Kullanılanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî (Hindistan, 1839-1908), peygamber olduğunu, kendisine Allah katından vahiy geldiğini iddia etmiştir. O devirde Hindistan’ı sömürge olarak idare eden İngilizler bu adamı kullanmışlardır. Gulam Ahmed de, onlara bir cemile olarak dindeki cihad farzını kaldırdığını ilan etmiştir. Bugün, merkezleri Pakistan’daki Rabvah şehri olan sapık Kadiyanî cemaati kendilerinin hakikî Müslüman olduklarını iddia etmekte, Mirza Gulam Ahmed’i peygamber olarak kabul etmeyenleri kâfir olmakla suçlamaktadır. İngilizlerin yardımıyla dünyanın birçok yerinde özel camiler ve misyoner teşkilatı kurmuşlardır.
Sömürgeciler, İslâm dünyasını parçalamak, İslâm dinine, kendilerinin işine gelen yeni bir şekil ve muhteva vermek için her fırsatı kullanırlar. 18’inci asırda Necid’de Vehhabî hareketi çıktığı vakit de, Fransızlar ve İngilizler hayli ilgilenmişler ve yardımcı olmuşlardır. Birinci dünya savaşında casus Lawrens Şerif Hüseyin nezdinde İngiliz politikasına hizmet verirken, Sir John Philby de Necid’de Vehhabî reisine danışmanlık etmekteydi.
Bugün Türkiye’deki bazı cemaat, hizip, fırka, sekt, grupların içine yerli ve yabancı sömürgecilerin casusları, istihbaratçıları, ajanları girmiştir, sokulmuştur, sızmıştır. Bunu tabiî karşılamak gerekir. Ancak Müslümanların da uyanık ve ferasetli hareket etmeleri gerekmektedir.
Ülkemizde maalesef şu anda kendilerini mehdi, kutub, gavs, büyük mücâhid, kurtarıcı, kâmil mürşid zanneden birtakım adamlar bulunmaktadır. Müslümanları bölüp parçlamak, birbirine düşürmek, birliklerini büsbütün bozmak, İslâm’ı istedikleri mecraya çekmek isteyen ateist, inançsız, sapık güçler bu sahte mehdileri, bu sahte kutub veya gavsları elbette kullanmak isteyeceklerdir. Bu konuda delil getirmeye, şahit ibraz etmeye lüzum bile yoktur.
Sömürgeciler, yeni bir din türetmek istiyorlar. Şeriat, yâni Kur’an ve Sünnet hükümlerinden arındırılmış, fıkıhsız, muamelâtsız yeni bir İslâm çıkartmak istiyorlar. Bu din, Allah tarafından Peygambere vahy edilmiş olan gerçek ve ilahî İslâm dininin ismini taşıyacak, fakat gerçekte kul yapısı bir ideoloji veya hümanizma olacaktır. Bu maksatla bir fakülte kurulmuş ve başına, “Peygamberin işi, ölümünden sonra bitmiştir. Aşırı Peygamber sevgisi ve bağlılığı şirktir” gibi hezeyanlar sarfeden bir zındık getirilmiştir.
Sömürgeciler ve İslâm düşmanları başlangıçta iyi niyetlerle, muhterem şahıslar tarafından kurulmuş birtakım cemaatleri, özel diyanet teşkilatlarını, tarikatları da âlet etmek üzere kolları sıvamış durumdadır.
Sömürgeciler, İslâm’ı büsbütün kaldıramayacaklarını bildiklerinden, kendi felsefelerine, kendi inançlarına, kendi ideolojilerine, kendi hedonist doktrinlerine uygun, zarar vermez, etliye sütlüye karışmaz, Kızılay veya Çocuk Esirgeme Kurumu gibi bir din istiyorlar. Bu yeni dine bağlı modern ve çağdaş Müslümanların da uysal olmalarını istiyorlar.
Maalesef bazı islâmî cemaatler ve hizipler çok büyümüş ve birer dinî imanî teşkilat olmaktan çıkıp büyük medya kurumları, bankaları, sigorta şirketleri, ticarî müesseseleri, holdingleri, fabrikaları ile garip birer yapı haline gelmişlerdir. Din ile ticaret, iman ile finans, hizmet ile istihdam birbirine karışmıştır. Karşı taraf da bu büyümeyi fırsat bilerek bunların içine eleman, ajan, casus, istihbaratçı doldurmuş; bunları kullanmaya, manipüle etmeye başlamıştır.
Birtakım baronlar ve onların kurmayları “Biz taqiyye yapıyoruz” diyebilirler. Ancak bizim dinimiz, mensubu bulunduğumuz Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığı bu kadar geniş bir taqiyyeye izin vermekte midir?
Birtakım sahte mehdiler, sahte kutublar, sahte gavslar, sahte mürşidler Kur’ana, Sünnet’e, Şeriat ahkâmına aykırı fetva ve ruhsatlar veriyor; mevrid-i nasta ictihad yapmaya yelteniyorlar. Bu adamlar bu gibi işleri yapmak için nereden selahiyet almışlardır? Din onlara böyle bir yetki vermediğine göre, mercileri neresidir? Kimlerden ilham ve direktif almaktadırlar? Böyle şeyler için Rahman’dan izin olmadığına göre, bu izni olanlara Şeytan mı vermiştir?
Dindar geçinen, kendilerini çok yüksek Müslümanlar olarak gören ve tanıtan bazı adamlar Kitab’a, Sünnet’e, Şeriat’a, 1400 yıllık İslâm geleneklerine aykırı işleri hangi cür’et ve cesaretle yapmaktadır? Dinimizin bazı muhkem farzlarını nasıl olup da tâtil edebilmektedirler? Allah, Peygamber, Şeriat bize israfı yasakladığı halde, kendilerini İslâm büyüğü olarak lanse eden birtakım kimseler bunca israfı, ihtişamı, tantanayı, şatafatı nasıl sergileyebilmektedir?
Borcu olan, önce borcunu öder, ondan sonra sadaka verir. Türkiye vahim bir kriz içindeyken, bu memlekette Müslümanlar binbir zulme, eziyete, hakarete, aşağılanmaya mâruz bulunurken birtakım din baronları dünyanın çeşitli yerlerinde milyarlarca dolarlık yatırımları hangi akılla yapmaktadır?
Bütün bozuk fırkalarda, cemaatlerde şu özellikler görülür:
1. Onlar kendilerini İslâm ile özdeş görürler.
2. Onların taraftarları Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a hakaret edilip saldırıldığı vakit tepki göstermezler, fakat kendi cemaatlerine ve baronlarına saldırıldığı, bırakın saldırılmak onlara en ufak bir tenkit yöneltildiği vakit şiddetli reaksiyon gösterir ve kendilerini müdafaaya başlarlar.
3. Onlar kendilerini diğer Müslümanlardan farklı ve üstün görürler. Müslümanları “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” diye ikiye ayırırlar. Kendilerinden olmayanlarla fazla ilgilenmezler.
4. Ümmetle ve Ümmet işleriyle ilgilenmezler, sadece kendi hizmetlerine bakarlar.
5. Bütünü parça içine, yani İslâm’ı ve Ümmet’i kendi hizipleri ve toplulukları içine sığdırmaya çalışırlar.
6. Var güçleriyle para toplarlar. Para temini için haram yollara ve usullere bile başvurabilirler. Bankacılık, sigortacılık, mafyamsı işler ve daha neler neler…
7. Fakirlerin hakkı olan zekâtları, fitreleri ve kurban paralarını bile devşirirler.
8. Kendilerini desteklemeyen, kendilerine haklı uyarılarda bulunanlara, onları tekfir etmeye varacak şekilde düşmanlık ederler. 27 Aralık 1998 Pazar
Perşembe günü ikindi namazını Nuruosmaniye camiinde kıldım. Aylardan Ramazan, etraf insan kaynıyor ve camiin cemaati çok azdı. İstanbul’un nüfusu bir iki milyon iken Ramazan’larda öğle ve ikindi namazlarında bu mâbedin yarısından fazlası cemaatle dolardı. Şimdi nüfus on milyon, belki on beş milyon. Her taraf Müslümanların işyerleri ile dolu, namaz kılan da çok, fakat Ezan-ı Muhammedî okununca camiye gidip de topluca Allah’a ibâdet etmiyorlar.
Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum: Beş vakit namazlarda cemaate dikkat etmezseniz iflah olmazsınız, felah ve necat bulamazsınız. Resûl-i Kibriya sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz “Cemaat rahmet, tefrika azaptır” buyuruyor. Şer’î bir özrü olmayan hiçbir Müslüman erkeğin cemaati terketmeye hakkı yoktur.
Yoksa biz, “Hayye ale’s-salah… hayye ale’l-felah…” diye bizi müezzinlerin mi namaza ve cemaate çağırdığını sanıyoruz? Hayır hayır, bizi camiye, cemaate Allahu Teâlâ çağırtmaktadır.
Cemaatçilik, hizipçilik, fırkacılık, şuculuk buculuk yapmakta pek militan, pek uyanık, pek mâhir, pek fa’al olan birtakım Müslümanlar, Ezan-ı Muhammedî okununca pek gevşek, pek ilgisiz, pek ihmalkâr hareket ediyorlar. Onlar bilmiyorlar mı ki, Resûlullah efendimiz (Salat ve selam olsun ona) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“Namaz kılınacağı vakit, yerime bir vekil koyup, yanıma birkaç genç alarak cemaate gelmeyenlerin evlerini yakasım geliyor.”
Evet, cemaat kaçkınları böyle bir tehdit altındadır.
Efendim, bazı imamlar yetersizmiş, onların arkasında namaz kılınmazmış. Cemaate katılmamak için yeterli ve meşru bir mâzeret midir bu? Filan imamı beğenmiyorsan, git falan imamın arkasında namaz kıl. İstanbul’da üç bin cami var.
Niçin cemaat konusunda bu kadar ısrarlıyım. Elbette benim de bir bildiğim var. Bugün Müslümanların birleşebileceği, bir araya gelebileceği tek konu beş vakitte cemaat olmaktır. Ezan okununca camiye İbn Teymiyyeci, pro-vehhabî, mezhepsiz, mezhepli, tasavvuf taraftarı, tasavvuf düşmanı, şu veya bu siyasî tercihe bağlı, falan veya filan meşrebin müntesibi, velhasıl her görüşten, her fikirden, her tarikten Müslüman gelmelidir. Orada sımsıkı saflar halinde Allah’a ibadet ederek, hiç olmazsa bu kadarcık olsun birleşebilmelidir.
Soruyorum: Müslümanlar başka hangi konuda birleşebilir? Hiçbir konuda birleşemezler. Sanki ittifak etmemek hususunda ittifak etmişlerdir. İşte bu yüzdendir ki, Ezan okununca onları camide görmek istiyorum.
Kaç defa yazdım. Günde beş kez gidemeyen, dört vakit gitsin, dört vakit gidemeyen üç vakit gitsin, üç vakit gidemeyen iki vakit gitsin, iki vakit gidemeyen bir vakit gitsin. Bir vakit de gidemeyen hiç gitmesin demiyorum.
Elhamdülillah namaz kılanların sayısı ülkemizde az değildir. Lakin cemaat konusunda korkunç bir ihmal, lakaydî, umursamazlık, tembellik müşahede ediliyor. Cemaat, Müslümanların ihtiyarına, keyfine bırakılmış bir şey değildir. Yirmi kadar şer’î özrün dışında her mukim ve hür Müslüman erkek vakit namazlarını cemaatle kılmak zorundadır.
Bugün zâlimler tarafından idare edilen bazı İslâm ülkelerinde Ezan okumak yasaklanmıştır. Namaz konusunda da yasağa yakın baskı ve zulümler vardır. Çok şükür memleketimizde henüz böyle yasaklar yoktur. Lakin Müslümanlar bugünkü gaflet ve hıyanet içinde yaşamaya devam ederlerse başımıza böyle yasakların geleceğinden korkuyorum. Nitekim, bazı ilerici, çağdaş, ateist kafalar “Tunus modelinden” bahsetmeye başlamışlardır. Tunus modeli ne midir? Orada, birkaç ihtiyardan, marjinal vatandaştan başka kimse namaz kılamamaktadır. Tesettür de yasak edilmiştir. Daha önce de yazmıştım: Özbekistan’da ezan okumak yasaklanmıştır.
Ulemasız, mürşidsiz, nasihatsiz, kontrolsuz kalan büyük İslâm kalabalıkları maddeci, hedonist, israfçı sapık medeniyetin sellerine kapılmışlardır ve para ve menfaat hırsıyla dinî vazifelerini, islâmî kimliklerini ihmal etmişlerdir. Bu gidişin sonu iyi olmaz.
Müslümanları uyutan, aldatan, afyonlayan, onlara yalan söyleyen, islâmî emanetlere hıyanet eden, bol bol vaad edip de bu vaadlerinden dönen birtakım sahtekârlar ibadetle ilgili faaliyetleri ikinci plana atmışlar ve var güçleriyle boş işlerle meşgul olmaktadır. Allahû Teâlâ ve Tekaddes hazretleri “Biz insanları ve cinleri, sadece Bize ibadet etsinler diye yarattık, başka bir maksatla yaratmadık” meâlinde âyet göndererek insanın en büyük işinin, vazifesinin Allah’a kulluk, ibadet, itaat olduğunu bildirmiştir. İbadeti ikinci plana atıp da, başka tâlî işleri birinci plana çıkartanlar sapıktır, saptırıcıdır.
Müslümanlar elbette ilimle, irfanla, kültürle, siyasetle, ülke idaresiyle ilgili işler ve hizmetler de yapacaktır. Fakat birinci madde ibadettir. İbadetin başı da günlük beş vakit namazdır. Ben bu satırları beş vakit namazı kılan musalli Müslümanlar için yazıyorum. Namaz kılmayan Müslümanlar burada muhatabım değildir.
Açınız fıkıh kitaplarını, açınız konu ile ilgili hadîs külliyatlarının sayfalarını, açınız Şeriat hükümlerini bildiren muteber din kitaplarını, o kaynaklarda cemaate ne kadar önem verildiğini göreceksiniz.
Evet Peygamber, “Cemaate gelmeyenlerin evlerini yakasım geliyor” buyurmuştur.
Ne acaip bir gelişmedir ki, İslâmcıların, cemaat fanatiklerinin, zombileştirilmiş sekter düşüncelilerin sayısı çoğaldıkça camiler boşalmakta, cemaat azalmaktadır.
Siz birtakım adamların cart curt etmelerine, biz İslâm nizamını kuracağız, Asr-ı Saâdeti geri getireceğiz diye nutuklar atmalarına, yazılar yazmalarına bakmayınız. Onların ihlaslarına, istikametlerine, emanetlere riayet edip etmediklerine, yalan söyleyip söylemediklerine, vaadlerine sadık kalıp kalmadıklarına bakınız. Bir de, dini âlet ve vasıta kılarak büyük paralar vurup vurmadıklarına, Karun kadar zengin olup olmadıklarına bakınız.
Bırakın hepsinin cemaate katılması, beş vakit namaz kılan Müslümanların onda biri gelse, camilerimiz yine dolar. Bazı cemaatler Mozambik’te market, Kamçatka’da holding, Sierra Leone’de mektep açmak için çalışıp çabalıyor. Eyvallah, bunlar bir bakıma iyi şeyler, hayırlı işlerdir. Lakin Türkiye elden gidiyor. Türkiye’de yapılması gereken birtakım zarurî hizmet ve faaliyetler yapılmıyor. Bizim önce kendi vatanımızda hizmet vermemiz gerekmez mi?
Camiye gitmek o kadar külfetli bir iş değildir. Şu anda bu konuda herhangi bir yasak ve tehdit de yoktur. Bu kadar kolay bir vazifeyi yapamıyorsak yazıklar olsun bize! Yarın camiler kapatılır, namaz yasaklanırsa o zaman vah vah, tüh tüh diyeceğiz ama iş işten geçmiş olacak. 28 Aralık 1998 Pazartesi