Küçük Camiye Upuzun Minare
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Şubat 2019
Pazar
Yakın bir dostumun rahmet-i Rahman’a kavuşan pederinin cenazesini Karacaahmed mezarlığına götürürken yol üstü bir cami gördüm. Üstü kiremitle kaplı eski, küçük bir cami. Binası alçak olduğu için minaresi de ona göre yapılmış. Sonradan yanına füze gibi yüksek iki şerefeli uzun mu uzun yeni bir minare yapmışlar. Bir yanda bina ile mütenasib (orantılı, nisbetli) kısa ve estetik minare, öbür tarafta fabrika bacası gibi çirkin, ölçüsüz, zevksiz, sanatsız ucube yeni minare.
İslâmî hizmet ve faaliyetler için para bulmak ve o parayı harcamak yetmiyor. Paranın gereken yere, yerli yerinde sarf edilmesi gerekiyor.
Müslümanlar son elli altmış yıl içinde cami helaları, cami meşrutaları (imam ve müezzin lojmanları), cami kaloriferleri, cami soğutma, serinletme tesisatı, cami hoparlörleri, camilerdeki ışıldak, fırıldak ve zırıldaklar, uzun ve bol şerefeli çirkin binalar uğrunda milyarlarca dolar para harcadılar. Neticede ne oldu? Kurtulduk mu? Selamete çıktık mı? Yüceldik mi? Zilletten izzete, esaretten hürriyete geçtik mi? Heyhat ki heyhat… Daha beter olduk.
Bu anlattıklarım camilerle ilgili masraflar, yatırımlar, sözde hayırlar. İslâmî hizmet ve faaliyetlerin başka vecheleri de var. Elli yıldır hafız mektepleri için de milyarlarca dolar harcadık. Hafızlık ulu bir şereftir, yüksek bir unvandır. Bir şartla: Kur’an’ı Allah rızası için okumak, Kitabullah’ı geçime, zengin olmaya, para kazanmaya âlet etmemek, vasıta kılmamak…
Hâfızlık yâni Kur’an-ı Azimüşşan’ı ezbere okumak bir ilim midir? Değildir. Tefsir, hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, usûl-i tefsir, usûl-i hadis, siyer, ilm-i kelâm gibi ilimlerin yanında bir de hâfızlık ilmi diye bir ilim yoktur. Biz ise, asıl ilimleri bırakmışız ve elli yıldan beri hâfız orduları yetiştirmekle uğraşıyoruz. Netice ne oldu? Belki ülke çapında yüz binlerce hâfız yetiştirdik ama selamete çıkamadık.
Bize öncelikle gerçek büyük din uleması lazımdı. Hem islâmî ilimleri hakkıyla bilen, hem de çağ kültürüne sahip büyük ulema. Zamanın Gazalî’leri, İmamü’l-Haremeynleri, İbn Âbidin’leri, İmamı Şaranî’leri…
Maalesef son devirde yetişmiş Osmanlı uleması gibi alimler de yetiştiremedik. Elmalılı Küçük Hamdi’ler, Şeyhülislam Mustafa Sabri’ler, Düzceli Muhammed Zâhid Kavserî’ler…
Bir o eski ulemaya bakınız, bir de şu yenilikçi, reformcu, telfik-i mezahipçi, Mason Cemalüddin Afganî’ci, ilahiyatçılara…
Bir derneğin, bir vakfın, bir tarikatın, bir cemaatin, bir zümrenin kontrolünü ve malî kaynaklarını ele geçirenler, İslâm’ın temel prensibi istişareyi (ehline danışmayı) bıraktılar ve kendi hevaları, kendi re’yleri, kendi akılları ne istiyorsa onu yaptılar. Bizim nice işlerimiz maalesef yazımın başında anlattığım iki minareli camiye benziyor. Eskiden kalma güzel bir minareye sahip olan o camiye upuzun, zevksiz, sanatsız, çirkin, uygunsuz yeni bir uzun minare yapmak gerekli miydi? Elbette değildi. Lakin cami derneğinin başkanı ve üyeleri kimseye danışmadılar, bilenlerle istişare etmediler ve sonunda büyük bir parayı ziyan ettiler. İslâm Şeriatının hükümlerine göre o masrafı yapanların bu parayı tazmin etmeleri gerekir.
Büyük ulemadan sonra bize büyük araştırıcılar, büyük lisan ve edebiyatçılar, büyük tarihçiler, büyük hukukçular, büyük mimarlar, büyük siyasal-bilimciler, büyük sosyologlar, büyük antropologlar lazımdı. Maalesef onları da yetiştiremedik.
Her cemaat, her tarikat, her fırka mensubu kendi ihvanı, kendi gençleri için “Onlar bulunmaz cevherlerdir, değerli pırlantalardır” edebiyatını yapıyor, gerçekten öyle mi?
Elli seneden beri Amerika ve Avrupa’da büyük gazeteciler, televizyoncular yetiştirmiş olsaydık, medya sahasındaki geriliğimizi ortadan kaldırmış olurduk.
Dünyadan haberimiz yok, ülkede olup bitenlerden haberimiz yok. Daha bir iki sene öncesine kadar Sabataycılığı bilen Müslümanlar yüzde kaçtı veya binde kaçtı? Başta İbranice olmak üzere üç beş lisan bilen güçlü araştırıcılar yetiştirmiş olsaydık, ülkemizin bu gizli ve esrarlı lobisini öğrenmiş, halkımıza ve aydınlarımıza öğretmiş olurduk.
Tarihimiz tahrif edildi diye ağlayıp duruyoruz. Peki, gerçek tarihi yazacak; tarihî yalan, masal ve mavalları cerh, red ve tenkit edecek büyük tarihçiler yetiştirdik mi? Millî mücadele ve Mustafa Kemal Paşa hakkında kaç ilmî araştırma hazırlayıp ve yayınlamışızdır?
Sultan Abdülhamid Han’ın hayatı, devr-i saltanatı hakkında yüzlerce ciddî, vasıflı, derin, ilmî kitap çıkartmamız gerekirken bu vasıflara sahip bir tek eser bile ortaya koyamamışızdır.
Son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han hakkında kitabımız var mı?
Evet cami helasıyla, cami lojmanıyla, cami kaloriferi ile, camilere ışıldak, fırıldak ve zırıldak yerleştirmekle işler halledilmiş oluyor.
İslâm bir şehir ve medeniyet dinidir. Kırsal kesim, varoş, taşra, gecekondu zihniyetiyle, marjinal kafayla islâmî hizmet ve faaliyet olmaz. Önce dört başı mâmur, efradını câmi ve ağyarını mâni bir plan, program ve strateji yapacaksın, sonra bunları tatbikata koyacaksın.
Adamların tahsilleri, akılları, kültürleri, ilimleri, irfanları, ufukları yetersiz ve kendi kafalarına göre hod be hod islâmî hizmet ve faaliyet yapmaya kalkışıyorlar. Sonunda tabiî ki, hizmet olmuyor, hezimet oluyor.
Biz, büyük ulema, büyük mücahid, büyük ilim ve fikir adamları yetiştirmiş olsaydık, onlar parasız da islâmî hizmet ve faaliyet yaparlardı. Bediüzzaman bunca hizmeti ve fütuhatı para ile mi yaptı? Hepsini parasız yaptı. Ehlulllah, evliyaullah, rabbani alimler, mürşid-i kamiller geçmiş asırlardaki büyük hizmetleri büyük manevi fetihlerini parasız yapmışlardır.
Para, maddî imkân tek başına bir işe yaramaz. Onun yanında mutlaka ilim, irfan, firaset, fetanet, hikmet, ihlas olması gerekir.
Türkiye Müslümanları son otuz yıl içinde Nelson Mandela, Rahibe Tereza gibi şahsiyetler yetiştirebildi mi?
Başarısızlıklarımızın sebeplerini bile araştırmıyoruz. 12 Ağustos 2002