Küçük Büyükler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Cumartesi
Ehl-i Sünnet İnancına göre Peygamber aleyhisselamdan başkası mâsum yani günahtan korunmuş ve hatâsız değildir. Sünnî geçindikleri halde başlarındaki büyükleri mâsum, hatâsız, yanılmaz, sorumsuz gören cemaatler sapıtmış demektir.
“Bizim hazretimiz yanılmaz, hatâ etmez, ne söylerse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir, onu tenkid edenler, ona karşı çıkanlar, onu uyaranlar zındıktır, sapıktır, hatta kâfirdir…” Bunlar ne korkunç hezeyanlardır. Din kardeşlerimizi bu konuda, en uygun ve münasib şekilde uyarmamız gerekir.
Gerçek din büyüğü
demez. Resûlullah Efendimiz, “Ben, Âdemoğullarının, yani insanların seyyidiyim…” buyurmuşlar ve ardından hemen ilave etmişler “Bunu, fahr etmek, öğünmek için söylemiyorum…” Niçin söylemiş? Allah bana bu makamı ve hizmeti verdi, beni öncelikle Müslümanlar, sonra bütün insanlar için uyulması, tâbi olunması, taklid edilmesi gereken en güzel örnek ve model olarak gönderdi. Bunu biliniz, kurtulmak, ebedî mutluluğa nâil olmak için bana uyunuz…
Bir tarikatın, bir cemaatin dinî bir grubun; İslâmî hizmet ve faaliyetler için topladığı paralar Kur’an’a, Sünnet’e, İcma’ya, Fıkha, Şeriafa, ahlâk-ı İslâmiyeye, hikmete uygun şekilde harcanacaktır. Bu paraların bir kuruşu bile bir Hazret, bir din baronu, erbab haline getirilmiş, putlaştırılmış bir kimse için harcanamaz.
Din ve hikmet, “şöhret âfettir” buyuruyor. Büyük sanılan bir kişi, şöhret için yanıp tutuşuyorsa bilin ki, o, büyük değil küçük bir adamdır.
Din ve Şeriat, riyâsete (başkanlığa) tâlip olunmasını uygun görmüyor. Böyle bir talep (çok nâdir istisnalar dışında) haramdır.
Büyük, olgun, yüksek bir Müslüman kesinlikle şöhret istemez, başkanlık istemez, şahsî reklâm ve propagandasının yapılmasından hoşlanmaz.
İnsan ölçüsünde ve mikyasında en büyük olan Peygamber aleyhisselatuvesselâm son derece mütevâzı, alçakgönüllü ve kanaatkar idi. Bir meclise geldiğinde başköşeye oturmaz; ilk gördüğü boş yere ilişirdi. Ashab-ı Kiram, Peygamberin hoşlanmadığını bildikleri için O geldiğinde ayağa kalkmazlardı.
Peygamber’in evi çok basitti. Mütevazı binitlerle gezerdi. Genellikle yiyeceği, giyimi çok sade idi.
İslâm büyüğü şu şeyler için çalışmaz:
1. Kendi şahsî menfaati için çalışmaz.
2. Şöhret ve başkanlık için çalışmaz.
3. Cemaat, tarikat, meşreb onun için amaç değil vasıta ve vesiledir.
İslâm büyüğü şu değerler ve kurumlar için çalışır:
A. İman için çalışır.
B. İslâm için çalışır,
C. Kur’an İçin çalışır.
Ç. Sünnet için çalışır.
D- İslâm ahlâkı için çalışır.
E. Ümmet için çalışır.
Bunları bırakıp da birinci plana kendini, cemaatini, tarikatını, meşrebini çıkartan kemâl yolunda ve makamında değildir.
Ben meşhur olayım, ben daha büyük olayım, herkes bana ser-füru etsin (baş eğsin), şanım yüce olsun, tantanam ve şaşaam olsun, herkes benden bahsetsin havalarındaki büyükler gizli şirke düşmüşlerdir.
Gerçek İslâm büyüğü, bir tarikate veya cemaate intisabın bir nasib meselesi olduğunu bilir.
Kâmil olmayan sözde mürşidlerin dervişleri, muhibbleri, bağlıları tekâmül etmezler. “Müridine bakayım, şeyhin kim olduğunu söylerim.”
Gerçek İslâm büyüğü, kendisinden el almış kimselerin kendisini putlaştırmasına, rabb hale getirmesine bütün gücüyle karşı çıkar.
Gerçek büyüğün ücreti Yaradan’a aittir. Yaratıklardan ücret almaz, onlara fatura kesmez.
Hüccetü’l-İslâm İmamı Gazalî Hazretleri, Nizamiye Üniversitesindeki profesörlüğünü bırakıp tasavvuf yoluna girdikten sonra, Hazret-i İbrahim’in kabrinin bulunduğu Halilurrahman şehrinde muvahhidlerin atası o yüce peygamberin kabrinde Allah’a üç söz vermişti: Birincisi, sultanların ve devlet büyüklerinin huzuruna çıkmayacak, davet edilse de gitmeyecekti. İkincisi, sultanların ve devlet büyüklerinin hediye ve ihsanlarını kabul etmeyecek. Üçüncüsü, hiç kimseyle tartışmayacak, münakaşa etmeyecek.
Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin vefatından sonra hem gavs hem kutup olan Seyyid Ahmed er-Rufaî Hazretlerinin hayatını ve menkıbelerini her okuyuşumda onun tevâzu ve alçak gönüllülüğüne hayran kalırım. Bağdat sokaklarındaki uyuz köpekleri toplar, onları yıkar, temizler, yaralarının üzerine mübarek elleriyle merhem sürermiş.
Bediüzzaman’a bakıyorum, ne kadar mütevâzı; ne kadar kanaatkâr; şöhretten ne kadar kaçan bir şahsiyet!..
Bütün gerçek şeyhler, kâmil mürşidler, âmil âlimler böyleydi.
Sıradan bir Müslüman’ın gururunu kabul edebiliyorum da; büyük geçinen, büyüklük taslayan bir kimsede gurur, kibir, tafra, riyâset şehveti, para ve mal ihtirası olmasını kesinlikle kabul edemiyorum.
Şeyh Muzaffer Efendi’nin dükkânına bir gün 16 yaşlarında bir delikanlı gelmiş. Efendi Hazretleri hemen kalkmış, eğilmiş delikanlının elini öpmüş. O öptürmemek istemiş ama Efendi Hazretleri bırakmamış… Kimmiş bu 16 yaşındaki delikanlı?.. Hanedan-ı Âl-i Osman şehzadelerinden birinin torunuymuş.
Tramwayda, otobüste, banliyö tren veya vapurunda oturarak yolculuk ettikleri sırada 80 yaşındaki kimselere yer vermeyen, onları görmemek için öküz gibi camdan dışarı bakan gençler benim bu dediklerimi anlayamazlar.
Anlayan anlar… Onların ellerinden öperim… 20 Mayıs 2007