Küçük İş Seferberliği
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Salı
Nüfusuna nisbetle kahvehanesi en bol ülke bizmişiz.Kahvehane nedir? Benim tarifime göre “İçinde bir iş yapılmayan, çalışılmayan, vakit öldürülen mekân”dır.
Toplumumuzun önemli bir kısmı çalışmaktan, üretmekten, iş yapmaktan hoşlanmayan bir karakter yapısına sahiptir.
Çalışmadan, kazanmadan, üretmeden tüketmeye gelince işte ona bayılırız.
Peki bu işin sonu ne olacaktır?
O kadar ümitsiz ve karamsar olmayalım. Nüfusumuz hayli kalabalıktır. Yüzde birimiz çalışkan, müteşebbis (girişimci), üretici olsa, yekûn olarak 700 bin kişi eder. Bunların her biri peşinden 10 kişiyi sürükleyebilse 7 milyon kişi. İşte bu 7 milyon kişi Türkiye’yi kalkındırabilir.
Peşinden sürüklemek ne demektir? Çalışacak, üretecek, teşebbüs edecek, ticaret yapacak ve başkalarını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çalıştıracak, çalışmaya teşvik veya mecbur edecek demektir.
İnsanları çalıştırmak için ille de bacalarından buram buram dumanlar tüten büyük fabrikalar kurmak gerekmez. İstihdam (çalıştırmak, hizmet ettirmek) için küçük atölyeler, dükkânlar da işe yarar. Basit bir örnek vereyim: Çalışkan, müteşebbis bir vatandaş küçük bir işyeri açtı ve burada üç kişi çalıştırıyor. Bu da bir istihdamdır. Böyle yerlerin sayısı günün birinde bütün yurt sathında 100 bin olursa 300 bin kişi çalıştırılmış olur. Bizzat çalışanlardan başka, bu işlerden dolaylı şekilde yararlanıp ekmek kazananlar da olacaktır. Taşıyanlar, satanlar, aracılık edenler… Yekûn olarak bir milyon kişi geçinmiş olur.
ABD’nin eski başkanlarından
işbaşına geldiği zaman ülkesinde iktisadî bir durgunluk vardı. Küçük işletmeleri, hattâ ev atölyelerini teşvik ederek durgunluğu gidermişti. Bu teşviklerle orada 150 bin küçük işyeri, atölye, dükkân, hattâ evlerde tezgâhlar kurulmuştu.
Ülkemizi iktisaden pençeleri altına almış olan, bizi korkunç ve dehşetli bir borç tuzağına düşürmüş bulunan dış güçler sanayileşmemizi istemiyor, yeni fabrikalar kurmamıza izin vermiyor. Yeni fabrikalardan vazgeçtim, eskilerini kapattırmak veya haraç mezat sattırmak için baskı yapıyor.
Hatırlar mısınız, bir ara “YeşilSermaye Tehlike ve Tehdidi” diye korkunç cayırtılar kopartılmış, tehditler savrulmuştu. Sermayenin yeşili, kırmızısı, beyazı veya mavisi olur mu? Onlara göre olur. Onlar bu memleketin Müslüman çoğunluğunun iktisaden, ticareten, malî bakımdan güçlü olmalarını istemezler.
Anadolu’da kurulan fabrikaları ve işyerlerini de batırmak, kapattırmak için bin türlü dolap çevirmişlerdi.
Emperyalistler ve onların içimizdeki yardakçıları dışa bağımlı bir ekonomi ve sanayi istiyorlar. Onlara göre elbette bu ülkede eşitlik vardır ama bir zümre “daha eşittir”.
İçinde bulunduğumuz çukurdan çıkabilmek için mutlaka çalışkan, üretici, kazanan, çalıştıran (velev ki, bir kişi olsun) bir toplum olmamız gerekiyor. Toplumun yüzde yüzü böyle olamayacağına göre iş yüzde birlere kalıyor, yani yurt çapında 700 bin kişiye.
Mutlaka bir şeyler üretmemiz, mutlaka (helâl olmak şartıyla) ticaret yapmamız, mutlaka bir, iki, üç kişi de olsa çalıştırmamız, iş-ekmek kazandırmamız gerekmektedir.
Ne gibi işler yapabiliriz?
Bakın birkaç yıl öncesine kadar tekerlekli camekânlarda, tablalarda satılan simit bile şimdi üç-beş katlı simit saraylarında satılmaktadır. Bizim yüzlerce iş konumuz bu simit meselesi gibidir. El atarsan, cesur olursan, azimli olursan başarır ve becerirsin.
Ben eminim ki, çok becerikli, çok azimli, çok çalışkan, işini çok iyi bilen bir vatandaş İstanbul’un bir yerinde bir “Börek Sarayı” açarsa inşaallah çok başarılı olacaktır. Ama nasıl bir börek sarayı? Tereddütlü ve şüpheli olarak gideceksiniz, bir börek yiyeceksiniz ve nefâseti karşısında hayran ve şaşkın kalacaksınız. Fiyatları da uygun olacak. Herkese anlatacaksınız, tavsiye edeceksiniz.
Deve hamuru gibi börek yapılırsa elbette tutmaz, müessese iflas der, “BÖREK SARAYI” virane olur.
Fatih semtinde, şehrin başka bölgelerinde çalışkan, hamarat, işbilir ev hanımları ev yemekleri yapıyor ve dışarıya satıyormuş. İşte bu faaliyetler de benim yukarıda bahs ettiğim “İŞLERDENDİR”.
Bilhassa kırsal kesimde, küçük şehirlerde ve beldelerde, büyük şehirlerin varoşlarında, fakir mahallelerde ev atölyeleri açılmalıdır. Halkımız bu atölyeleri kendi kendine açamaz. Öğretilmeli, teşvik edilmeli, yol gösterilmelidir.
Bir hususu da hemen arz edeyim:
Kesinlikle hibe yani karşılıksız yardım yapılmamalıdır? Bizim ülkemiz suistimale müsaittir. Hibeleri, yardımları yerler ve iş yapmazlar. Herkes mi? Hayır bir kısmı…
Evlerde bilgisayarlı dikiş ve nakış makinesi ile işlemeli Türk kumaşları yapmak mümkündür. Ne dükkan veya atölye kirası ister, ne işe gidip gelmek için yol parası. Vakit de kayb edilmez. Ancak bu iş için mutlaka ders görmüş olmak gerekir. Öyle uyduruk nakışları, el işlemelerini kimse almaz, yapanlar başarısız olur, ümitsizliğe düşer.
Bizim çok güzel, çok zengin bir nakış, kumaşları işleme sanatımız vardır. ehliyetli ve liyakatli öğretmenler, hanımlara, kızlara; örnekleri müzelerde, koleksiyonlarda bulunan bu işlemeleri öğretecekler, onlar da evlerinde yapacak ve ucuz fiyata satacaklar, geçimlerini temin edecekler.
Tabiî ki, bu iş için merkezî bir satış, dağıtım, propaganda, reklâm organizasyonu kurulması gerekir. İşte burası son derece tehlikeli ve kaypaktır. İşin içine ehliyetsizler, yiyiciler, lüpçüler, rantçılar, haramzâdeler girerse işler batar.
Nevşehir taraflarında köy kadınları yabancı turistlere satmak için bebek yapıyorlar, yol kenarlarında onlara satıyorlarmış.
Hindistan’dan, Çin’den ülkemize bir yığın el sanatı ürünü geliyor ve akıl almaz ucuz fiyatlara satılıyor. Nakliye parası veriyorlar, gümrük vergisi ödüyorlar ve yine ucuza satarak para kazanıyorlar. Biz de onları taklid etmeliyiz.
Dokuma tezgâhı denilince kimsenin gözü korkmasın. Küçük bir el tezgâhında boyu 1,5 metre, eni 50 santim olan boyun atkıları dokunabilir. Bunların yün iplikleri kaliteli, boyaları da tabiî boya olursa hem yurt içinde, hem de dış ülkelerde alıcı bulur. Ben şahsen, fabrika işi bir boyun atkısı kullanmaktansa, el tezgâhında dokunmuş bir atkıyı kullanmayı yeğlerim.
Bu işleri, millî el sanatlarını ve zenaatleri halkımıza nasıl sevdireceğiz, bunlarla ilgilenenlerin, bunları üretmelerini nasıl sağlayacağız?
Bir şey söyleyeyim:
Bunları cep telefonlarını sevdikleri kadar sevdirebilirsek mesele biter.
Bu söylediklerim olmayacak şeyler değildir, MÜMKÜN ve KABÎL olan şeylerdir.
Gazeteler, televizyonlar, dergiler bunların reklamını, tanıtımını yapmalıdır.
Geçim sıkıntısı çeken insanlarımıza bu işlerin bir çıkış kapısı olduğu anlatılmalıdır.
Genç nesiller yanlış yollara sevk ediliyor, aldatılıyor. Her genç mutlaka okumak ve maaşlı bir iş bulmak peşinde koşuyor.
Prens Sabahaddin’in “Teşebbüs-i şahsî” prensibini bugünkü gençler bilmiyor.
Herkes fazla çalışmadan, kolay bir şekilde geçinmek istiyor. Sadece geçinmek mi? Herkes iki, hattâ üç anahtara sahip olmak istiyor. Biri ev anahtarı, biri otomobil anahtarı, biri de yazlık anahtarı. Üstelik de üçü de lüks olacak…
Kanaatli ve iktisatlı yaşamak, tasarruf etmek diye bir şey kalmadı. Bütçesi müsait olmayan aileler güneydeki şu meşhur (…..) oteline giderek hava atmak için çırpınıyorlar. Dar gelirli bir karı koca borç harç oraya gitmişler ve kadın şimdi bütün çay toplantılarında “Biz geçenlerde Zabazingo Oteli’ndeyken…” diye konuşup duruyormuş. Durumları iyi olanlar, tuzları kuru değil, kupkuru olanlar ise beş yıldızlı otellerde kalmaktan haya ediyorlarmış. Ege bölgesinde bir yerde yedi yıldızlı süper lüks bir otel açılmış oraya gidiyorlarmış. Yazık ki, her yerde böyle oteller yok!
Türkiye’deki bir kısım fakirlerin içleri cayır cayır yanıyor, biz niye böyle yaşayamıyoruz diye…
Öncülük yapacak 100’de birlerden meydana gelen 700 bin kişilik zümreye, kazandığı parayı nasıl harcayacağını da öğretmek gerekir. Çalıştı, para kazandı, darlıktan kurtuldu ve hemen lüks bir otomobil aldı ve eski cep telefonunu attı, yerine bir milyar liralık lüks bir zilli aldı…Böyle bir kişi harcamasını bilmeyen bir zavallıdır.
Çinli ayda 100 dolara geçiniyor da biz niçin geçinemiyoruz?
Bazıları asgarî ücret ayda bir milyar olsun diye bağırıyor. Peki hiç ücret alamayan işçilerin haklarını koruyan, onlar için bağıran var mı? Devletin bir Çalışma Bakanlığı var, lakin bir işsizler Bakanlığı yok…
Evet ülkemizde bir iş, teşebbüs, çalışma, üretme seferberliği başlatılmalıdır. Önce bir kişi, sonra on kişi, daha sonra bin, onbin kişi. Sonunda yüz bin kişi işe başlasın, bir hareket olsun, bereket olsun.
Sakın ha, bu gibi işlere haram karışmasın, küçücük sermayesiyle lüks otomobil alma beyinsizliğine düşülmesin. 14 Aralık 2005