PerşembeOnbeş yirmi sene kadar önce ülkemizdeki para çılgınlığı o derecelere varmıştı ki, babalarından yüklü harçlıklar alan bazı zengin çocukları bile, “Paramızı dolara mı çevirtsek, marka mı?” demeye başlamışlardı. Toplumumuz çılgın, azgın, kuduz bir para hırsına kapılmıştı. Para din, put, canavar olmuştu.

İspanya’yı, Kolomb’un keşfettiği Amerika’dan gemiler dolusu gelen altınlar batırdı. Bizi de dış ve iç borçlar batırdı ve bitirdi. Aman borç para alınsın, aman ülkeye yabancı sermaye gelsin… Paralar geldi, çok büyük kısmı çar çur edildi, kapanın elinde kaldı. Sonunda memleket battı.

Para Türkiye’nin şu anda en büyük değeridir. Yüksek tabakanın tek değeridir. Para ülkemizde büyük bir kokuşmaya sebep olmuştur. Uyuşturucu, hortumlama, çeşitli sömürüler, rüşvet, silah kaçakçılığı, devlet ve belediye bütçelerinin soyulması, nüfuz ticareti yoluyla elde edilmiş iki yüz milyar dolarlık kara para olduğu söyleniyor memleketimizde.

IMF on milyar dolar verecekmiş de feraha çıkacakmışız. On milyar dolar nedir ki… Üç yüz milyar dolar verseler yine yetmez.

Adam otuz yıl bürokratlık yapmış, sonunda emekli olmuş. On milyonlarca dolarlık bir serveti var. Bu parayı nasıl elde etmiş? İsim vererek sorsanız mahkemeye müracaat eder, namusuma ve şerefime tecavüz ediyorlar diyerek hakaret ve tazminat dâvası açar.

Yüksek rütbeli savcılar ve hakimler bile feryad ediyor! Ülkeyi, devleti, halkı soyan çetelerle mücadele edemiyoruz… Bunlar cezasız kalırsa pisliğin önüne geçilemez… Çete mensuplarına en ağır cezalar verilmelidir ki, bir daha kimse çete kurup soygun yapamasın… Bu feryatlar, yazık ki, gereken ilgi ve desteği görmüyor, bulmuyor.

Büyük hırsızları, büyük soyguncuları korumak için harıl harıl kulisler yapılıyor.

Medenî ülkelerde zenginleşmenin, refahın yolları ve vasıtaları bellidir. Ticaret, ziraat, hayvancılık, sanayi, çeşitli hizmetler… Kanada’da, İsveç’te, Almanya’da, İsviçre’de bizdeki gibi yaygın, azgın, taşkın, baskın kokuşma ve pislik var mı? Yok. Olamaz. Çünkü onların idare sistemi, rejimleri, hukuku böyle bir şeye izin vermez. Oralarda münferid, istisnaî, küçük yolsuzluklar, rüşvetler, pislikler olabilir. Onları da hemen temizlerler, suçluları ağır şekilde cezalandırırlar.

Halkımızın büyük ve ezici çoğunluğunu tenzih ediyorum ama bizde küçük, fakat çok azgın, çok kudurmuş, çok cesur, çok gözükara bir azınlık ülkeyi soymayı, haram parayla çok zengin olmayı meslek haline getirmiştir. Bu namussuzlar siyaseti, medyayı, iş çevrelerini de kirletmiş, pisletmiştir.

Cumhurbaşkanımız temiz bir zattır. Siyasî bir geçmişi yoktur. Bulunduğu yüksek makama adliyeden gelmiştir. Aleyhinde hiçbir kirlilik iddiası bulunmamaktadır. Türkiye’nin bir numaralı devlet idare adamı olan bu zat da feryat ediyor, memleket soyuluyor, bankalardan on yedi milyar dolar çalındığı için bugünkü buhrana girdik diye beyanlarda bulunuyor. Feryat ediyor, konuşuyor ama o da bir şey yapamıyor. Hattâ onu susturmak, yetkilerini elinden almak, Cumhurbaşkanlığı süresini kısaltmak, bir daha seçilmesini önlemek için bir sürü dolap çevriliyor.

Eğer bir ülkede korkunç, azgın, kuduz kokuşmaya karşı cumhurbaşkanı bile bir şey yapamıyorsa o ülke batmıyor da yükseliyor mu?

Borcunu ödememek suçtur, ayıptır, ahlâksızlıktır. Bizde bonosunu ödememek, çeki karşılıksız çıkmak vukuatı âdiyedendir, âdeta millî bir spor haline gelmiştir. Ticaret, iş, sanayi hayatının sağlıklı bir şekilde yürümesi için vadeli senetlerin, çeklerin vaktinde ödenmesi gerekir. Kalkınmış, ileri, medenî, hukuklu ülkelerde bir adam karşılıksız çek verince hapı yutar. Bizde ise böyleleri pis pis sırıtır, alacaklıya “Allah bana, ben sana…” der… Benim küçük bir ticaretim var, peşin ve nakit para ile çalışıyorum. Ödenecek rakam gücümü aşıyorsa birkaç haftalık taksitlere bölüp kısa zamanda kapatıyorum. En iyisi budur. Kitap bastırırken, kağıtçıya, matbaacıya, ciltçiye peşin para. Ne güzel şey. Şimdi peşin para sırlara karıştı. Herkes çek veriyor, bono imzalıyor ve bunların büyük kısmı ödenmiyor. Peki siyasî iktidar ne yapıyor? Karşılıksız çek imzalayanlara öngörülen hapis cezasını kaldırıyor. Maşaallah maşaallah…

Adam bir yerde belli bir maaşla çalışıyor. İşe başlarken serveti falan yok. Birkaç sene içinde epeyce semiriyor, paralanıyor. Ucuz, külüstür yerli arabasını atıyor, pahalı bir Japon arabası alıyor, Fatih’ten karşı tarafa taşınıyor. Lüks bir daire sahibi oluyor. Peki bu herif birden bire köşeyi nasıl dönüyor? Ne rivayetler, ne dedikodular var. Bazı yerlerde çift numaralı mükerrer makbuzlar bastırılıyormuş… Dolabın, düzenin, sahtekarlığın, hilenin, haram yiyiciliğin bin türlüsü tedavülde. Allah cümleten belalarını versin!

Dindar geçinen bazı zibidiler de, “Efendim Müslümanın güçlü olması lazımdır. Bu devirde en büyük güç kaynağı paradır, zenginliktir, o halde her vasıta ile biz de zengin olmalıyız…” şeklinde felsefeler yürütüyor. Haram para ile olan zenginliğin meşru olduğuna inanan kimse maazallah kâfir olur. Muhammed Mustafa Aleyhisselatü Vesselamın bize Allah katından getirdiği İslâm dininde ve nizamında yamukluğa, haramyiyiciliğe, rüşvete, ihtilasa, irtikaba izin verilmemekte; bu gibi kazançlar kötülenmekte, lanetlenmektedir. Haram parayla zenginleşmek, güç değil güçsüzlük ve felaket kaynağıdır. Bu gibi felsefeler ve görüşler Rahmanî değil, şeytanîdir. Haram para zenginleri için bu dünyada uğursuzluk, şeamet, rezalet, kepazelik, rüsvaylık vardır; öteki dünyada onları şiddetli bir azap beklemektedir.

Türkiye bugünkü haliyle İslâm dünyasının en örnek ülkesiymiş… Bu iddiaya tavşanlar bile güler.

Para çok tehlikeli bir alet ve vasıtadır. Para iyi bir uşak, kötü bir efendidir. Dini imanı para ve servet olan kimse, zâhirde Müslüman gibi görünse bile zâmir itibarıyla dalâlet ehlindendir.

Helal de olsa para putlaştırılmamalı, zenginlik en büyük ideal ve gaye haline getirilmemelidir.

Gözünü para hırsı kaplayan bir toplum hapı yutmuş demektir. İnanmıyor musunuz? Ülkemizin haline baksanıza… 21 Aralık 2001