Krizin Teolojik ve Metafizik Boyutları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Salı
Türkiye’nin Ortadoğu’nun, İslâm âleminin, insanlığın ve dünyanın bugünkü halini anlamak, istikbali hakkında tahminler yürütebilmek için pozitivisit, materyalist, rasyonalist zihniyet ve bakış açısı asla yeterli değildir. Teolojik ve metafizik boyutlar vardır; onları da hesaba katmak gerekir.
Bazıları:
– Enflasyon düşsün, borçların ödenmesi çaresi bulunsun, sanayi güçlensin, kuvvetli bir paraya sahip olunsun işler düzelir diyor? Diğer bir grup ise:
– Partiler ve seçim kanunu düzgün ve demokratik hale getirilsin, seçimler yapılsın, ondan sonra işler yoluna girer şeklinde konuşuyor.
Bu iki ümit de son derece sığ, eksik ve temelsizdir.
Türkiye’nin bir parçası olduğu insanlık âlemi ve dünya tarihî bir cycle’ın sonuna yaklaşmaktadır. Bu ya “bir tarihî cycle’ın sonudur”, yahut tarihin sonudur, yâni Büyük Kıyamet’tir. Her iki şıkta da, seçimlerle, iktisadî ve mâlî iyileşmeyle kriz sona ermez.
İnsanların iradelerini aşan bir irade vardır. O ne taktir ettiyse onlar olur. İnsanlara hikmetli öğütler verilmiş; doğruluk, iyilik, güzellik için neler yapmaları gerekiyorsa açıkça bildirilmiştir. Yapılmaması gereken kötülükler de açık ve seçik olarak bildirilmiştir. İnsanlık bu emir ve yasakları dinlememiş, kendisine çizilen sınırlara riayet etmemiştir. Kendi horizontal, beşerî iradesiyle iyiliğe, doğru olana, güzele, hayra, adalete yönelmediği; tam aksine kötülüğe, eğriliğe, yanlışa, çirkine yöneldiği için insanlık, önceden haber verilmiş olan cezaya layık duruma düşmüştür.
Büyük İradenin, adına mübrem kaza denilen bir kazası vardır. Onu hiçbir beşerî irade, niyet, güç geriye çeviremez, olmasını engelleyemez. İnsanlık bugünkü azgınlık, şaşkınlık, çılgınlık içinde kötü bir âkıbete doğru yol almaktadır.
İslâm dini yeryüzünde barış, adalet, haysiyetli bir hayat olması için gönderilmiştir. Müslüman dünyası İslâm’ı uyguluyor mu? Maalesef hayır. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar İslâm âleminde tefrika, nifak, şikak, dalalet, küfür, günah, isyan, zulüm, hıyanet görülüyor. Bu iddia, bütün Müslümanların kötü olduğu mânâsına elbette gelmez. Lakin iyi Müslümanlar, ya aczleri dolayısıyla, yahut gayretsizlikleri ve gafletleri yüzünden İslâm dininin temel farzlarından birini teşkil eden emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker vazifesini yerine getirememektedir.
Hindistanlı büyük İslâm âlimi Ebü’l-Hasen Nedvî merhumun dediği gibi “İslâm dünyası, karşısında bir Ebûbekir’in bulunmadığı bir irtidat cereyanı” içinde bulunmaktadır.
İslâm dünyası o hale gelmiştir ki, fikirleri, inançları, görüşleri, yazıları, hizmet ve faaliyetleri yüzünden kendi vatanında barınamayan bir Müslüman herhangi bir İslâm ülkesine değil de, insan haklarına saygılı demokratik bir Hıristiyan ülkesine hicret etmek zorunda kalmaktadır.
İnsanlığa İslâm’ın ilahî nurlarını götürmekle vazifeli Müslümanlar kendi diyarlarında, kendi ülkelerinde garip kalmışlardır. İslâm Peygamberi (Salat ve selam olsun O’na) bir hadîs-i şerifinde “İslâm garip geldi, garip gidecektir” buyurmuşlardır.
İnsanlığın ve İslâm dünyasının bugünkü durumuna bakıp da ümitsizliğe düşmek doğru olmaz. Çünkü İslâm dini ümitsizliği yasak etmekte, haram kılmaktadır. Allah’tan asla ümit kesilmez. Peygamberimiz “Yarın Kıyamet’in kopacağını bilsen, elindeki hurma fidanını dik” buyurmuşlardır. Müslüman için ölüm bir bitiş, yok oluş değil; fânî dünyadan baqi âleme geçiş demektir.
Müslümanların, kriz zamanlarında, Kıyamet’in ayak seslerinin duyulduğu günlerde de yapacakları hizmetler ve vazifeler bulunmaktadır. Dünya fânîdir, aldatıcıdır, oyalayıcıdır; ona bel bağlamak, ona güvenmek son derece zararlıdır. Akıllı, firasetli, uyanık, şuurlu Müslümanların kriz devirlerinde son derece dikkatli olmaları ve üzerlerine düşen birtakım dinî vazifeleri ciddiyetle yerine getirmeye çalışmaları gerekir. Ahireti unutup da bütün hırsıyla dünya hayatına, dünya mallarına, dünya zenginliklerine yönelmek ve sarılmak sapıklıktır. Müslüman âhirete yönelik kimsedir; dünya için ancak orada kalacağı kadar çalışır. Dünya âhiretin mezraasıdır (tarlasıdır), ektiklerini burada değil öteki dünyada alacaktır.
İnsanlara ilahî bir öğüt olarak gönderilmiş olan İslâm’ın kurtarıcı, haysiyet kazandırıcı, ebedî saâdete ulaştırıcı emir ve yasakları ile ilgili bilgiler bu devirde gereği gibi anlatılmıyor, halk ve gençlik bu konuda yeterince eğitilmiyor. Okullardaki derme çatma din dersleriyle iş bitmez. Bugün beş vakit namaz kılan dindar anne ve babalar bile oğullarının ve kızlarının ebedî kurtuluşu ve saâdeti için değil, maddî kazançları, konforları, lüksleri, iyi bir hayat sürmeleri için çırpınıyorlar…
Son derece ahlaklı, faziletli, dindar, efendi bir genç zengin bir Müslümanın kızına tâlip oluyor; bol gelirli, mallı mülklü, zengin olmadığı için reddediliyor.
Mal ve para sevgisi, gösteriş, caka ve tafra satmak; İslâm dininin yasaklamış olduğu lüks ve israflı bir hayat tarzı; lüks evler, lüks dekorasyon, lüks otomobiller, lüks elbiseler, lüks yemekler sözde Müslümanların dini haline gelmiştir.
Ramazana fazla bir zaman kalmadı; geçen yıllarda olduğu gibi bu Ramazan’da da doğru dürüst bir irşad, tebliğ, nasihat, dinî eğitim, hayırlı propaganda yapılmayacaktır. Birtakım zengin Müslümanların, zengin cemaatlerin, zengin tarikatların beş yıldızlı lüks otellerde, lüks restorantlarda verdikleri gösterişli iftar ziyafetleri Şeriat’ın ölçülerine göre haramdır. Allah-ü Teâlâ israfı, riyayı, gösterişi, gururu, kibri yasak kılmıştır. Resûlullah efendimiz (Salat ve selam olsun O’na) Sultanü’l-Mütevâziîn’dir, yâni alçakgönüllülerin sultanıdır. Şu yetmiş milyonluk ülkede milyonlarca fakir, miskin, ezilmiş, işsiz, perişan vatandaş inim inim inlerken, sürünürken, fakr u zaruret içinde ağlarken birtakım ensesi ve göbeği kalın, tuzu kuru vicdansız zengin ve güçlü Müslümanların iftar yapacağız diye lüks ziyafetler tertiplemeleri ayıptır, günahtır, İslâmla ve Müslümanlarla alay etmektir. Ahir zaman fitnelerinin dünyayı ve insanlığı karanlığı içine almış olduğu bir devirde böyle ziyafetler ilahî rızaya muvafık mıdır, yoksa ilahî gazaba ve azaba mı layıktır, zerre kadar iz’anı olanlar cevap versinler bu soruya. ..
Bütün imanlı, uyanık, şuurlu, akıllı, firasetli kişilere düşen birinci vazife, önce kendi ülkemizde, sonra bütün İslâm âleminde, sonra dünyada insanları imana İslâm’a, Peygamber mesajına ve Sünnetine, Şeriat hükümlerine itaate, ahlâka, fazilete, emirleri yerine getirip yasaklardan kaçınmaya, nefs ile mücadeleye, evrensel İslâm barışına dâvet etmektir. Müslümanların başını çeken, her yıl dine hizmet edeceğiz diye onlardan milyarlarca dolar devşiren hazretler, büyükler kodamanlar, baronlar bu gibi hizmetleri yapmazlarsa dine ihanet etmiş olurlar.
Ya Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a itaat edeceğiz, doğru yola girip vazifelerimizi yapacağız, yahut da ceza-yı sezamızı çekmeye hazır olacağız. 02 Ekim 2002