınacak? Ne dindarlarda insaf kalmış, ne dinsizlerde.
Haydi dinsizde insaf olmaz, peki Müslüman geçinenlere ne oluyor? Merhamet yok, hayâ yok, ar ve namus şişeleri taşa çalınmış, para ve menfaat milyonların dini imanı olmuş, ihtiraslar ve şehvetler galeyanda. Haram yiyicilik almış yürümüş. Fâizcilik ve sigortacılık kâfir ülkelerindekinden fazla yaygın. İnsaf, iz’an, adalet, vicdan, ahlâk, fazilet, kerem, ihsan, mürüvvet lügatlarda kalmış.
Dilleriyle Allah diyenlerin bile kalplerinde Allah korkusu yok. Çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar, İslâm’ın yasak ettiği nice kötülüklere bulaşmış. Gıybet, kibir, gurur, mü’mine husumet ve adavet, haram yiyicilik, yalan, emanete hıyanet, vaadinden dönmek, nifak alametleri… Müslümanlar bu hale nasıl düşmüşler? Sürülerin başına çoban kepeneği giymiş kurtlar geçmiş. Peşlerinden giden mü’minleri kaz gibi yolan, inek gibi sağan kurtlar. Akıl, fikir, iz’an, vicdan, kültür kalmamış.
Yerde, gökte nice ibretli hadiseler oluyor da gören, kulak veren, bunlardan kendine ders çıkartan yok. Cihan yıkılsa herkes kendi menfaatini, günlük küçük hesaplarını düşünüyor. Her yeri putlar sarmış. Nefs putları, mal ve cah putları. Vahabzâde ne güzel söylüyor: “Beni kör kuyudan çıkartan kendir şimdi boğazıma geçmiş, halka tek”
15 Kasım 1998 Pazar